Güzel Bir Cinayet Hikayesi!

cinayet hikayesi

yıllardan 1991.
yaşadığım şehirde de türkiyenin her yerinde olduğu gibi yaşam koşulları ağır o dönem ki her şehir gibi.
biz de türlü türlü sıkıntılar içindeyiz. bir yandan bahçe işleri yapıyor, bir yandan hayvancılıkla uğraşıyor ve bir yandan da her ikisinden elde ettiğimiz ürünleri satıyoruz. yollarda asfalt yok, evlerde su yok, elektrik yok o dönemde köyümüzde.


bu bahsettiğim işlerden dolayı çocukken anne babamı sadece akşamları görüyordum, onun dışında vaktimin tamamı ablamla geçiyordu. ablam yemeğimi yedirip banyomu yaptırıyor, benle oyunlar oynuyor, bir yandan da tarlada çalışanlara yemek hazırlıyordu. kalan bütün vaktini bana ayırıyordu. ne istesem reddetmeyip "tamam canımın yarısı" derdi. hayat zor olsa da, yaşamak çok güzeldi. bu güzelliklerle büyüdüm ablamın yanında.

o yılların evlilikleri ise çok farklıydı şimdikinden. o zamanlar görücü usulü ile evlendiriliyordu gençler. erkeğin anne babası bir kızı uygun görürse, gidip aileden ister, ailelerin yaptığı maddi bir anlaşma sonucunda, kız bir paha karşılığında verilirdi. şüphesiz ki bunda az önce bahsettiğim yaşam koşullarının çok büyük etkisi vardı. hayat zordu ve insanların paraya ihtiyaçları vardı. hem "yıllarca yedirmiş içirmiş adam kızını, karşılığını vermek gerek" diye düşünülürdü ve bu sebepten normal bir şey olarak görülürdü. kısacası kadınların kocasını seçme hakkı yoktu ve buna karşı çıkanlar da pek hoş karşılanmazdı.

bir gün yine bahsettiğim geleneklere uygun bir şekilde, köydeki başka bir ailenin anne-babası önce haber gönderip, sonra bize geldi. hüseyin ağa lafı uzatmadan, niyetlerini açıkladı, ablamla kendi büyük oğlunu evlendirmek istediklerini söylediler. annem babam ise, benden sekiz yaş büyük olan ablamı evlendirmek istiyordu. çünkü yaşı 25 olmuştu ve en kısa zamanda evlendirmek gerekirdi. köydeki genç kızlar hep 16-17 yaşında evlendirildiği için, ablama evde kalmış yakıştırmaları yapılmasından çekinip, kabul ettiler bu teklifi. ablam ise istemiyordu evlenmeyi. sadece ilkokul ve ortaokul okumuş olduğundan, önce dışarıdan liseyi bitirip sonra da üniversiteye başlamak istiyordu ve ailem buna karşı çıkıyordu. "eksik etek okur mu" diye her daim, konu kapatılırdı.


ablamın söz hakkı olmadığı her durumda olduğu gibi, kestirip attılar ve, kendisine sormadan kabul ettiler. ama en kısa zamanda düğün hazırlıklarının başlamasını istediklerini de aileye söylemeyi ihmal etmediler.

kısa zamanda eşyalar alındı, koyunlar kesildi, bohçacılardan kıyafetler alındı. zaten hüseyin ağa her şeyi hazırlamıştı kısa sürede. hazırlıklar tamamlandı.
bir sabah annem tarafından uyandırıldım,
-kalk kalk! ablanı gördün mü? sana bir şey dedi mi?
+yoo? ne oldu ki?
-yerinde yok! nereye kayboldu bu kız.
+...

canımın yarısını zorla evlendirmeye kalkıştıkları için, evi terk etmişti. çok iyi anlıyordum onu ama, başına gelecekleri için de çok korkuyordum. hem dışarıdaki hayatın kötülüğü, hem geldiğinde karşılaşacağı muamele beni korkutuyordu.

aramalara başlandı hemen, tüm sülale farklı farklı yerleri araştırıyordu. en sonunda istanbul'da esenler de olduğu haberini aldı babam, kimden öğrendiğini dahi söylemedi bize. hemen topluca esenler e gidildi ve bir terzi den çıkarken alınıp eve getirildi.

ablam eve geldiğinde babamın ilk işi okkalı bir tokat oldu. "şerefimizi iki paralık ettin" dedi. ablam konuşmuyordu, cevap vermedi. sanırım o da biliyordu başına gelecekleri. "kapatın odasına şu laneti, gözüm görmesin" dedi babam. evde bir sessizlik. belli ki ölüm sessizliği. ablam ise bir odada kilitli. konuşmuyor sadece izliyor, dinliyor, ağlıyor.

evin tek erkek çocuğu olduğum için tüm sülale gözümün içine bakıyor. ceviz ağacından yapılmış, işlemeli sandık açılıyor. sandığın en altından, ufak bir bohça çıkarıp getiriyor babam. birkaç kat kumaş açıldıktan sonra, bir demirin ne kadar soğuk olabileceğini o zaman anlıyorum.
babam geliyor, bana uzatıyor silahı. uzanmıyorum, bir babamın gözlerine bir silaha bakıyorum.
benim babam, bir bahçeye sıfırdan hayat veren bir insan, karıncaları görmeden ezdiğimizde bizi azarlayan bir insan, ayrık otlarını bile üzülerek içine sinmeden tarladan söken bir insan; o gün bana içimi de dışı gibi soğutan, bir silah uzatıyor. karşımda ise bambaşka bir insan görüyorum.

"baba niye" diyorum sadece. diyebileceğim onlarca cümle, boğazımda düğümlenen onlarca acıya rağmen, ağzımdan çıkanlar sadece bu iki kelimeden ibaret.

"töre" diyor. "töremiz böyle evladım. hem ne diyecekler, el alemin yüzüne nasıl bakacağız bundan sonra?"
öyle ya, diyorum içimden. töre! şimdiye kadar hep "el alem" denilen kişi kim ise, bizim için yaşamış sanki! bize tüm mutlulukları güzellikleri sevgiyi saygıyı bahşeden kişiymiş gibi canımızın içini, neden ona feda etmemiz gerekiyor!

"hüseyin ağa ablanın yerini bulmasaydı, bu kara leke ile nasıl yaşardık? şimdi bu lekeyi evin erkeği olarak sen temizleyeceksin" diyor. inanılmaz derecede sakin, sakinliğinde ise sonsuz bir kin var.

kolay mı yetişiyor bir fidan, kolay mı yeşeriyor yapraklar, hele bir tek meyveyi kolay mı veriyor ağaçlar? bir can, kolay mı geliyor bu günlere. öldürmek, yok etmek neden bu kadar kolay...

eziliyorum törenin, el alemin altında. eziliyorum babama iki çocuğunu birden öldürtecek olan gerçek katillerin altında.

sahiplenmiyorum artık elimi, bir başka el olarak görüyorum. başka bir el alıyor silahı. başka ayaklar yürüyor çaresizce salonun içinde bir o yana bir bu yana. sonra bir başka göz takılıyor kilitli odaya. oraya götürüyor birinin ayakları, kapıyı açan el de zalim değil, o da çaresizlikten yapıyor. kendi gözlerimle bakıyorum ablama, bakm

anlıyor o da ne olduğunu ve ne olacağını. sarılıyorum son bir kez kendi kollarımla. konuşamıyoruz ikimiz de. "hakkını helal et" diyebiliyorum sadece. "helal olsun canımın yarısı" diyor. hep böyle severdi beni zaten annem ve babam tarlada çalışırken, beni büyüten ablam. omuzlarım ıslanıyor. sessizce ağlıyor, bırakıyor beni.
tekrar yabancılaşıyor ellerim. silahı kaldırıyor. bir parmak çekiyor tetiği. tek bir kurşun kalbinden girip, alıyor canımın yarısını...

biliyorum tetiği çeken o parmak benim değil silahı tutan o el benim değil! o el törelerin eli, gerçek katilin, "el alemin" eli.

not: bu hikaye gerçek bir olaydan alıntı olup "kısmen" hayal ürünüdür.
ilkokul arkadaşım okan ın tanımadan kaybettiği ablası "pakize" nin ruhu şad olsun.





yeni yazılardan haberdar olmak ister misin tatlış?
abone:
e-postana gelen onay linkine tıklamayı unutma panpa.


beğendiysen paylaş panpa


0 yorum:

Yorum Gönder