Zerrin Abla Babama Yüksel Dediğinde Çok...

Zerrin Abla Babama Yüksel Dediğinde Çok

çok şaşırmıştım. ona ismiyle hitap etmesi benim çok garibime gitmişti.

çünkü aralarında neredeyse 20 yaş vardı. zerrin abla 21 yaşında bir üniversite öğrencisi babam ise 40 yaşında evli ve 3 çocuk babası bir adamdı.


stajyer zerrin abla ben ortamlarda olduğum zaman babama Yüksel abi hatta bazenleri Yüksel amca diyor ama beni fark etmediği zamanlar Yüksel, Yükselciğim, Yükselim gibi hitaplar kullanıyordu. Beni gördüklerinde ise çekingen ve utangaç bir tebessümşinaslıkla bakışıyorlar sonrasında ise babam "kızım benim" deyip hehehe diye gülüyordu.

9 yaşında bir çocuğun böyle bir olayla kafasını çok kurcalaması pek de alışılagelmiş bir durum değildi ama bu karmaşık ilişki kafamı allak bullak etmişti.

Zerrin abladan bahsetmek gerekirse 20li yaşların başında orijinal kızıl saçlı 1.70 boyunda afeti devran bir üniversite öğrencisiydi. inşaat Mühendisliği okuyordu ve oldukça iyi konuşan tatlı sesli atik ve akıllı bir kızı. sanırım babamı cezbeden yönü bu idi.

1997 yılıydı. o zamanlar bilgisayarlar her evde yoktu hatta çok az yerde vardı ve babam sırf bu makineye alışıp ilerde kariyerimi bilgisayar üzerine yapayım diye daha çocuk yaşta beni ofisine götürür bilgisayarla haşır neşir olmamı sağlardı. babam ileri görüşlü ve zeki bir adamdı. daha o zamanlar söylemişti "bak oğlum ilerde tüm dünyayı bunlar yönetecek o yüzden şimdiden alıştır kendini" diye. fakat benim tek yaptığım tüm gün volfied oynamaktı. 

Zerrin ablayla da ta o zamanlar tanıştık. Beni ne zaman görse büyük şişman yanaklarımdan öper küçük aşkım derdi. büyük aşkı da kimdi? ya da var mıydı? yoksa neden ben küçük oluyordum? yoksa sadece yşaımdan dolayı mı küçük diyecekti? yaşım büyüyünce de büyük aşkım diyecek miydi yoksa küçük aşkı olarak mı kalacaktım? belki de büyüdüğümde artık aşkı olmayacaktım.

dalga geçtiğimi falan sanmayın. bu düşünceler o zamanlar 9 yaşında daha erinliğe bile girmemiş bir sabi sübyanın saniyeler içinde kafasından geçen düşüncelerdi. 

bir gün yine babamın ofisinde oturmuş volfied oynarken odaya kapıyı çalmadan giren Zerrin abla "hayatım na... " deyip kaldı sonrasında ise bana yönelerek hayatım napıyorsun dedi fakat 9 yaşında bir çocuğa göre fazla zekiydim. o hayatım bana değil babamaydı ve yüz ifadesi o anki şoku bana gayet iyi açıklıyordu. sonrasında Zerrin abla babama beykoz şantiyesiyle ilgili birkaç bir şey söyledi ve babam bana dönerek "Eren oğlum sen burada uslu uslu oyun oyna biz şantiyeye kadar gidip geleceğiz. 2 saate döneriz" dedi.

ağzımdan çıkan tek şey "peki babacım"dı fakat zihnimde zühur edenler bu kadar da basit değildi.

size biraz babamdan da bahsetmek istiyorum. Rahmetli inanılmaz zeki bir adamdı. sol tarafa doğru çapraz taradığı saçları gür ve simsiyahtı. sakallı 1.86 boyunda dalyan dedikleri cinstendi. birçok kadının ilgisini çekebilecek türde bir adamdı fakat güzel, zeki ve başarılı bir üniversite öğrencisi babamı sadece bu özellikleri dolayısıyla mı sevmişti.

o gün yaklaşık 4 saat sonra babamla zerrin abla çıkageldiler. inanılmaz sıkılmış ve acıkmıştım. babam hadi oğlum gidelim dedi. yerimden kalktım ama o kalkarken geçen 2 saniyede zerrin ablayı komple süzmüştüm. inanılmaz iyi gözlem gücümün olduğunu o zamanlar farkında bile değildim.

zerrin ablanın ruju değişmişti. klasik ince bir kırmızı ruj yerine şimdi vişne çürüğüne yakın mat bir kırmızı ruj sürmüştü. çorabının ayak bileğindeki kısmı çok hafif kaçmış ve saçlarından gelen yoğun şampuan kokusu yeni duş aldığını açıkça gösteriyordu. 

babamla eve gittik. akşam yemeğinde hiç konuşmadık. zaten diğer iki kardeşim çok küçüklerdi. sofrada sadece ben babam ve annem vardık. size hiç annemden bahsetmedim. annem tam bir ev kadınıydı. 1.60 boyunda zayıfça ortaokul mezunu bir kadındı ama asla cahil ya da ezik değildi. normal bir kadındı. bizim için sürekli didinir dururdu. pimpirikli de bir kadındı. yani her hafta en az 2 kere evi temizlerdi. günde 3 makine çamaşır yıkar. 1 bardağı 3 kere yıkardı. böyle de psikopat bir tarafı vardı.

son zamanlarda annem ve babamın arasındaki soğukluğu kavrayabilmiştim. bu soğuklukta zerrin ablanın payının olduğunu tahmin ediyordum fakat bundan annemin haberinin olmadığını da çok iyi biliyordum. babam anneme karşı çok ilgisizdi. akşamları doğru düzgün sohbet bile etmiyorlardı ki zaten çoğu akşam babam eve geç saatlerde gelirdi ve koltukta uyurdu. 

son zamanlarda aklımdakilerden dolayı zor uyuyordum ve babam saat 2-3de geldiğinde genelde uyumamış oluyordum fakat bunu annem ve babama belli etmiyordum. babam geldiğinde sanki tuvalete yeni kalkmış gibi yapıp babamı gözlemliyordum. babamdaki durumu fark etmek için bana 25 saniye yeterliydi.

genel şeylerin dışında bazen eve geldiğinde direk çoraplarına bakardım.  bir keresinde evden çıkarken sağ ayağına giydiği çok ufak lekeli çorabı gece eve geldiğinde sol ayağına giymiş bir şekilde yakalamıştım. gün içinde çorabını neden çıkarıp tekrar giymişti?  2 seçenek vardı benim için ya abdest almak için ki babam koyu bir solcudur ve hiçbir dua bilmez 2.si ise soyunmak durumunda kaldığı için. ikincisi çok daha yakındı. peki ama neden soyunsun? 

ben de sizler gibi aynı şeyi tahmin ediyordum fakat hala elimde hiçbir somut şey yoktu. evet zerrin ablanın babama birkaç sıcak seslenişini duymuş, kıyafet ve birtakım hallerinden birkaç çıkarım yapmıştım ama hala bunlar yeterli değildi düşüncülerimi şüphelerden ileriye götürebilmek için.

okul çıkışında babamların şirketinin ufak basketbol salonunda basket oynamaya bayılırdım. bir süre sonra çıkışlarda direk oraya gitmeye başladım. babamın bazen haberi bile olmazdı ki zaten beni çok sıkan sürekli bana karışan bir adam da değildi. yine bir okul çıkışı kafamı dağıtmak ve saçma olduğunu düşündüğüm fikirlerden kurtulmak için basket oynamaya gittim. küçük çalışanlarının stresini atması için yapılan basketbol alanına güvenliğe selam verip girdim. o kadar dalgındım ki güvenliğin dersler nasıl küçük jorden dediğini bile o an fark etmedim.

içeri girdiğimde pek de alışık olmadığım bir durumla karşılaştım. zerrin abla ve şirketin muhasebe müdürü murat abi basket oynuyorlardı. saçmasapan bir şekilde alıma ilk gelen şey babamın bu durumu çok kıskanabileceğiydi. 

murat abi tam fişekti. 33 yaşında jöleli saçları 1.70 boylarında olmasına rağmen fit vücuduyla belki de şirketin en piç adamıydı. beni de çok severdi. beni gördüğünde direk yakala bakalım "eren jorden" deyip topu bana attı. zerrin abla nefes nefese ama inanılmaz sıcak sesiyle "yaaa ama haksızlık bu siz iki kişisiniz" dedi. murat abi "ağlama hadi ağlama" deyip eren hadi sen karşı takımdasın. siz iki kişisiniz ben tek dedi. zerrin ablayla takım arkadaşı da olmuştuk. beni görünce yanağımı sıkıp şimdi çok terliyim sonra öpücem unutturma deyip hafifçe güldü. içimden "bir karar ver amk ben mi babam mı yoksa murat abi mi" dedim. ama cidden çocuk aklından geçebilecek en saçma düşünceler geçiyordu kafamdan. 

açıkçası o güne dair bunlar dışında hatırladığım tek şey ve en net şey zerrin ablanın memeleriydi. cinsel dürtülerim o ana kadar nerdeyse hiç yoktu. daha sikim bile tüylenmemişti ama zerrin ablaya karşı inanılmaz bir arzu duyuyordum. terlemiş tişörtünden belli olan meme uçları sadece beni değil murat abiyi de inanılmaz cezbetmişti. oyun bitip soyunma odasına dönerken önden giden zerrin ablanın arkasında murat abi ve ben yürüyorduk. murat abiyle yürürken eliyle yandan omzumu sıkarak bana baktı ve "olm eren çabuk büyü sikilecek çok hatun var ben hepsine yetişemiyorum ahahaha" demişti ve cidden o an ikimiz de inanılmaz gülmüştük. zerrin abla arkasını dönmüş ne gülüyorsunuz dediğinde murat abi yine fişek aklıyla "hiç canım aklıma muhasebeci fıkrası geldi de ona gülüyorum" deyip tekrar sıkı bir kahkaha patlattı. zerrin abla bunun rövanşını alırım senden deyip kızlara ayrılan soyunma odasının yolunu tuttu.

ben zaten spor kıyafetlerimle geldiğimden üzerimi değiştirmeyecektim ama murat abi gel hadi üzerimi değiştirip kola içeriz deyince onunla gittim.  bençte oturup murat abinin soyunup giyinmesini dikkatlice izlemeye başladım.

gözlem yapmayı seven biri için murat abi bulunmaz hint kumaşıydı. inanılmaz bir fiziği vardı. vücüdundaki tüm kıllar orantılı dağılmıştı. poposu inanılmaz sıkıydı. vücut kasları öylesine iyi duruyordu ki sanki bir çizgi roman için özellikle kalemle çizmişlerdi. sağ memesinin üzerindeki diş izini görünce bir an dövme mi yoksa gerçekten bir ısırık mı olduğunu 1,5 saniye sonra anladım. gerçek bir ısırıktı. murat abi gerçek bir playboydu sanki. ayak bileğinin iç tarafındaki zorro dövmesi inanılmaz karizmatik duruyordu. tam göğsünün üzerinde kırmızı başlıklı kız dövmesi vardı.  onu seyrederken hayatımda gördüğüm en ilginç adam diye düşünüyordum.  sanki onu değil de 15 yıl sonra olmak istediğim kişiyi izliyordum.

o gün anladım ki benim gerçek idölüm babam değil murat abiymiş. 

Murat abi üstünü giyinip soyunma odasından çıkmıştık. Yürürken çok garip şeyler hissediyordum. Murat abiyle zerrin ablayı birlikte bu kadar samimi gördüğüm için hem inanılmaz kıskanıp üzülmüştüm hem de inanılmaz sevinmiştim. Bu birbirine zıt ve çelişkili hisler silsilesinde gidip geliyordum. üzülüyordum çünkü o pamuk gibi eller yanaklarımı sıkıyor o kıpkırmızı dolgun dudaklar beni öpüyordu. zerrin ablayı bir abladan fazlası gibi görmeye ramak kalmıştı. zaten kenarda babam duruyordu bu murat abi de nerden çıkmıştı derken yine en sonunda düşüncelerimin inanılmaz saçmalığını fark ettim.

içimde baskın olan durum bu konuya sevinmemdi. yani zerrin abla ve ben zaten bir şey olmazdı. kocaman kızın benimle ne işi olurdu. en fazla kafamı okşardı. o yüzden babamla zerrin ablanın ilişkisini bitirebilecek tek kişi murat abiydi.

bu düşüncelerle beraber şirketten çıkıp zerrin abla murat abi ve ben karşıdaki kafeye gittik. ben bir kola ve vişneli pasta söyledim. onlar limonlu cheescake ve kahve söylediler.  zerrin ablanın gerçek bir şeytan olduğunu ilk kez o zaman anladım.

beni vişneli pasta ve kolaya dalmış zannettikleri için inanılmaz rahat davranıyorlardı fakat kulaklarım bir yarasanınki kadar iyi duyuyor ve gözlerimle hiç farkettirmeden onları süzebiliyordum. zerrin abla önünde kendi çatalı olmasına rağmen murat abinin çatalını alıp onunkiyle cheescakeki yemiş ve sonrasında çatalı ateşli bir şekilde yalayıp tekrar tabağın kenarına koymuştu. bu hareket o güçlü, piç, gördüğü her karıyı anında yatağa atabilecek fişek gibi bir adamı bile maymuna çevirmeye yetmişti. murat abiyi ilk kez böyle etkilenmiş görüyordum. sanki hipnoz olmuştu. 

pasta ve kola için tıpkı annemin öğrettiği için teşekkür edip kalkacakken zerrin abla bekle seni evine ben bırakırım dedi ama ben bunu istemedim çünkü evimizi ve özellikle de annemi görmesini istemiyordum. olabildiğince ailemden uzak durmalıydı bu tehlikeli kız. onu ilk gördüğümde her ne kadar babama sulansa da masum bir üniversite öğrencisinden fazlası olmayacağını babamın onu kandırdığını düşünmüştüm ama bugün gördüklerimden sonra durumun tam tersi olduğunu anladım.

aslında içimde ufaktan bir pişmanlık da olmuştu. yoksa babamla zerrin abla arasındaki her şeyi yanlış mı anlamıştım ama o hayatımlı canımlı cicimli konuşmalar şantiyeye gittikleri gün babamın eve geç geldiği geceler...  hepsini mi yanlış anlamıştım. olabilir miydi böyle bir şey?

peki zerrin abla aynı şirketteki iki adamı yani hem babamı hem de murat abiyi aynı anda idare edebilecek kadar salak mıydı? yoo hayır bu kız o kadar da salak değildi. aksine fazlasıyla zekiydi. zaten bunu da bu yüzden yapmıştı. 

Zerrin ablanın ısrarlarına bir yere kadar tahammül edebildim onun sonrasında ise eve götürmesini kabul ettim. arabaya bindik. inanılmaz tatlı ve sıcak bir deodorat kokusu vardı. kısa eşofman paçalarından süt gibi beyaz ve dövmeli ayak bileği gözüküyordu.  yaptığı her hareket beni daha da cezbediyordu. hayatımda hiç hissetmediğim şeylerdi bunlar.

belki evimi rahatça öğrenebilirdi istese. bu benim kendi hüsnü kuruntumdu belki ama ben evimi benden öğrenmesini istemiyordum. onu semtte 7-8 sokak ötede başka bir sitenin önüne getirttim. inerken pembe rujlu dudaklarıyla beni yanağımdan öptüğü an sanki dünya 1000 yıllığına durmuştu. ona karşı hem inanılmaz düşmanca bir nefret hem de mecnun olurcasına bir aşk duyuyordum.

9 yaşında bir ilkokul sübyanına göre çok ağır duygu karmaşasıydı bunlar.

teşekkür ederim zerrin abla deyip arabadan indim. öpücüğün şokuyla bir süre ne yapacağımı şaşırsam da hemen toparlanıp siteye girdim. zerrin ablanın arabasının gittiğini görünce de siteden çıkıp kendi evime doğru gitmeye başladım. 

eve gittim. her günkü rutin işlerden sonra yattım ama o akşam eve babam ilginç bir şekilde erkenden geldi. sanki her şey tekrar eski haline dönmüştü. içimden bir ses ulan eren bu saçma sapan agatha christie romanları yüzünden ne hale döndün diyordu diğer sesse salak mısın olm sen seni aldatıyorlar diyordu. gerçekten de öyle olduğunu anladım.

o gece sabaha karşı 5e doğru uyandım. tuvaletim gelmişti. tuvalet için kalktığımda salondan bir ses geliyordu. salona doğru ilerlediğimde babamın telefondan birisiyle konuştuğunu gördüm.

babam telefonun diğer ucundaki gizemli kişiye "sence inandı mı?" diyordu.

karşı tarafı duyamıyordum ama babamı gayet net duyuyordum. "çocuk falan deme o benim oğlum ve sandığından çok daha zeki" diyordu babam.  o kişi sanırım ben oluyordum. ve işte şimdi her şey yerli yerine oturuyordu. babam en son "endişelenme falan deme zerrin biraz ciddiye al onu. o sandığın gibi bir çocuk değil ve artık çok daha dikkatli olmamız lazım. bu oyunu bir süre daha sürdür. muratın da haberi olmasın. sakın ona kapılıp her şeyi söyleme. sabah çok geç kalma" deyip telefonu kapatmak için ahizeyi kulağından uzaklaştıdığı an yatağıma ışınlandım resmen.

her şeyi şimdi çok iyi anlıyordum. tabiki de zerrin abla o kadar salak değildi. iki güçlü ve mevki sahibi erkeği aynı şirkette aynı anda idare etmek mi? haha benim buna inanacağımı mı sandılar gerçekten. bir ara evet şüpheye düştüm ama asla o kadar salak olabileceklerini düşünmemiştim. bunların hepsi bir oyundu. bu aralar çok fazla bana falso veriyorlardı ama böyle bir hamle beklemiyordum.

o gece her şeyi öğrenmenin huzuruyla ama hala bu ilişkinin devam ettiği gerçeğinin verdiği rahatsızlıkla uykuya dalmayı bekledim... 

artık bu iş iyice entrikaya bağlamıştı. annemi düşünmeye başladım. güzel, şefkatli, masum annemi...  beni asıl üzen şey buydu. evet zerrin ablayı herkesten ve her şeyden kıskanıyordum. onun için deli gibi yanıyordum. o benim ilkimdi. ilk aşık olduğum kız ilk arzuladığım ilk istediğim kızdı. 9 yaşında bir çocuğun kafasına "seks" denilen şeyi yazan bir kızdı o. gerçek bir şeytandı.

ama peki ya annem? bizim için yıllardır saçını süpürge eden, her türlü şefkati gösteren, babamın hiçbir şeyi yokken ona sonuna kadar destek çıkan ve bugünlere gelmemizin baş mimarı, gizli kahramanı annem? o ne olacaktı? böyle bir şeyi asla kaldıramazdı. eğer gerçekten aralarında bir şey varsa ki benim artık şüphem kalmamış gibi bir şeydi bunu anneme söyleyemezdim. bunu ona yapamazdım. bu çok ama çok ağır bir şeydi.. 

artık kendimi bir süre bu olaylardan çekmek istedim ve yaklaşık 1 ay şirkete uğramadım. fakat özel dersten akşam saat 7 gibi döndüğümde gözlerime inanamadım. o da neydi kapıyı çaldığım açan zerrin ablaydı ve bana sarılarak "aaa benim küçük aşkımm gelmiiiiş" diyordu. o da neydi? içerde annem babam ve zerrin abla birlikte yemek yiyorlardı.

babama bak sen zerrin ablayı eve getirmiş ve annemle tanıştırmıştı ama yalnız değildi. murat abiyleydi. sevgililerdi ve bize yemeğe misafirliğe gelmişlerdi.

şok oldum. murat abinin "çak bir beşlik eren jorden" lafından sonra yalandan bir gülümsemeyle çakıp odama üstümü değiştirmeye gittim.

neler oluyordu? neler dönüyordu? bu nasıl bir entrikaydı? entrika mıydı? evet öyleydi. o sabah duyduğum telefon konuşması? gerçek miydi? evet sonuna kadar gerçekti. emin miydim? Allahım kafayı yiyecektim. her şeyi sorgulamaya başlamıştım. yüzde yüz gerçekten yaşadığım şeyleri bile sorgulamaya başlamıştım. 

Murat abiyle Zerrin abla (evet hala abla diyorum bunu sonra açıklayacağım) inanılmaz samimiydiler o gece. annem düğününüzde ben şahidiniz olacağım he deyip gülüyordu bense içimden ağlıyordum. her şey boka sarmıştı.

murat abiyle zerrin abla gerçekten birlikteyseler babam ve zerrin abla ne olacaktı? ben ne olacaktım? oyunsa babam neden eve kadar getirdi bunları? sadece benim gözümü boyamak için mi? yoksa ilerde anneme söyleyeceğimi düşündüğünden ilerisi için eline bir koz almak mı istiyordu? her şey git gide karmaşık bir hal alıyordu.

o gece çok şükür bitti. ertesi gün okul çıkışı tekrar şirketin basket sahasına gittim. yalnızdım. soyunma odasına gidip ıslak atletimi değiştim. ve babamın ofisine gitmek için asansörü çağırdım.

asansöre binip 6. kata çıktım. bu arada o gün cuma ve saat 6 buçuktu. aylardan mayıs olduğu için hava hala aydınlıktı. 5 buçuk gibi şirkette mesai biterdi. ben de babam daha çıkmamıştır gideyim de birlikte çıkarız diyerek ofisine gitmeye karar verdim. şirkette nerdeyse kimse kalmamıştı. sadece temizlikçiler ve güvelik vardı. hepsi de beni tanırdı. çaycı muhammed abiyle fener-gs muhabbeti bile yaptık. 1 aydır şirkete uğramadığım için babam geleceğimi beklemiyordu. koridorun en sonunda soldaki odaya doğru yöneldim ve tam kapıyı açacakken içerden çok kısık gelen seslere kulak kesildim. 

beyler o an duyduğum şeyler bir çocuk değil yetişkin bir insan için bile inanılmaz fazla şeylerdi. içerden sesler çok kısık geliyordu. zerrin ablanın kesik kesik şunları söylediğini duydum "boşanacaksın di mi sevgilim benim olacaksın di mi sadece benim"  babam olduğunu düşündüğüm kişi ise hırıltılı bir sesle "senin için dünyadan vazgeçerim. ben de seninim her şeyim de senin sen benim tek varlığımsın hayatımın tek anlamısın" diyordu. içerden gelen inlemeler ve birtakım tokat seslerine daha fazla dayanamadım. gözlerim zaten dolmuştu hızla asansör kullanmadan merdivenlerden indim. kendimi plazanın dışına zor attım. kafam allak bullaktı. deli gibi ağlıyordum.  anneme ayrı kardeşlerime ayrı babamın yaptığı bu iğrençliğe ayrı aşık olduğum ilk kadının babamın altında inlemesine ayrı ağlıyordum. şok olmuştum. nereye gitsem napsam bilmiyordum. eve gidemezdim olmazdı. hele bu halde hiç olmazdı.

koşa koşa sahile indim. ılık bir hava vardı. çimlere attım kendimi. çantayı başımın altına koydum ve yattım deli gibi ağlamaya devam ettim... 

o gece eve gidemezdim ama burada da kalamazdım. toparlanıp teyzeme gitmeye karar verdim. beşiktaşta oturuyordu. bize de yakın sayılırdı. dolmuşa binmedim. param da yoktu zaten. teyzeme gittik. oradan telefonla haber verdik. kuzen falan da vardı. teyzem bir kaç defa yokladı noldu falan diye ama bir şey yok deyip geçiştirdim.  ertesi gün öğlende kalkıp kahvaltı yapıp eve gittim. annemi görünce dayanamadım tekrar ağlamaya başladım. annem noldu falan deyince saçma salak bi şekilde gelirken köpekler kovaladı çok korktum dedim. bana tüm sıcaklığıyla sarılan annem dünyada anneden başka kimsenin hissettiremeyeceği o duyguları hissettirdi bana ve ben gittikçe bi yok oluşa doğru sürükleniyordum. ne yapmam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. 

her şeyi geçtim 2 tane de kardeşim vardı beyler. ikisi de bebek sayılırdı daha çok küçüklerdi. annem ayrı onlar ayrı mahvolacaktı. ne yapmam lazımdı? bu işi kimsenin haberi olmadan bitirmek mümkün müydü? annemin bundan hiç haberi olmasa daha mı iyi olurdu? ama o zaman da sonsuza kadar aldatılan kandırılan zavallı bir kadın olmayacak mıydı? her şeyi anlatsam ne olacaktı? mahvolacaktı? belki.. belki de intihar edecekti? o zaman daha mı iyi olacaktı? kardeşlerim ne olacaktı?

içim içimi yiyordu. kafam karmakarışıktı. mayısın sonunda 10 yaşına basacaktım ve bu yeni yaşıma büyük bir tramvayla giriyordum. 

yaz tatili de yaklaşıyordu. babamla iletişimimiz neredeyse sıfıra indi.  o gelmeden yatıyor sabah da okula gidiyordum. ofise de uğramıyordum. ama geceleri gelip saçlarımı okşadığını öptüğünü üzerimi örttüğünü hissediyordum.

kötü birisi asla değildi. ailesini seven asla bizi hiçbir şeyden mahrum etmeyen karakterli gibi görünen bir adamdı. benim bildiklerimi bilmeyen için dünyada herkesin sahip olmak isteyeceği bir baba, koca, arkadaş, çalışan, evlat vs. idi ama bir kadın bir insanı bu kadar mı değiştirebilirdi? değiştirdi işte. her şeyi mahvetti. içine sıçtı. 

yine bir okul çıkışı yanımda bir araba durdu içindeki zerrin ablaydı. içinden "hişt hişt yakışıklı atla bakim" dedi. reddedemedim. bindim. yine harikaydı. dekoltesinden bembeyaz memeleri gözüküyordu. dar pantolonu kıvrımlı vücudunu belli ediyordu. oturmasına rağmen poposunun hacmi belli oluyordu. kırmızı ojeli elleri harikaydı. direksiyonu kavrayışında inanılmaz seksi hareket ediyordu.  bana "nerdesin sen neden uğramıyorsun zerrin ablanın yanına" dedi. ben de okulun bitmek üzere olduğunu sınavlarımın olduğunu falan söyleyip geçiştirdim. hadi bugün birlikte geçirelim önce bir yemek yiyelim sonra da pasta ister misin dedi. ben de annemin beni merak edeceğini gitmem gerektiğini söyledim. o da babamın haberi olduğunu ona söylediğini söyledi. bir şey diyemedim peki olur deyip sustum. 

zerrin ablayla gittik oturduk bir yere. o salata söyledi bense hamburger. yanına da kola. bana bakıp sürekli gülüyordu. küçük aşkım benim dedi bir ara. yemeklerimizi yedik ama bacaklarımız birbirine değiyodu. inanılmaz heyecanlandım. beni eritip bitiriyordu. yemeklerimizi bitirince kalkıp bi kafeye gittik. arada bir elini omzuma atıyor. kafamı öpüyodu. acayip yakın davranıyodu bana. sanki bir şey söyleyecekmiş de söyleyemiyomuş gibi.. 

kafeye oturup pastayı yerken murat abiye yaptığını bana da yaptı. benim çatalımla pastayı aldı tadına bakim güzel mi diye sonra çatalı güzelce yalayıp önüme koydu. adeta şok olmuştum. o çatalı tekrar yalarsan garanti boşalırdım ve beyler çatalı ağzıma koyar koymaz benimkisi ilk kez böylesine dik ve sert oldu. kendimi o an gerçek bir erkek gibi hissettim. inanılmaz bir histi bu. boşalmamak için zor tutuyordum kendimi. hemani falan düşünüyordum o derece. 

o yaşa kadar hissetmediğim şeyleri zamanı gelmeden hissetmeye başlamıştım. gerçekten psikoljim mi bozuluyordu bilmiyorum ama geceleri kafamı yastığa koyunca tüm vücudum yanıyordu. kafam patlayacak gibi oluyordu. aklımda bin bir türlü şey vardı. babamın annemi zerrin ablayla aldatmasına mı yanayım? babamın böyle iğrenç bir adam olduğuna mı yanayım? yoksa zerrin ablaya köpek gibi aşık olmama mı yanayım?  kafamda filler sikişiyordu. 9 yaşında bir çocuğa göre çok ağır şeylerdi bunlar. 

artık kafaya koymuştum. anneme bu durumu söyleyemezdim ama babamla konuşabilirdim. ertesi gün babamların şirketine yine basket oynamak bahanesiyle gittim. aşağıda bir kaç atış yaptıktan sonra ofise doğru yol aldım. asansöre bindim ve babamın ofisine doğru ilerlerken sağ taraftaki büyük u şeklinde toplantı odasından gelen seslere kulak kesildim.

bu bir kutlama sesiydi. sanırım birinin doğumgünü derken bir ses "ereeen küçük aşkım gel burayaaaa" diyordu. zerrin abla toplantı odasında o kadar kişinin arasından beni çağırıyordu. odaya girdim.  kimin doğum günü olduğunu anlamaya çalışırken zerrin ablanın dudaklarını yanaklarımda buldum ve bana sarıldı. inanılmaz güzel kokuyordu. o kattaki tüm personel toplanmış pasta kesiyorlardı. sonra babam "bak oğlum artık zerrin ablan da bizimle çalışacak artık bir stajyer değil personel" dedi.

içimden kocaman bir ohhhaaaaaa çektim. bu şirketi iyi tanıyordum. işe adam alırken çaycıdan bile en az 5 senelik tecrübe isteyen bu şirket daha üniversiteyi bile tam bitirmemiş birisini işe alıyordu.

aslında şaşırdım mı? hayır. 

o gün babamla konuşma işi tabiki yalan oldu. kafamda bin bir türlü tilki dönüyordu. ne yapabilirdim? anneme tüm olanları anlatmak yapacağım en son şeydi. bunu ona yapamazdım en azından şimdilik.

kafamdaki en büyük sorulardan bir tanesi de murat abinin bu durumdan haberi olup olmayışıydı. yani murat abi de babam ve zerrin ablanın kurduğu planın bir parçası mıydı yoksa onun da mı hiçbir şeyden haberi yoktu?

benim tanıdım murat abi sadece görünüşüyle değil aynı zamanda aklıyla da fişekti. inanılmaz zeki bir adamdı ve ilk defa o gün toplantı odasında bana bir şeyler anlatmak istermiş gibi baktığını hissettim. sanırım kandırılmış ve buna çok kızmıştı. 

yaz gelmişti artık. okulu o sene bitmişti ve artık 10 yaşındaydım. benim için çok zor geçen 3-4 aydı. derslerimdeki başarıyı bile etkilemişti. yazları annemlerle beraber genellikle aydındaki yazlığımıza giderdik ama bu yaz okulun basketbol kursuna yazıldığım için ve okul kampına katılacağım için yazlığa sadece annem ve kardeşlerim gidecekti. yani babam ve ben istanbulda kalacaktık. aslında bu istediğim bir durum değildi ama basket ve kamp benim kafamı dağıtacaktı. 

annemlerin yazlığa gitmesinden bir önceki gece babam ve annemin odasından her anne-babanın odasından gelen sesler geliyordu. açıkçası sevişmelerini daha önce de duymuştum ama bu sefer sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. babam gözümde dünyanın en karaktersiz adamıydı. ve annemle aynı yatakta iğrenç bir adam duruyordu. bu bile beni deli etmeye yetiyordu. neyse ki annem bi süre buralardan uzak duracaktı ve ben de artık birtakım şeyler yapmaya imkan bulacaktım. 

yaz tatilinin 2. haftasına girmiştik.  her şey sakin gidiyordu. şirkete pek uğramıyordum. zamanım da olmuyordu. basketbol idmanı vs. derken zaman geçiyordu. zerrin abla da artık eskisi kadar kafamı kurcalamıyordu. onu yaz tatiline girdikten sonra sadece bir kere görmüştüm.  sahilde inanılmaz dar tayt-şort tarzı bir şey vardı üzerinde poposu muhteşem duruyordu ve içine giydiği külot belliydi. bembeyaz süt omuzları ve köprücük kemikleri belli oluyordu. dimdik memeleri sanki yeni mastürbasyon yapmış ergen bir kızın memeleri gibiydi. kırmızı bir spor ayakkabıyla yürüyüş yapıyordu. o beni görmedi.  hatta yanımda arkadaşım offf olm şuna bak lan demişti zerrin abla için. sitede 13 yaşındaki mert tam bir ergen gibi davranmaya başlamıştı bile. ama ben 10 yaşında hisler karmaşasına adım atmıştım. 

o gün basketbol idmanında ayağımı burkmuştum. buz tedavisi yaptıktan sonra en iyisi eve gideyim dedim. zaten kimse yok cips-kola yapar heman izlerim hem biraz da kafamı dinlerim diye düşündüm.

soyunma odasında üzerimi değiştirip eve doğru yola çıktım. yolda sosisli sandviçleri harika olan büfeden 3 tane sosisli yedim. giderken 2 paket cips ve 1 litrelik de kola aldım.

o an uzun zaman sonra nedense anlamsız bir mutluluk doğdu içime.  keşke bunlar hiç olmsaydı olsa bile keşke hiç bilmeseydim diye düşündüm.

çocuk aklımda türlü türlü hayaller kuruyordum. yeri geliyor zerrin ablayı benim yaşımda bir ilkokul öğrencisi yapıyor kırmızı kurdelalı kızıl saçlarına dokunuyor beyaz ellerini tutuyordum. yeri geliyor kendimi 20li yaşlarda bir üniversite öğrencisi yapıyor onunla kampüste çimlere yatmış sarıldığımızı hayal ediyordum. hatta ayrı bir eve çıktığımızı iki üniversiteli sevgili olarak inanılmaz mutlu bir hayatımızın olduğunu düşünüyordum.

böyle çocukça hayallere dalmış yolda yürürken yolun nasıl bittiğini farkına bile varmadım. siteye girdim. sitede güvenlik hasan abiyle selamlaştıktan sonra "oo eren bey artık büyüdünüz tabi babadan ayrı geliyorsunuz eve" diyince "o işte ya ben erken döndüm biraz" dedim ama  hasan abi bana babamın geldiğini hatta selam vermemesine şaşırdığını söyledi. söylediğine göre her zaman siteye girerken siyah filmli camını açıp hasan abiye selam veren babam bu kez direk geçip gitmişti. bunu iş yorgunluğuna bağladığını söyledi. saçmasapan bir tebessümle görüşürüz hasan abi deyip eve doğru yola koyuldum.

aklıma gelen şeyler ayaklarımı geri geri itiyordu... 

iğrenç fikirler beynime zühur ederken kalbim yerinden çıkarcasına atıyordu. bir an eve gitmemeyi düşündüm ama bundan kaçamazdım. gerçekten bir şey varsa bunu bilmeliydim. benim onu görmemem onun gerçek olduğunu değiştirmezdi.

binaya girip 3. kata çıktım. kapıya geldiğimde ellerim titreyerek çantamdan anahtarımı çıkardım. kapıyı açtım ve sessizce eve girdim. banyodan gelen su sesine doğru yöneldim. o ana kadar bir falso yoktu. ne yabancı birinin ayakkabısı ne de herhangi bir çanta vs. hiçbir şey yoktu. banyodan gelen hafif öksürük sesinden babamı tanıdım ve hemen çaprazdaki yatak odasına yöneldim. yatak odasının kapısı sonuna kadar açıktı.

gördüğüm manzara mideme inanılmaz bir kramp saplamış, kulaklaklarımı zınlatmıştı. vücudumdaki anlamsız tepkimeler beni korkutuyordu. o gördüğüm şey dünya üzerinde hem en muhteşem şey hem de en iğrenç şeydi.

o an bunu görmektense ölmeyi yeğlerdim... 

önümde uzanan şey istiridyeden çıkmış bir inci tanesi miydi yoksa şehirler arası yolculuk yaparken mola yeri tuvaletlerindeki iğrenç alafranga tuvalet pisliği miydi emin değildim.

bu iki çelişki arasında ince değil kapkalın bir çizgi vardı fakat ben bu kapkalın çizgiyi doldurmuş ikisinin arasında gidip geliyor gibi hissediyordum.

bembeyaz bir vücut annem ve babamın yatağında yüz üstü uzanıyordu. aşağı doğru incelen çin vazosunu hatırlatan pürüssüz sağ bacağı dirsekten kırılmış yatak çarşafını o bacağının altına çekmişti. kırmızı uzun ve ince parmaklarıyla çarşafın üst tarafını eliyle tutuyordu. dün gibi hatırladığım şey ise yuvarlak sıkı ve bembeyaz bir popoydu. bir insanın teni nasıl bu kadar beyaz olabilirdi. poposunun sağ lobunun altında ve bacaklarında yer yer beliren kırmızılıklar inanılmaz bir ahenk katıyordu diri vücuduna. beline kadar uzanan kızıl saçları değerli bir ingiliz midillisini çağrıştırıyordu. o an gördüğüm pespembe ayak topukları belki de bugün ayak fetişi olmama neden olan yegane şeydir.

yaklaşık 7 saniye süren bu inanılmaz hayranlık 7 saniye sonra kendisini mide bulantılı kusma hisli bir tiksinmeye bıraktı. bir peri gibi nefes alan "zerrin abla"nın her nefes alışında beliren bel gamzesi ve hemen sağ kolunun altındaki ince ben onu daha da dayanılmaz bir hale getiriyordu... 

duşakabinin açılan kapısının sesini duyar duymaz kendimi sokakta buldum. napıcağımı nereye gideceğimi bilmiyordum. her şeyi geçtim ne hissedeceğimi bile bilmiyordum artık. orada gördüklerimin kötü bir kabus olması için Allaha dua ediyordum. hani bazen kötü bir rüya görürsünüz de rüya içinde Allahım rüya mı bu ya dersiniz ve tam o sırada uyanırsınız ya işte böyle olmasını diledim. defalarca Allahım kötü bir rüya mı bu yaa dememe rağmen uyanamıyordum. Çünkü bu şey yüzde yüz gerçekti. 

o günü teyzemde geçirdim ve hala şoktaydım.  inanılmaz çok ağlamıştım dışarda.  gece yatakta da çok ağladım ama toparlanıp bir şeyler yapmamın vakti gelmişti. madem bu zerrin abla benim hayatımı mahvetmişti ben de onunkini mahvedecektim. o gece kafamlardan geçenler inanılmazdı. ben bile bir ara korktum kendimden. gidip ailesinden bir kaç kişiyi öldürmeyi bile düşündüm ama böyle bir salaklığı niye yapayım ki?

kafamda her şeyi tasarladım. elbette bu kızın da bir ailesi annesi babası kardeşi hatta belki bir abisi vardı. onları bulup her şeyi anlatacaktım ve gerisine karışmayacaktım. bu neye mal olursa olsun yapacaktım bunu... 

hiçbir şey görmemiş hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmak dünyanın en zor şeyi olsa gerek. gerçekten bunu yapmak dayanılmaz bir şeydi ama yapmam gerekiyordu. eğer intikam istiyorsam bunu yapacaktım. tam 1 hafta boyunca zerrin ablayı takip ettim. evini öğrenmek için ve bundan emin olmak için. bu bir hafta sonunda gözlerime inanamadım. zerrin abla ayazağa taraflarında bir gecekonduda oturuyordu. yani onu zengin falan sanmıyordum ama en azından standart bir apartman insanı gibiydi. ayrıca giyimi kuşamı bakımlı olması vs. durumlarını da epey iyi gösteriyordu.

bunları düşünmenin yersiz olduğu kararına varıp artık zerrin ablanın ailesiyle konuşmak için gün sayıyordum. en doğru zamanı ayarlayıp karşılarını çıkacaktım ve olan biteni anlatacaktım fakat bir sorun vardı ya ailesi bana inanmazsa?

yani 10 yaşında bir çocuğa neden inansınlardı? yoksa çocuktan al haberi deyip daha mı fazla inanırlardı? inanırlarsa bana bir şey yaparlar mıydı? sonuçta gecekondu insanı kaba olur diye bir önyargı vardı kafamda. her şeyden daha önemlisi ya ailesi de bunu destekliyorsa? sırf para için onlar da bunu onaylarsa ne yapardım? işte o zaman şapa otururdum. 

çok düşündüm çok tarttım çok hesap yaptım ve en sonunda bu işi tek başıma yapamayacağımı fark ettim. yani bunun için ne tam cesaretim vardı ne de kendime güvenim. ayrıca bir çocuğa inanmama ihtimalleri çok fazlaydı.

o yüzden "fişek" gibi birisinden yardım almam gerekliydi. evet murat abiyle her şeyi konuşup ondan yardım alacaktım. ayrıca o da en az benim kadar bu işi isterdi. hiçkimse kandırılmış ve aldatılmış bir insandan daha tehlikeli olamazdı. 

o gün cuma saat 4 gibi idmandan çıktıktan sonra şirketin yolunu tuttum. yazları mesai saati 6ya kadar uzuyordu. ayrıca murat abinin şirketin karşısındaki otelin fitness salonuna gittiğini de biliyordum. şirkette değilse orada olurdu büyük ihtimalle. şirkete gittim öyle çok dikkat çekmemek için yalandan 4-5 dakika basket oynadım. ondan sonra lavaboya gidip saçlarımı ıslattım ve asansöre binip murat abinin katına çıktım. murat abinin ofisine geldiğimde içerden sesler geliyordu. sanki birileriyle tartışıyorlarmış gibi. içeriye şöyle bir göz attığımda murat abi ve zerrin ablanın tartıştıklarını gördüm. tam olarak duyamamakla birlikte murat abi bunun bedelini ödeyeceğini söylüyor zerrin abla ise saçmalama murat ne yapabilirsin hayatın manvolur uslu dur. herkesi mahvedeceksin diyordu. murat abiyi ilk kez bu kadar çaresiz ve sinirli görüyordum.

bir kadın güçlü, zeki, fişek gibi bir adamı bile ne hale getirmişti! 

o zamanın murat abiyle konuşmak için uygun olmadığını düşünüp geri döndüm. artık aklımda başka sorular vardı. murat abi bu planı öğrenmiş miydi? yoksa aralarında başka bir şey mi geçmişti?  eğer öğrendiyse ya benden önce başka bir şey yaparsa ya tüm planlarım suya düşerse peki ya babama bir şey yaparsa?

kafam gene allak bullaktı ama ben plana sadık kalacaktım. gerekirse tek başıma gidecektim ama bunu eninde sonunda yapacaktım. artık her şeyi göze almıştım. 3-4 ayda hayatı mahfolan ppsikolojisi alt üst olan 4 ayda 10 yaş yaşlanan bir çocuk için bence fazla bile beklemiştim.

tekrar ölçüp tarttığımda murat abiyle konuşmaktan vazgeçtim. her şeyi tek başıma yapacaktım. ne olursa olsundu artık benim için. zerrin ablanın evini de biliyordum. gidip ailesine her şeyi anlatacaktım.

kafamda türlü türlü şeyler canlandırıyordum. gidip kapıyı çalacaktım. annesi açacaktı ben biraz konuşabilir miyiz acaba ben kızınızın patronunun oğluyum diyecektim beni içeri davet edeceklerdi. babasına abisine ve annesine her şeyi anlatacaktım o sırada zerrin abla gelecek ve işler karışacaktı. ben de kalkıp gidecek bu haklı gururla bir savaş kazanmış komutan edasıyla havalı bir şekilde yolda yürüyecektim.

sakın bu düşündüklerimle alay etmeyin aynen kafamdan geçen şeyler bunlardı ama işler hiç de böyle olmamıştı... 

o gün antrenman yoktu. öğlende kalktım. kendim kahvaltı yapıp üstüme temiz bir şeyler giydim. inanılmaz heyecanlıydım. hayatımda hiç bu kadar adrenalin dolmamıştım.  okulda sevdiğim kız aslıhan maçlarımızı izlemeye geldiğinde bile daha sakindim. ha bu arada aslıhan dedim de aklıma geldi.  aslıhanla okullar bitince ayrılmıştık ve üniversitede aynı fakülteye gidince tekrar karşılaştık ve o masum çocukluk aşkımız belki de yeniden başladı. birlikte olduk ve beyler hiç abartmıyorum ilkokulda farketmemiştim belki ama aslıhan tam 20li yaşlarında zerrin ablanın aynısı olmuştu. bele kadar uzanan kızıl saçlar, yemyeşil gözler 1.70 boy, tenindeki aynı beyazlık ve hatta belindeki gamzeler...  zaten aslıhandan çok sevmeme hatta aşkından ölmeme rağmen ayrılmamın sebebi de ona her baktığımda yaşadıklarımı tekrar tekrar yaşamamdı...

aslıhan olayını belki daha sonra tekrar anlatırım ama şu an asıl konumuza gelelim.

büyük gün bugündü. hazırlanıp evden çıktım. zerrin ablanın evine doğru yol aldım. mahalleye girerken sanki herkes bana bakıyor gibiydi. sokakta halı yıkayanlar, taşlarlar yapılmış kalede top oynayanlar bilyelerin birbirine vurma sesleri...  hepsi kulaklarımda yankılanıyordu. bir anne balkondan "oğluuummm sermet eve gel hadi" diye sesleniyor öteki tarafta bir çocuk "versene olm bilyemi köktüm seni benim hakkım o" diye arkadaşıyla kavga ediyordu. hayatımda hiç böyle bir ortama girmemiştim. Allahım bu insanlar da kimdi? neden bizden çok farklıydılar? aynı ülkeden miydik? aynı gezegenden miydik? 

o gün kadının birinin pantolonuma su sıçratmasını saymazsak başıma bir şey gelmedi. eve ulaşmıştm. ellerim titreye titreye kapı tokmağına vurdum. açan olmadı. tekrar vurdum. yine açan olmadı. içimden Allah kahretsin diyordum ama aynı zamanda da bir rahatlama gelmişti. çünkü ben cesaretimi toplayıp buraya kadar gelmiştim fakat şansa bak ki kimse yoktu. en azından üzerime düşeni yapmış kendimi kendime kanıtlamıştım. tam arkamı dönüp giderken benimle yaşıt bir kız çocuğu kapıyı açtı. 

ne diyeceğimi ne yapacağımı şaşırmıştım. kimsiniz dedi kız şey been zerrin ablanın evi burası mı diye sordum. kız evet ama ablamı nerden tanıyorsun sen dedi. arkadaşım olur dedim. kız ne arkadaşı demeye kalmadan 1.50 boylarında kambur başörtülü bir teyze kapıya geldi. ne var sen kimsin dedi. şey dedim ben zerrin abla için gelmiştim dedim. komşuya kadar gitti de nerden tanıyosun kızımı sen de kimsin dedi. ben onun çalıştığı yerden bir arkadaşıyım yani iyi bir ablam olur ismim eren. size onun hakkında bir şeyler söylemeye geldim. hee öyle mi senden bahsettiydi geç oğlum içeriye buyur dedi.

eve girdiğimde ufacık bir holdan oturma odasına gittim. salondaki görüntü beni şok etmişti. zerrin ablanın annesi kusura bakma oğlum ev incin biraz dedi. salonda kocaman bir yatakta bir adam 1 tane makineye bağımlı yaşıyordu. nefes alıyor muydu almıyor muydu belli değildi. sadece arada bir hırıltı geliyordu derken içerden 4-5 yaşlarında maskeli suratı sapsarı bir çocuk çıkageldi.

her şey iyice karışmıştı. yanlış eve mi gelmiştim bunlar da kimdi. zerrin abla gibi birisinin ailesi bunlar olamazdı diyordum içimden. hem inanılmaz merak ediyor hem de oradan kalkıp gitmek istiyordum ama gidemezdim. buraya kadar gelmişken hayatta gidemezdim.

kafam yine allak bullak olmuştu..

sesim titreyerek amca beyin neyi olduğunu sordum. teyze çocuk olduğumu da varsayarak çok detay vermeden çok hasta oğol makinesiz yaşayamıyo 9 senedir böle onu geçtim şu ufacık sübyana yanıyom kan kanseri bize bakacak kimse yok böğük kızım da olmasa hepten bitmiştik. öteki böyük oğlumun Allah belasını versin uyuşturucu belalarına hapislerde şimdi. napar ne eder bilemeyiz diye yakınıyordu ama bu yakınması bana değil hayataydı. yani benim bunları anlayamayacak yaşta olduğumu da farzederek binevi iç döküyordu. bense hiçbir şey hissetmiyordum artık. hislerim beynim donmuştu. teyze her sözünün arasında "zerrin kızım da olmayaydı hepten bitmiştik" diyordu.

bunu yapamazdım beyler onlara. bunu onlara yapamazdım. lösemili bi çocuğun ablasına makineye bağımlı bir adamın kızına ve fakir bir aileyi geçindiren insana her ne kadar orospu da olsa her ne kadar benim hayatımı da mahvetmiş olsa bunu o insanlara yapamazdım. mesele zerrin abla meselesi değildi mesele o insanlardı. benim midem bunu onlara yapmaya yetmezdi. 

inanın o an bunu yapabilecek bir dirayete ve mideye sahip değildim.  makineye bağlımlı bir adama, kan kaseri bir küçük çocuğa, açlıktan bir deri bir kemik kalmış yaşlı bir anneye ve sümüklerini yiyen ufacık sübyanlara "sizin kızınız benim babamla birlikte. kızınız babamı baştan çıkardı hayatımız mahvolmak üzere. benim de 2 kardeşim var annem var. hayatımız mahvetti kızınız" diyemezdim. bunu kendime bile itiraf etmekte zorlanırken onlara söylemek çok daha fazla ağır geldi.

yaşlı kadın ağlamayı ve dert yanmayı kesip sen ne diyceydin oğol deyince şey dedim ben zerrin ablaya işle ilgili bi şey söyleyecektim de babam telefonla ulaşamamış ama neyse daha sonra söylerim ben kalkim dedim. kadın şimdi gelir zerrin oğlum 2 dakka daha bekle demeye kalmadan ben kendimi kapıda bulmuştum. tam kapıyı açıp çıkacaktım ki gözümün önünde 2 muhteşem yeşil göz belirdi.

beni görünce gözlerindeki korkuyu anlamıştım. zeki bir kızdı. oraya neden geldiğimi ne yapabileceğimi tahmin edebiliyordu. ağzından sadece "eren ablacım ne işin var burada" dedi. şey ben dedim özledim de bir ziyaret edeyim diyebildim sadece. acı bir şekilde gülümsedikten sonra "neyse ben gideyim babam merak eder" deyip çıktım evden. o anki şokla hiçbir şey söyleyemedi.

halı yıkayan ve bilye oynayan çocukların yanlarından geçip mahalleden çıktım. kafam son zamanlarda hep olduğu gibi allak bullaktı. ne yani bu orospu şimdi hayatımızı kendi ailesi için mi mahfediyordu? yoksa babamdan biraz para tırtıklayıp kaçıp gidecek miydi? amacı bu kadar basit miydi yoksa daha mı büyüye oynuyordu?

babam benim için zaten bitmişti ama annem annemi üzemezdim. ben olmasam bile aile bir arada kalmalıydı. ayrıca 2 küçük kardeşimi de düşünmek zorundaydım. tüm bu olanları anneme anlatmamamın sebepleri bunlardı. böyle bir travmayı yaşayamazdım ki zaten son zamanlarda epey travma yaşamıştım. Allaha artık biraz huzur diye yalvarıyordum henüz daha 10 yaşımdayken... 

artık bu gizlilik bu belirsizlik bu entrikalar beni o kadar çok yormuştu ki ertesi gün evden çıkar çıkmaz antrenmana gitmeden direk şirkete gittim. babam ve zerrin ablayı karşıma alıp konuşacaktım. asansöre binip 6. kata çıktım babamın ofisine doğru yürüdüm. artık eskisinden daha cesur daha dirayetliydim.  kapıyı vurmadan içeri girdim. babam ve halkla ilişkiler müdürü bir şeyler konuşuyordu. babam bana hoş geldin oğlum  bir şey mi oldu dedi bense evet bir şey oldu biraz konuşabilir miyiz dedim halklailişkiler müdürü tam o sırada çıkıyordu. kafamı okşayıp çıktı.

babam noldu oğlum okulla ilgilimi mi diye sordu hayır dedim ailemiz ilgili. zerrin ablayı buraya çağır ve artık bu iş burada bitsin dedim. babam ne oldu oğlum ne diyosun deyip hatırlayamadığım bir kaç bir şey daha söyledi derken o sırada çağırmaya gerek kalmadan zerrin abla girdi içeri. babam iyi oldu geldiğin zerrin eren de bir şeyler söyleyecekmiş dedi. zerrin ablanın gözlerindeki telaş, endişe, korku ve sinsilik şimdi daha da belli oluyordu. sanki o da bu anı bekliyormuş gibiydi...

hayatımdaki ilk büyük konuşmayı tam da o sıra yapmıştım:

Siz ne biçim insanlarsınız ne biçim bir kalbiniz ne biçim bir mideniz var ya! Sen Zerrin abla babamla bu iğrenç şeyleri yaparken evdeki o aileni hiç mi düşünmedin he? sen baba annemi o ufak kardeşilerimi hiç mi düşünmedin he? annemin yatağında deli gibi birbirinizle birlikte olurken hiç mi mideniz kalkmadı?  bu nasıl bir hırstır bu nasıl bir şehvettir bu nasıl bir doymazlıktır! ne iğrenç insanlarsınız siz...

o gün sanki 10 yaşında bir çocuk değil de 55 yaşında yaşar usta gibi konuştuğumu çok iyi hatırlıyordum. konuştuklarım bunlarla sınırlı değildi. o gün neredeyse 1,5 saate yakın kaldım odada. birçok şey konuştuk fakat hepsini teferruatıyla hatırlamıyorum cidden ve zaten bazılarını o an duymadım bile. zerrin ablanın yaşayışından ailesinden bahsettim. babamın da meğer bundan haberi yokmuş ama hiç takmadı açıkçası. başlarda bu ilişkiyi inkar etseler de sonrasında babam tam da bir çocuğa anlatır gibi bana her insanın başkasına aşık olabileceğine annemi çok sevdiğini hayatının kadınının annem olduğunu ama hayatta bazen başka yollara gidilmesi gerektiğinden vs. bahsetti.

o gün o odada bir karar aldık. babam en uygun zamanda annemden boşanacak. evi yazlığı arabayı bize bırakacak. aylık geçimimizi sağlayacak bir nafaka ödeyecekti. çocuklarını istediği zaman görecek hatta haftada 2 akşam bizimle yemek yiyecekti fakat beni asla göremeyecek benimle vakit geçiremeyecekti. ilerde şirkette benim için bir yer olduğunu geleceğim hakkında endişe etmemem gerektiğini söylediğinde ise iğrenç ilişkilerinizin yuvasında 1 dakika bile kalmam. ben kendi ayaklarım üzerinde dururum bu şirkete de hayatımda tek bir adam daha atmam deyip arkamı dönüp çıktım.

arkamda bir adet karaktersiz bir aile babası bir adet ailesi için fedakar bir orospu bıraktım...

6 AY SONRA

Annem yaklaşık 6 tane falan ilaç kullanan bir kadın haline gelmişti. Babamla boşanmışlardı. anlaşmamız gereği neden boşandıklarını bu yaşadıklarımızı benim olaylardan haberim olduğunu bilmeyecekti. bu kadarına bile kaldıramayan annem onları duysaydı hepten mahfolabilirdi. hayatımızda maddi anlamda hiçbir değişiklik olmadı aynı ev aynı okul aynı yiyecekler vs. her şeyimiz aynı kalmıştı.

bu arada duydum ki benim yapamadığımı murat abi yapmış zerrin ablanın ailesine her şeyi anlatmıştı. o da zaten en başından beri bir şeylerin farkındaymış fakat yine de kullanılmayı hazmedememiş. murat abi tüm olanları zerrin ablanın ailesine anlattıktan kısa bir süre sonra zerrin ablanın babası ölmüş. fakat iyi bir haber daha var küçük kan kanseri kardeşi tedaviye başlamış tabi babamın yardımlarıyla. iyiye doğru gidiyormuş.

babam ve zerrin ablanın çok yakında evleneceğini de duydum. nişan bile takmışlar. gerek babam zaman zaman gerekse zerrin abla bana ulaşmaya çalışıyorlar okulun önüne geliyorlar ama hiçbirisiyle tek kelime konuşmuyordum. zerrin abla her defasında "küçük aşkım lütfen dinle beni" diye söze giriyor bense sert bir şekilde reddediyordum. en son ona "şu 10 yıllık hayatımda gördüğüm ilk orospusun ve bundan sonrakilerin senin kalibrene yetişebileceğini hiç sanmıyorum"  dedim. sanırım fişek murat abiden bir şeyler kapmıştım. 

7 YIL SONRA

Babamla tek kelime konuşmayalı yıllar oluyordu fakat konuşmasam da mecburen her hafta görüyordum ama son 2 hafta hiç görmedim. bu tuhaftı. her hafta 2 defa kardeşlerimi görmeye geliyor ya da kardeşlerim ona gidiyordu.  onlar da bu durumdan endişelenmişlerdi.

yaklaşık 8 aydır birlikte olduğum iremle onun için ilk benim içinse ilk olduğunu zannettiği çok güzel bir gece yaşamıştık. ailesi evde değildi ama kapıcıları her sabah olduğu gibi kapıya 2 ekmek ve bir gazete bırakmış zili çalıp gitmişti. irem hala uyurken kapının deliğinden bakıp kimsenin olmadığına emin olduktan sonra gazete ve ekmekleri aldım. iremi seviyordum. hoş bir kızdı. onunla evlenmek güzel olabilirdi bu yüzden ona değer veriyordum. güzel bir kahvaltı hazırlamayı düşünüp ocağa çay suyu koydum. dolaptan 9 tane portakal çıkarıp daha iyi suyunun çıkması için biraz ılık suda beklesinler dedim. o sırada gazeteye göz gezdirirken 3. sayfada şu habere rastladım:

MOSKOVADA SIR ÖLÜM


iş için Rusyada bulunan Türk işadamlarından Yüksel K...  eşiyle birlikte kaldığı otel odasında ölü bulundu. ilk belirlemelere göre ölüm nedeni kalp krizi...

Donup kalmıştım. hiçbir şey hissedemiyordum. kalp krizi mi? babam en az bir domuz kadar sağlıklıydı. inanılmaz iyi besleniyor sigara bile içmiyordu. sporunu eksik etmezdi fakat bu kalp krizi geçirmeyeceği anlamına da gelmiyordu.

kafamdan yine tıpkı 10 yaşındaki Eren gibi bin bir türlü düşünce geçerken annem ve kardeşlerim aklıma geldi. olayı gazeteden öğrenmemelilerdi derken dalıp gitmiştim iremin "eren napıyorsuun su taştı" çığlıyla kendime geldim. hemen ocağı kapattı sevgiliiim iyi misin dedi. irem yalnızca kız arkadaşım değil inanılmaz bir sırdaşımdı. onun da en az benimki kadar berbat bir hikayesi vardı o yüzden yaşadıklarımı anlattığım tek insandı. gazete haberini gösterdim. yüzümü avuçlarının arasına alıp beni öptü. hadi kalk giyin ailenin yanına git yanlarında olmalısın dedi. giyinip yola koyuldum...

Cenaze günü çok kalabalıkltı. birkaç istanbul milletvekili mustafa sarıgül vs. gibi isimler de vardı. babam aslında çok büyük ve zengin bir işadamı falan değildi. biz de zengin değildik. fakat bir iş adamının rusyada ölmesi siyasilere de malzeme çıkarmıştı..

annem ve zerrin abla yan yana saf tutuyorlardı. ilginç bir tabloydu. herkes çok üzgündü. aldatılmış annem bile. kardeşlerim hüngür hüngür ağlıyorlardı. durumun farkındaydılar.

peki ya ben? neden hiçbir şey hissetmiyordum? bu kadar mı nefret etmiştim ondan? yoksa şokta mıydım hala? zerrin ablaya bir kaş bakış attım ama benimle göz göze gelmemeye özellikle çalışır gibiydi. cenazeyi omuzladım. hala bir şey hissetmiyordum.

cenaze bitmiş başsağlığı dileklerini kabul etmiştik.  ertesi gün bir asistan kız arayıp ofiste babanızın sizin için ayırttığı birkaç eşya var gelip alırsanız iyi olun dedi. hiç gitmek istemiyordum ama nedense kendimi babamın ölümüne hiçbir şey hissetmediğim için suçlu hissediyordum.

ofise gidip asistan kızla görüştüm beni eski arşiv deposuna götürdü. büyükçe bir koli gösterip bunlar dedi tamam siz çıkın ben bakıp işime yarayanları alırım dedim soğuk bir tavırla.

kolinin içerisinde beni ofisine ilk getirdiğinde başına oturttuğu ve anlam veremediğim o bilgisayar vardı.  deli gibi volfied oynadığım o bilgisayarda babamın bana söylediği "bak oğlum ilerde tüm dünyayı bunlar yönetecek o yüzden şimdiden alıştır kendini" sözleri kulaklarımda yankılanıyordu.

bilgisayarın haricinde eskiden ofisinde oynadığım ufak basketbol topu vardı. eskiler beynime zühur ederken bunların ikisine de ihtiyacım olmadığını fark ettim. tam koliyi kapatıyordum ki bilgisayarın altında bir zarf gördüm. 27 aralık 2003 tarihli bu zarfta "Oğlum'a" yazıyordu.

Zarfı alıp oradan çıktım... 
Canımdan çok sevdiğim oğluma;

Benden ne kadar nefret ettiğini biliyorum. Benden tiksindiğini de. Gözünde bir pul kadar değerimin olmadığını da biliyorum. Haklısın da. Senden af dilemeye bile yüzüm yok. Fakat şunu bilmeni isterim ki sen benim hayatımdaki en değerli varlığımsın.  Sen benim ilk göz ağrımsın.  Her şeyi geri döndürmeyi o kadar çok istiyorum ki...  Keşke en geriye dönsek 97'ye. Senin ofise geldiğin bilgisayarda oyun oynadığın günlere...  Zerrinsiz günlere...  Mutlu değilim oğlum. Hiç değilim hem de. Bu gerçek bir aşk bile değilmiş onu anladım. Tıpkı annen gibi aldatılmışım ben de.  Dünyanın en berbat en mutsuz insanı gibi hissediyorum fakat her ne kadar sen beni reddetmiş olsan da varlığın bile bana güç vermeye yetiyor. Yaptığım iğrenç hatanın telafisi yok biliyorum ama seninle en azından bir kez konuşmayı o kadar çok istiyorum ki. Sana çok pişman olduğumu seni ne kadar çok sevdiğimi yüzüne söylemeyi o kadar çok isterdim ki. Senin, kardeşlerinin ve annenin hala kalbimde kocaman bir yeri var. Ben çok yoruldum artık oğlum. Çok yoruldum. Olur da belki bir daha hiç görüşemezsek kardeşlerin ve annene çok iyi bak tamam mı? Ben sizi kalben hiçbir zaman aldatmadım.

Seni çok seven baban. 

Basketbol sahasında bağdaş kurmuş mektubu okurken birkaç damla gözyaşı kağıdı ıslattı. Seviyordum onu. O benim babamdı her şeye rağmen. naparsa yapsın babamdı. evet ondan tiksiniyordum belki ama aynı zamanda seviyordum da. Onu reddedemezdim. Mektubu katlayıp cebime koydum. gözlerimi ellerimle sildim ve başım yerde düşünmeye başladım. kafamdan yine trilyonlarca şey geçiyordu. babam neden bu mektubu bana daha önceden yollamadı. neden şimdi ulaştım üstelik bir kolide. neden öldü neden rusyada neden kalp kirizi kalp krizi mi? zerrin abla onun bunda hiç payı yok mu? var mı? olabilir mi? ama neden?

kafam yine allak bullak olmuştu. saniyede milyonlarca şey düşünmekten nefret ediyordum fakat bu her seferinde oluyordu. kafamı kaldırdığımda bir çift yeşil göz ve kısa kızıl saçlar beni karşıladı.

"Demek mektubu okudun... " 

Hiçbir şey söylemedim.  Ayağa kalktım. Yerdeki çantayı alıp sırtıma geçirdim. Tam gidecektim ki Zerrin abla kolumdan yakaladı. Zerrin abla yaşlandıkça güzelleşiyordu. 30lu yaşlarına merdiven dayamış olan bu vahşi kadın artık tam anlamıyla bir kadındı. genç ve güzel bir çıtırken olgun bir portakal gibiydi şimdi. eski halinden çok daha güzel, zeki ve dayanılmaz olan bu kadına hala ilgilimin olup olmadığını ise bilmiyordum. nefret ettiğimden emindim peki ya aşık mıydım? bir insan birisinden hem nefret edip hem ona aşık olabilir miydi? ama nasıl? böyle bir şeyin mümkün olduğunu sanmıyordum ama ya mümkünse? 

Tam gidecekken kolumdan yakalayan Zerrin abla çok özledim seni nolur biraz yüzüme bak. ben de çok acılıyım derken gözleri dolmuş bir  şekilde konuşuyordu. dudağındaki mat kırmızı ruj onun şeytanlığına şeytan katsa da hala masum bi tarafı vardı.

kırmızı ojeli sağ elini yanağıma koyup ne kadar yakışıklı olmuşssun benim küçük aşkım dedi. bunu der demez kendine gel zerrin abla şirketteyiz dedim. bana artık zerrin abla deme koca adam oldun dedi. sen benim için daima bir abla olarak kalacaksın dedim soğuk bir tavırla ve onun cazibesinin oluşturduğu soyut duvarları yıkarak oradan ayrıldım ama içimden bir ses tekrar görüşeceğimizi söylüyordu. 

iremle buştuk nasılsın alışabildin mi bu duruma tarzı babamla ilgili şeyler sorunca "irem lütfen bunları konuşmayalım biliyorsun karışık bir durum" dedim. hayatta beni anlayabilen tek insandı irem. tamam dedi hiç üstelemedi.

size biraz iremden de bahsedeyim. onunla bir arkadaş ortamında tanıştık. esmer 1.75 boylarında voleybolcuydu. inanılmaz bir fiziği vardı. dalgalı kabarık saçları ona ayrı bir hava katıyordu. aynı yaşta olmamıza rağmen çok olgundu ve açıkçası bazen bunun altında eziliyordum. sadece onunla olduğum zamanlar da bu kadar mutluydum. ona aşık mıydım? sanırım ama kesinlikle evet değil. hala daha ona kalbimin tamamını veremiyordum. neden? bilmiyorum ya da bilmek istemiyorum. 

dışarda yemek yedikten sonra ireme gittik. duş falan alıp havlularla biraz oturup tv izledikten sonra irem esmer vücuduna krem sürdü. upuzun bacaklarına krem sürerken onu seyretmek inanılmaz bir haz veriyordu bana. daha sonra sırtına ve poposuna krem sürmemi istedi. koltuğa yüzüstü uzandı, yavaş ve masaj yapan ellerle kremi sürmeye başladım. yaklaşık 15 dakika sonra yüzünü bana dönüp öpüşmeye başladı. dolgun dudakları harikaydı. tüm dudaklarımı kavrıyordu. ince uzun parmaklarını vücuduma ve sertliğime dokunurken kendimden geçiyordum. kucağıma alıp içeri yatağa geçtik deliler gibi sevişmeye başladık. bu ilk seferden çok çok daha iyiydi. irem sınırsızlığa açık bir kızdı. sabaha kadar yapmadığımız kalmadı anal dahil. en son bitirip yatağa sırtüstü uzandığımızda bana dönüp sakın beni bırakma tamam mı dedi yalvaran gözlerle. ona seni çok seviyorum asla bırakmam dedim. birbirimize sarılıp uyuduk. 

babam hep aklımdaydı. yazdığı mektubu defalarca kez okudum. nerdeyse noktalı virgülüne kadar ezberlemiştim. artık ona kızgın olmamam gerektiğini sanırım idrak ediyordum. onu hala daha affetmiyordum asla da affetmeyecektim ama bu saatten sonra ölü bir adama kin duymak da çok saçmaydı. akşam saat 7 gibi babamın mezarlığına gittim. babam çiçek sevmezdi.  giderken belki size saçma gelecek ama ben de ona bir mektup yazdım. ona yıllardır söyleyemediğim her şeyi söylediğim bir mektup... 

Sevgili babacığım;

Bunları sana pişman bir oğul olarak değil dik duruşuyla övünen gerçek bir erkek olarak yazıyorum. Yıllarca konuşmadığımız için içimde hep eksik bir taraf olduğunu inkar edecek değilim. Ben seni hep sevdim baba. Seni hep özledim.  Sen ufak bir erkek çocuğunun çizgi roman kahramanıydın. Sen benim babamdın. Sana karşı hissettiğim şey nefret değildi. Büyük bir kızgınlıktı.  Sen bizi bıraktın baba bizden vazgeçtin ama buna rağmen sana olan sevgim gram eksilmedi. Hep içimdeydin. Kalbimdeki yerin her ne kadar tahrip edilmiş de olsa hep vardı. Artık bunların hiçbir önemi yok. Yoksun. Seveceğin, terk edeceğin, aşık olacağın, özleyeceğin kimse yok artık. Ama arkanda bıraktıkların daima senin için gözyaşı dökecekler.

Sen daima benim babamdın ve sonsuza dek de öyle kalacaksın.

Seni çok seven oğlun... 

çimden geçenlerin tarifi yoktu. Aklımdan ve kalbimden milyonlarca şey geçmişti ama sadece bu saçma cümleleri kağıda dökmüştüm. Mektubu zarfa koyup toprağın biraz altına koydum. üzerini kapatıp mezarlığın uzun ve dar yolundan yağmur altında çıkışa doğru ilerledim. 

O gece iremde kalmıştım. güzel geçirdiğimiz bir gecenin ardından tatlı tatlı sarılmış uyurken bir mesaj geldi.

Ben Zerrin sana çok ihtiyacım var. nolur gel.

mesajı görür görmez şok oldum. daha önce de bana bir kaç mesaj atmıştı ama böylesi ilk kezdi. direk mesajı sildim. irem bunu görmemeliydi derken bu kez aradı.

bir kadının en acı sesiyle hüngür hüngür ağlayarak;

-nolursun gel Eren nolursun gel. çok yalnızım kocaman evde. çok korkuyorum. senden hiçbir şey istemiyorum tek istediğim gelmen.

beyler defalarca kez reddetmek siktir git beni rahat bırak kaltak demek geldi içimden ama yapamadım. beceremedim bunu.

tamam geliyorum deyip telefonu kapattım. 

irem'e yalan söyleyince üstüme sanki bir öküz oturdu. ona kardeşimin hastalandığını ve gitmem gerektiğini söyledim. çıkıp gecenin bi saati taksi aradım. taksiye bindim babam ve zerrin ablanın eski aşk yuvasına gitmeyi hiç istemiyordum aslında. oraya sadece bir defa gitmiştim onda da kardeşlerimi haftasonu için babamlara bırakırken. hatta mini ipek bir şort ve askılı transparan bir bluzla kapıyı açan zerrin ablaya kızmış. 2 tane çocuk var burada dikkatli ol demiştim. bana gülerek bir gün sen de gel kalmaya dediğinde neden böyle yaptığını bir türlü anlayamamıştım.

aklımdan bin bir türlü şey geçiyordu gene. kafamın allak bullak olmasından bir türlü kurtulamıyordum. eve geldim. taksiye parasını ödeyip indim. apartmanın kapısını benim için önceden açmıştı otomatikten. ışıkları açmadan telefon ışığıyla 4. kata çıktım. kapıyı çok hafif tıklattım. o zarif bembeyaz ten kızıl saç ve yemyeşil gözler beni karşıladığında kalbim yerinden çıkacak gibiydi. yaşlı gözlerle birden bana sarıldı "eren çok korkuyorum çok lütfen bırakma beni" diyerek tekrar omzumda ağlamaya başladı. 

dar bir pamuklu şort giymiş ayaklarına bordo oje sürmüştü. uzun ve zarif ayak parmaklarının yanında topukları hala pespembeydi. üzerinde bol bir tişört vardı. içine sütyen giymediği çok belliydi. rujunu yeni tazelemiş sigarasını yeni söndürmüştü. küllükte hala toz kadar kıvılcım vardı. içeri geçip oturduğumuzda bana sarılmış omzumda ağlıyordu. ben diyodu ben babanı gerçekten sevdim. basit bir şey değildi bizimkisi gerçekten sahiplendi beni fakat aşk aşk bilmiyorum eren aşk değildi aramızdaki sıkı bir bağdı. aklımdan bir ton şey söylemek geçti. madem öyle neden altına yattın diye bağırmak istiyordum. tek yaptığım kızıl saçlarını hafifçe okşayarak sanki bana bu kötülükleri yapan hiç o değilmiş gibi onu teselli etmekti.

hem inanılmaz ben utanç duyuyordum hem de sanki dünyanın en huzurlu insanı o an bendim... 

sanki büyülenmiş ciddi ciddi büyü yapılmış gibiydim. basiretim bağlanmış. ona karşı koyamıyordum. neyse ki o gece başka bir şey olmadı. ağlaya ağlaya uyuyakaldı. kucağıma alıp yatağına yatırdım. üstünü örtüp kapıyı kapattım ve oradan ayrıldım.  bu böyle gitmezdi. ne yapıp edip ondan kurtulmalıydım. sanırım annemle defalarca konuştuğumuz şu yurtdışında üniversite olayını ciddi ciddi düşünmeliydim... 

cuma akşamı birden bire irem aradı ve acil görüşmemiz gerektiğini söyledi. sesi biraz telaşlı aynı zamanda üzgün geliyordu. her zaman gittiğimiz kafeye gidip onu beklemeye başladım. yaklaşık 10 dakika sonra irem geldi ve tam hatırlayamadığım birtakım şeyler söyleyip ayrılmamız gerektiğini söyledi. şok olmuştum. yoksa o geceyi mi öğrenmişti? ama bunula ilgili hiçbir şey söylemedi. hatta aramızda hiçbir sorunun olmadığını sadece kendisini bu aralar iyi hissetmediğini ve beni de üzmek istemediğini söyleyip ayrılmak istediğini söyledi. bir şey diyemedim. kararı kesin gibiydi. ayrılmak değil de bir süre ara vermeyi teklif ettim kabul etmedi. başka birisi mi var dedim. saçmalama böyle birisi olmadığımı biliyorsun dedi. bunu yapacak birisi olduğunu da tahmin etmezdim dedim öyle gerekiyor dedi ve kalkıp gitti. giderken ince uzun parmaklarıyla yüzümün sağ tarafını okşadı ve belki de hayatımdaki annemden sonra en sevgi dolu öpücüğü kondurdu.

iremin gitmesi beni üzmüş müydü evet fakat mahvetmemişti. yani evet onu çok seviyordum ama ona olan sevgim bir aşktan ziyade çok iyi bir arkadaşa duyduğum sevgiydi. aslında giderek beni büyük bir vicdan azabından da kurtardı. ona o gece yapmamam gereken bir şeyi yapmıştım.  evet o gece bir şey olmamıştı zerrin ablayla aramızda ama yine de yaptığım şey affedilir gibi değildi. 

okuldan çıkmış eve giderken yanımda duran lacivert arabaya şöyle bir göz attım. benim için durduğu belliydi. tam zerrin ablanın olduğu kanaatine varıyordum ki içerden "eren jordeen atla lan" diyen ses içimde garip bir mutluluğa sebep olmuştu. bu fişek murat abiydi. arabaya binip murat abiyle zenci selamlaşması yapıp "abi nerlerdesin sen be" dedim. "başıma neler geldiğini gerçekten bilmiyor musun" diye sordu.

aslında az çok biliyordum. murat abinin zerrin ablanın her şeyini ailesine anlatıp babasının ölümüne sebebiyet vermesi ve sonrasında annesinin de onu reddetmesi murat abinin şirketteki sonunu getirmişti. bunu size özellikle anlatmadım şimdi anlatırım diye. fakat ondan sonrasını ben de bilmiyordum.

murat abiye yani az çok haberim var olanlardan dedim. murat abi: "babanın ölümü beni en az senin kadar üzdü eren. bunu ironi olarak falan söylemiyorum gerçekten üzdü. babam hep iyi ve sağlam bir adamdı fakat zerrinin ona yaptıkları onu bambaşka bir adam haline getirdi. bu yüzden babanı suçlamıyorum çünkü o kızda bambaşka bir şeyler var. bir an ben bile kendimi ona karşı kaybettim. aslında işten çıktıktan sonra ona çok daha büyük şeyler yapabilirdim fakat sonra oturup düşününce böyle bir adam olmadığımı anladım. ben de en iyi seçeneğin amerikaya gitmek olduğuna karar verdim. orada kuzenin wall streette çalıştığı şirkette çalıştım. iyi bir deneyim oldu benim için amerikalı kızlar falan ahahah" dedi. birlikte biraz daha karı kız muhabbeti yapıp güldükten sonra peki murat abi şimdi niye geri döndün diye sordum. "geri dönmedim sadece ufak bir tatil" dedi.

murat abiyle biraz daha konuştuk ona iremi anlattım. beni terk ettiğini vs. zerrin ablayı da. sanırım o fişek aklı yine hızlı davranmıştı. "olm sen akıllı bir çocuksun birazcık düşün. ortada hiçbir şey yokken bu kız seni niye terk etsin? belli ki birisi bu kızı korkutmuş ve sen bu birisini çok iyi tanıyorsun" dedi. murat abi haklıydı. iremle aramızda en ufak bir sorun yoktu hatta yaz için tatil planları bile yapmıştık fakat o birden beni terk etmişti. bu olağan bir şey değildi. bunda olsa olsa zerrin ablanın parmağı olabilirdi.

murat abiyle haftasonu için eski şirketin ufak basketbol sahasında basket oynayıp eski günleri yad etme kararı aldık. murat abi beni eve bıraktı. tüm gece onun söylediklerini düşündüm. 

o gece gözüme gram uyku girmedi. murat abinin haklı olduğu kararına varıp. ireme mesaj attım "yarın görüşelim bizim kafede". diye.  ne cevap geldi ne de bildirim mesajı bu sefer aradım ama o da neydi "aradığınız numara kullanılmamaktadır" başımdan kaynar sular döküldü. bu ne lan dedim içimden. tamam ayrıldık da belki de dünyanın en sebepsiz ve en barışçıl ayrılığıydı bizimkisi. numara değiştirtecek ne vardı ortada? artık bu işin boku çıkmaya başlamıştı.

ertesi gün zerrin ablayı arayıp görüşelim dedim bana gel dedi olmaz dedim dışarda buluşalım.

nispetiyede bir kafede buluştuk. ona yaptığının adice olduğunu neden böyle bi şey yaptığını sordum.  inanır mısınız hiç inkar etmedi. bırakın inkar etmeyi bilmezlikten bile gelmedi. eren dedi;

-deli gibi bana aşıkken başka bir kızı üzmeye hakkın yok. neden kendine bunu yapıyorsun? neden eziyet ediyorsun kendine? neden başka vücutlarda teselli arıyorsun?

konuşmasını istemiyordum. birden sözünün arasına girip. sen ne dediğinin farkında mısın? babamın karısısın sen. nasıl bir adilik var içinde?

-baban öldü eren. gitti. bunu hala kabul edemiyor musun? artık anla. baban yok. ona yaşayan bir adammış gibi mektup yazmaktan da vazgeç. komik duruma düşüyorsun. sen hep beni seviyordun 9 yaşından beri...  artık gerçek aşkına gel bırak saçma sapan ilişkilerde teselli aramayı. ikimize de daha fazla acı çektirme...

gözlerim dolmuş kaskatı kesilmiştim. dudaklarım titriyordu. ayağa zor kalktım. ona bağırmak küfretmek istiyordum ama murat abinin de dediğin gibi bu kadında büyülü bir şeyler vardı. kalkıp kendimi dışarı zor attım. bahar yağmurunun altında koşa koşa kaçmaya başladım. ondan onun büyüsünden kaçmak istiyordum. sanki tılsımlı bir şeyler vardı onda.

belki de saatlerce yağan yağmurun altında koştum koştum koştum... 

kendimden nefret ediyordum. hem babamın karısı hem annemi ve ailemizi parçalayan kadınla hala daha otuup konuşuyor hatta evine teselliye gidiyordum. her şeyden kötüsü ona hala aşıktım. bir insanın birisinden nasıl hem bu kadar nefret edip hem de nasıl bu kadar aşık olabileceğini henüz idrak edebilmiştim. zıt duyguları evvelden beri  aynı anda yaşayan birisiydim fakat bu zıt duyguların en berbatıydı.

iremi anrtenman çıkışında beklemiştim. çıktığından biraz konuşabilir miyiz dedim. olgunlukla kabul etti. okulun kafesinde oturduk.

ben:numaranı bile değiştirip benden tamamen kopmanı gerektirecek ne vardı?

irem:eren zaten değiştirecektim. senlik bi durum yo...

ben:irem her şeyi bilmiyorum. boşuna bilmiyormuşum gibi davranma. o gelip seninle konuşmuş. bak sana yemin ederim o gece onun evine tek gitme sebebim vicdanımdı. başka da hiçbir şey olmadı.

irem:anlamıyorsun eren olay o gece değil ama bu kadın sanki şey gibi

ben:ne gibi?

irem:şey işte şeytan!

ben:irem saçmalama (haklısın diyemedim)

irem:eren neler yaşadığınızı hayatın boyunca nelere göğüs gerdiğini biliyorum hepsini anlattın. zaten bu yüzden uzak duruyorum senden. benim de bir ailem var ve onların üzülmesini asla istemem. lütfen bir daha görüşmeyelim.

gözleri dolu bir şekilde kalktı. ben yine kaskatı kesilmiş hiçbir şey diyememiştim. haklıydı da. onu bu saçma sapan sorunların ortasına çekemezdim.

konuşmalar tam olarak böyle değildi tabiki ama aşağı yukarı böyleydi. harfi harfine hatırlamıyorum ama o gün irem giderken benden bir şeyler götürmüştü sanki... 
                             

peki ben ne olacaktım? ben mecbur muydum bu acıları çekmeye? bu sorunların içinde yer almaya? ben de her ergen gibi yaşamak en büyük sorunumun yüzümdeki sivilceler olmasını istiyordum. artık cidden yorulmuştum.

o gün bir karar verdim. babamın yıllarca anneme dillendirdiği annemin de bana ilettiği şeyi yapacaktım. amerikadaki 1 yıllık dil kursuna gidecektim. 

"Dış hatlar  Amerika Birleşik Devletleri aktarmalı yolcularımız hava muhalefeti sebebiyle uçuşlarımız gecikmeli yapılacaktır. Lütfen dış hatlar panosundan uçuşunuzu takip ediniz"

anonsu duyunca içimden koca bir hassiktir geçmişti. kurtulamıyorum bir türlü dedim bu ülkeden.

lise bitmişti. annemle oturup uzun uzun konuştuktan sonra yurtdışı dil olayını gerçekleştirmeye karar verdik. babamın çalıştığı şirketin özel olarak anlaşmalı dil kurslarından bir tanesiyle anlaştık. new yorkta önce kursun misafirhanesinde kalacaktım sonrasında ise kendim bir eve çıkacaktım. murat abi de bana yardımcı olacaktı. murat abi onda kalmam için çok ısrar etti fakat kendi ayaklarım üzerinde durmam gerektiğini bana sadece yardımcı olsa yeteceğini söyledim.

havaalanına geleli 4 saat olmuştu ama hala uçağa bile binememiştik. oturup kahvemi içerken yine 9 yaşındaki erenin kafasıyla düşünüyordum. birçok şeyi. arkamda bıraktığım şeyleri düşünüyordum. ölü bile olsa babamı, ofisteki ilk bilgisayarı, basketbol topumu, annemi ve kardeşlerimi, iremi, sitedeki çocukları...  bi de o'nu. zerrin ablayı. evet onu düşünüyordum bir de. aslında kafamda sadece o vardı. diğer düşünceler onun etrafında dönen gezegenlerdi. zerrin abla benim kafamın içindeki güneşti. aklımdan 1 saniye olsun çıkmıyordu. babam varken kendimi frenliyordum fakat o da gidince ve zerrin abla beni adeta kalbine ruhuna davet edince kafam allak bullak olmuştu.

3 tane kahveden sonra inanılmaz işim gelmişti. telefonumu cebime koyup tuvalete gitmek üzere ayağa kalktım. arkamı döndüğümde gördüğüm şey beni kızgın bir okla vurmuş gibiydi. o büyü karşımdaydı... 

tüm zerafetiyle karşımdaydı. kırpkırmızı rujsuz dudakları üzgün alnı çatıktı. kızıl kısa saçları incintı. dar bir kot pantolon ve deri ceket turkuaz fularıyla amansız bir ahenk yakalamıştı. kollarını iki yana açıp "bu kadar mı kolay mı her şeyi bırakmak eren? bu kadar basit mi senin için her şeyi arkanda bırakmak? sen nesin biliyor musun kocaman bir korkaksın! 9 yaşındaki eren bile senden çok daha cesurdu. git hadi. arkana bile bakmadan git. kaç her şeyden. aşkından bile kaç ama unutma korkaklar kaybetmeye mahkumdur."

 sinirli ve hırçın bir şekilde söylediği bu sözler beni sayısız elf orkuyla vurulmuş bir ejderha gibi yapmıştı. hala ayaktaydım fakat sarsılmıştım. kafam karışmıştı. Allahım neden ona karşı koyamıyordum. neden ona cevap veremiyordum. haklıydı. 9 yaşındaki eren olsa ona okkalı bir cevap yapıştırırdı. en azından ucuz bir kaltak yüzünden kaçtığını ona pekala söyleyebilirdi fakat 18 yaşında eren bunu beceremiyordu.

9 yaşındaki eren babasını ve onun metresini karşısına alıp cesurca nutuk atmıştı fakat 18 yaşındaki eren aşkına mağlub olmuştu...

hiçbir şey diyemedim. ağzıma açacak oldum ani bir anonsla kendime geldim; istanbul-New York aktarmalı seferini yapacak olan yolcularımız uçağımız yaklaşık 45 dakika sonra kalkacaktır. Lütfen en az 20 dakika önceden uçakta olunuz"

zerrin ablaya doğru birkaç adım attım. gözlerimiz birbirine kitlenmişti. sağ elimi yanağına attım "sen benim hayatımda aşık olduğum ilk ve tek kadınsın" demek geldi içimden diyemedim. "gitmem gerek" deyip arkamı dönüp yürümeye başladım. kısık bir "eren nolur" sesi diğer seslere karışıp havaya uçarken arkamda gözü yaşlı bir kadın bırakarak önümde bana kollarını açan kocaman Amerika'ya doğru yola çıkmıştım... 

o an tam da hatırlayamadığım ingilizce bir anons beni uyandırdı. lizbondan aktarmalı new yorka uçacaktım. lizbonda indim yaklaşık 3 saat orada bekledikten sonra new york uçağına bindim. 30 saniye gözlerimi kapatsam yaşadığım onca şey kafamda beliriyordu. bir ara "durdurun uçağı inecek var" deme noktasına bile geldim. şaka bi tarafa ciddi ciddi lizbondan geri dönmek geldi içimden.

John F. Kennedy havalimanına indiğimde değişen havayı fark edebiliyordum. rüyalar ülkesi amerikaya hoş gelmiştim. acaba cidden hoş mu gelmiştim diye düşünürken zenci görevli bana neden ameirkaya geldiğimi sordu içimden sana ne amk demek geçti ama küfürbaz birisi değildim. for language education deyip dil kursunun kabul belgesinin de içinde olduğu dosyayı görevliye uzattım. pasaportumu mühürledi ve kapıdan geçtim. artık baya baya amerikadaydım. karşımda murat abiyi karşımda görünce sanki neptünde kendi başıma dolaşırken bir insana rastlamış kadar mutlu oldum. "hoş geldin eren jorden" deyip klasik zenci selamlaşmamızı yaptık.

"tüm karıların sorgusuz sualsiz verdiği şehre hoş geldin" deyip bir kahkaha patlattı murat abi. cidden öyle mi abi dedim tabiki şaka olm dedi. bir kaç soru soruyorlar tabi sikin kaç cm falan diye deyip bir kahkaha daha patlattı.  hadi yemek yiyelim dedi.  çok acıktım abi sen ne yiyorsun burada dedim. kokoreç deyip yine güldü. murat abi yaşlandıkça daha fazla şaka yapmaya başlıyordu. adadım 2 lafından birisi espriydi. yani ben son söylediğini öyle sanmıştım. hatta ilkini de.  ikisinin de doğru olduğunu daha o gün anlamıştım. 

köşede 20 metrekarelik kokoreççiyi görünce ağzım açık kaldı. burası ciddi ciddi bir kokoreççiydi. abi ben şaka yapıyorsun sandım dedim. burada her şey gerçek olm dedi. ikişer yarım kokoreçi gömdük ama şalgam yoktu beyler. ayran vardı. oranın sahibi yıllar yıllar önce türkiyeden amerikaya göç eden fakir yahudi bir aileninmiş. evet fakir yahudi kavramı ilginç gelecek ama öylelermiş.  hiçbir türkten farklarını göremedim. hatta en az bir osmaniyeli kadar türklerdi.

murat abiyle kokoreçlerimizi yiyip kalktık. istersen bu gece bende kal dedi. abi bir an önce buraya alışmak istiyorum deyip dil kurusuna gitmek istediğimi söyledim. peki ama bi kaç gece bende kalacaksın söz ver dedi. söz dedim. murat abi beni dil kursuna bıraktım. görevlilerle gerekli işlemleri yapıp kursun misafirhanesine gittim.

kız-erkek karışık ve hatta kızlarla erkeklerin istedikleri halde birlikte kaldıkları bu yer hoşuma mı gitmişti yoksa beni korkutmuş muydu anlamadım.

dolabımı yerleştirirken duyduğum ince bir "hi" sesiyle irkildim. kafamı kaldırdığımda latin amerikalı olduğundan adım gibi emin olduğum 1.75lik ( 1 buçuk metresi bacak) afeti devran bana bembeyaz dişleri ve masmavi gözleriyle gülümsüyordu... 

ingilizcem az çok vardı tabiki ama çok da iyi değildi. birçok şey söyledi benim anladıklarım ve şu an hatırladıklarım adı nereli olduğu vs.di. merhaba ben bianca bolivyalıyım hemen yan odada kalıyorum bugün geldim ve sanırım komşuyuz vs. şeyler söyledi. kendimi tanıtıp tokalaştık. hiç arkadaşın yok mu diye sordum var aslında ama onlar başka bir kurstalar dedi.  yemek yiyip yemediğimi sordu hayvan gibi kokoreç gömmeme rağmen sosyalleşmem gerektiği için hayır çok açım dedi. harika o zaman hadi yerleş sonra da bir şeyler yiyelim dedi.

harika olur deyip kabul ettim. 

pizzaları yiyip biralarımızı yudumlarken biancanın ingilizcesinin benimkinden daha kötü olduğunu anlayıp rahatladım. biancaya türkiyeden ilk bahsettiğimde orası tam olarak nerde dedim. hemen bolivyanın altında deyince aaa hiç duymadım demek komşuyuz deyip güldü. şaka yapıyorum avrupanın doğusunda dedim.  baya samimi bir ortam olmuştu.

bianca biraz aptal ama iyi bir kızdı. vücudu kaymak gibi ve güneşte parlıyordu. rengi kahverenginin biraz açığıydı. poposunu anlatmıyorum. kızın zaten %90ı popo ve bacaktan oluşuyordu. memeleri fena değildi. biancayla iyice samimi olmuştuk o gün amerikadaki ilk günüm olmasına rağmen gece saat 2de misafirhaneye döndük.

murat abinin tüm karıların sorgusuz sualsiz verdiği şehir tanımlamasını bu kadar erken yaşayacağımı tahmin etmiyordum. 

o gece sağlam içmiştik ama yaşadığım hazzı 100 yıl geçse de asla unutmam. bianca güçlüydü. beni yatağa itişinde sarhoşluğumun da etkisiyle direk sırtüstü düştüm. üstündeki dekolteli bluzu ve kareli gömleği bi anda çıkardı. üstüme çıkıp öpüşmeye başladık. ağzında ilginç bir tat ve koku vardı. güzeldi. sanırım bu amerika kıtasındakilere özgüydü. farklı bir sakız çiğniyor ya da değişik bir diş macunu kullanıyor olabilirdi. ellerimi poposuna attığım zaman pürüssüz bir kayayı okşuyormuş gibiydim. cidden bir şey hem bu kadar kaya gibi hem de bu kadar sıktığında ele avuca gelen bir şey olabilirdi. sütyenini çıkarıp memelerini emmeye başladım. sert bir manevrayla biancayı altıma aldım. üzerimdeki gömleği ve kot pantolonumu ne ara çıkardığımı hatırlamıyordum ama penisimi emmesi inanılmazdı. belki inanamayacaksınız ama taşaklarımla birlikte penisimin hepsini ağzına alabilmişti. deli gibi yalıyordu. hemen boşalmamak için ağzından çıkarıp içine girdim.  kondom aklıma bile gelmedi.  bacaklarını sonuna kadar açmış üzerinde git gel yapıyordum. altımda dünyanın en seksi kızı vardı sanki. inanılmazdı. yalan yok erken boşalmıştım ama bırakmamıştım. çıkarıp göğüslerine boşaldıktan sonra tuvalete gittim. geri döndüğümde daha fazla acıkmış bir pumayla karşılaştım. o gece 2 kere daha yaptık ve birlikte uyuduk. hakikaten inanılmazdı.

Amerikan rüyası benim için başlamıştı... 

new yorktaki 2. ayımı da tamamlamıştım ama açıkçası ilk gece başladığı kadar hızlı gitmedi. çünkü bürokrasi işleriyle uğraşmaktan doğru düzgün sosyaleşemedim ama gene de iyiydi. biancayla seviştikten sonraki gece biancanın odasına gidip tekrar bir şeyler yapabiliriz diye düşündüm. sonuçta müthiş bi gece ve sabah kahvaltıdan sonra artık sevgili ya da onun gibi bi şedik herlade derken o akşam kapıyı açmamla şok olmam bir oldu. bianca zenci bir amerikalıyla çatır çutur sevişiyordu. içim bi burkulmadı değil. sonuçta ben türkü ama sonra buranın amerika olduğunu düşününce sanırım artık bu tarz ilişkilerde duyguyu çöpe atmam gerektiğini düşündüm. 

new york metrosunda giderken walkmanimde çalan john cash reyisin bu şarkısı beni eskilere gotürdü. babamı düşündüm uzun uzun. keşke o kadın hayatımıza hiç girmeseydi keşke bunlar yaşanmasaydı keşke ölmeseydi. keşke ben amerikaya berbat hayatımdan kaçmak için değil de gerçekten dil öğrenmek için gelmiş olsaydım. keşke...

burası güzeldi ama ne bileyim sonuçta buraya alışık değildim. hatta bazen geri dönmeyi bile düşünüyordum. bizimkileri çok özlemiştim. annem kardeşlerim arkadaşlarım, irem...  lanet olsun ki zerrin ablayı bile özlemiştim.  kokusu hep burnumdaydı. spor yapacağı zaman pembe çilek şekeri aromalı tatlı bir deodorant sıkardı. işe giderken finlandiya yapımı soğuk ve ferah bir parfüm arkadaş buluşmalarında ise eski fransız kadınlarına özgü bir parfüm sıkardı. hiç parfüm sıkmadığı zamanlar çikolata ya da vanilyalı duş jeli kokardı.

bunların hepsini nerden mi biliyorum ben onun o kokularını öğrenmek için en az 150 parfümcü dolaştım. tek tek tüm parfümleri kokladım. sırf onun o kokusunu bulabilmek için. buldum ve altım. kimi geceler o parfümlerle uyudum...

bowery durağına geldiğimde metrodan inip orada tanıştığım Türk arkadaşlarımla buluştum. 

ortamımız güzeldi. yabancılık çekmiyordum bu ortama girince. muhabbetler falan hep Türk usulüydü.  o değil kocaman amerikada gidip yine Türk bir hatun bulduk. Nergis. Nergis çok şeker bir kızdı. gülünce sanki tüm dünyayı size vermişler gibiydi. tam sevilip evlenilecek kızdı. 1.65 boylarında hafif balık etli kumral bir kızdı. aramızdaki yakınlaşma o gün iyice artmıştı. yemek yiyip herkes dağılınca nergisle bir cafe bara gidip oturduk. içerken bu gece hiç bitmesin deyip gündoğumunu izleme kararı aldık. oradan kalkıp brodwaye geçtik. tüm caddeyi sarılarak dolaştık. hafif ince yağmur saçlarımızı ıslatırken bu bizim hiç umrumuzda değildi. sabaha doğru yaklaşırken manhattan'ında cenrtal parka gidip hafif nemli çimlere montumuzu serip oturduk. o bi elini belime attı bense omzuna. inanılmaz güzel kokusu amerikalı kızlara özgüydü. ince yağmurdan sonra hava iyice ısınmıştı. normalde sabaha karşı hava en soğuk saatini bize sunar ama geldiğimden beri bu new york havası beni şaşırtmıştı. sabahın bu saatleri inanılmaz sıcak olabiliyordu.

güneş doğmaya başlamıştı artık. central parkta yalnız ikimizdik. hava kızıla saçan bir turunculukla aydınlanırken ilk öpücüğümü kondurmuştum ona. gözlerimin içine bakıp "seni gerçekten tanımak istiyorum eren çok tuhaf birisin" dedi. bense bir kez daha dudaklarını öpüp "bu anı ömrüm boyunca unutmayacağım" dedim... 

kısa bacakları ve 34 numara minik kırmızı ojeli ayakları onu daha çekici bir hale getiriyordu. belinin hemen üzerindeki siyah-beyaz çilek dövmesi sebepsiz bir şekilde çok hoşuma gitmişti. dövmeci iyi iş çıkarmıştı. Nergis'in yatak odasında, puf koltuğa oturmuş kahvemi yudumlarken yine düşüncelere dalmış New York'un kendine özgü güneşinin aydınlattığı bu muazzam kızı yatak örtüsünü bacaklarının arasına kıstırmış yüzüstü yatarken büyük bir hazla seyrediyordum. Sanırım ben bunu daha çok seviyordum. yani sağlam bir seksten sonra mışıl mışıl uyuyan bir kızı seyretmek bana çok daha büyük haz daha doğrusu huzur veriyordu. Nergis iyi bir kızdı. çok fazla seks tecrübesinin olduğunu da sanmıyordum ki öyle olduğunu da biliyordum.

Kendi tecrübelerime ve tabiki Murat abinin birkaç tespitlerine dayanarak bir kadının çok fazla seks yapıp yapmadığını anlamak mümkündü. eğer bir kadın penisinizi kavrarken yukarı aşağı yaptığı sırada aşağı inerken daha sert yukarı çıkarken daha esnek sıkıyorsa o kadın sekste uzmanlaşmıştır. diğer bir teorimize göre bir kadın seks yaparken çok fazla pozisyon değiştirmek istiyorsa o kadın fazla seks yapmıştır. aslında bir kadının fazla seks yapıp yapmadığını en iyi oral yaparken anlayabilirsiniz. bir kadın penisinizi yalarken dişlerini değdirmiyor ve dilini iyi kullanıyorsa o kadın çok fazla seks yapmıştır.

tabiki bunlar bilimsel verilere falan dayanmıyor. tamamen ben ve murat abinin saçma sapan tespitleriydi fakat şu ana kadar hiç yanılmamıştım.

ben tüm bunları düşünüp sabah güneşinin aydınlatmış olduğu "çilek" dövmesini ve dışarı doğru kavisli muhteşem beyaz poposunu izlerken nergis uyanmıştı. tatlı bir günaydın çakıp neden orada duruyorsun sabahları seks yapmaktan hoşlanmaz mısın deyip beyaz dişlerinin sadece 3te birisinin göründüğü bir gülüş attı. bense üzerimdeki baksırı çıkarıp yanına uzandım... 

Amerikada uç buçuk ayımı doldurmuştum. nergisle ise 1 aydır birlikteydim. Her yeri birlikte geziyor inanılmaz eğleniyorduk. washington, florida, toronto, los angeles vs. birçok eyaleti dolaşmıştık ve canadaya gitmeyi bile planlıyorduk. arada ufak tefek kaçamaklarım olmuyor değildi fakat o kadar olacaktı. amerikadayız ve cidden türkiyeye döndüğümde bir daha buraya gelmeyi düşünmüyordum. istanbulu çok özlüyordum. burası istediğiniz kadar muhteşem olsun doğup büyüdüğünüz yaşadığınız şehrin yerini hiçbir şey tutmazdı. üstelik ailem, arkadaşlarım oradaydı. wall streette bir iş bulup manhattanda bir ev tutup yaşamak zevkli olabilirdi fakat böyle bir gelecek hayali kurmuyordum. bu arada murat abi bana çalıştığı şirkette ufak tefek bir iş de ayarlamıştı. öyle stajyer-asistan tarzı bir işti. 300-400 dolar bir şey vereceklerdi ama hiç önemli değildi. hem dilimi geliştirecek hem birtakım işleri öğrenecek hem de cvimde güzel bir yer olacaktı. bir dahaki ay başlayacaktım işe. buraya yerleşmeyi düşünmüyordum ama neden üniversiteyi burada okumayaydım? 

şirkette gördüğüm afeti devranlar ve kızlar için söylüyorum yakışıklı lavuklar cidden inanılmazdı. bir şirkette çalışan hem kadınlar hem de erkeklerin hepsi mi yakışıklı/güzel olurdu. sanki şirkette bir ilaç vardı ve herkes onu kullanıyordu.  derin dekolteler, transparan giyecekler minnacık etekler ya da elbiselerin hiçbirisi en ufak sorun olmuyordu. herkes inanılmaz anlayışlı ve tatlı dilliydi. tüm bunlara rağmen gözlemlediğim şey kimsenin kimseye yazmaması ya da yürümemesiydi. en azından şirket içinde böyleydi. yapıyorlarsa bile kimse kimseye belli etmiyordu. hayvan gibi karıların götünü kesmek falan yoktu. iletişim kurmadıkları zamanlar dışında kimse kimsenin yüzüne bile bakmıyordu. açıkçası oradaki medeniyet bana biraz fazla gelmişti.

onun dışında şirkette beni sevmişlerdi. bir ara arabian diye çağırmaları gücüme gitmişti ama bu "türkler de araptır" anlayışını en azından şirkette olsa değiştirmiştim. cidden bizi arap olarak görüyorlardı ve bu beni çok rahatsız etmişti. kırık ingilizcemle türklerin araplarla tek ortak yanlarının din olduğunu onun dışında bizim bambaşka bir tarihimizin olduğunu bizim var olduğumuz toprakların arap çöllerine çok çok uzak olduğunu anlatmaya çalıştım ve çalıştığım süre içerisinde bana "arabian" demeyi bırakıp "attila" dedirtmeyi başardım.    bunun haklı gururu yanında iyi insanlar da tanıdım. şirketin yüzde ellisi yahudi idi. hakikaten esaslı adamlar olduğunu gördüm ama çok cimriydiler. şirketteki en iyi arkadaşım Abigail olmuştu. tutucu bir eyaletten geliyordu ve hakikaten içlerinde bizim türk kızlarına en çok benzeyen oydu. huy olarak tabi.

Abigail daha sonra türkiyeye de gelmişti. hala daha görüşürüz. ayrıca yaşadıklarımı anlattığım 2. insandır. 

onun dışında iyi de bir zenci ortamı yapmıştım şirkette. yani aslında öyle bir ortam vardı ben de aralarına girdim. will, kyle, juan ve ryan. hayatımda gördüğüm en taşşak adamlardı. yemeği hep birlikte yerdik. murat abi de vardı tabi. arada bir şirket arabasıyla sahaya da inerdik. saha zamanları çok eğlenceliydi. amerikan halkı tam odun amk. her şeye kanıyorlar falan. detay vermicem ama şu amerikayı gerçekten halktan insanlar yönetmiş olsa şimdi sömürülen ülke konumundaydı.

her neyse onun dışında bir gün hiç beklemediğim bir şey oldu. telefonum çaldı ve zerrin ablanın eren sesini duymamla kapattım. onun sesiydi. emindim. nefes alışını bile tanırdım. neden aramıştı onca zaman sonra. neden hala bırakmıyordu beni. ben neden kapatmıştım? pişman olmadım değil ama geri de arayamadım. ta ki o geceye kadar... 

bir akşam habersizce nergise gitmek istedim.  normalde daha önce hiç ona tek başıma habersizce gitmedim. onun evine hep birlikte gitmiştik ama o akşam proje çalışması olduğunu -mimarlık okuyordu- ve yoğun olduğunu söylemişti. doğru düzgün yemek bile yemediğini söyledi ben de en iyisi 2 büyük boy pizza alıp gideyim hem yarım saat yemek yeriz hem de sohbet eder özlem gideririz dedim. ev sahibi de beni çok iyi tanıyordu. eve çıkarken ondan yedek anahtar aldım. kapıyı açıp içeri girdiğimde oturma odası boştu. masanın üzerinde gerçekten proje çalışması duruyordu fakat yatak odasında sanırım bambaşka bir proje vardı. seslerin geldiği yatak odasına doğru ilerledim. içerdeki manzara bana yıllar önce kendi evimdeki manzarayı hatırlattı. tek farkı bu seferki iş üzerindeydi. kapıda dikildiğimi gören nergis birden üzerinde zıpladığı esmer penisten indi yorganın altına girdi. yanındaki esmer arkadaş gayet rahattı. açıkçası nergise aşık değildim. hatta onu çok sevdiğim bile söylenemezdi sadece beğeni ve inanılmaz bir güven vardı aramızda.  ve ben o akşam hayatta kimseye güvenemeyeceğimi bir kez daha anladım. kaşlarımı kaldırıp "sağlam proje bununla jüriyi ikna edebileceğine eminim" dedim. telaşlı ve korkmuş bir şekilde nergis "sevgilim biliyorum berbat bir durum ama yemin ederim seni seviyorum" vs. şeyler söyledi. açıkçası çoğunu duymadım bile. arkamı dönüp giderken size pizza aldım aç karnına yapmayın dedim ve çıktım gittim.  o akşam defalarca mesaj atıp aradı. inanın mesajlarını okumadım bile.

bana koyan şey aslında nergisin beni aldatması falan değildi. bana koyan şey bu kadar güvendiğim birisinin beni aldatmasıydı. ben onu aslında sevgili olarak bile görmüyodum. sıkı bir arkadaşım dostumdu o benim. ayrıca o manzara bana başka şeyleri de çağrıştırdığı için... asıl rahatsız eden de o olmuştu. 


o gece nedensizce zerrin ablayı aramak istedim. central parkın çimlerine oturup onu aradım. telefon 3 defa çaldıktan sonra açıldı.

zerrin abla:yüzüme kapattıktan sonra bir daha aramazsın diye düşünüyordum.

ben:tartışmak için aramadım.

zerrin abla:iyi misin sesin kötü geliyor.

ben:fena değil. senden naber? orada işler nasıl gidiyor?

zerrin abla: burada her şey bıraktığın gibi. ben de öyle. asıl haberler sende. nasıl eğleniyor musun?

ben:pek sayılmaz. yani bambaşka bir yer burası. insanlar farklı.

zerrin abla:üzüldüm senin için ne umutlarla gitmiştim.

ben:...

zerrin abla:...

zerrin abla:özledim seni eren. gerçekten özledim.

ben:şey ne diycem buraya gelmeye ne dersin?

zerrin abla:nereye new yorka mı? yok artık!

ben:yani neden olmasın bi kaç hafta... bilmiyorum gezersin.

zerrin abla:yani hiç düşünmedim. sen gelmemi istediğinden emin misin?

ben:yani değilim aslında ama burası hislerimi değiştirdi sanki bilmiyorum ya karışık işte. tek bildiğim seni çok özlediğim.

zerrin abla:vizeyi alır almaz yanındayım.

o gece aşağı yukarı böyle bir konuşma geçti. diğer konuşmalar çok önemli değil ama napmıştım ben? zaten buraya ondan kaçmak için gelmiştim ama gidip onu da buraya çağırdım. cidden bazen inanılmaz salak olabiliyordum. aklımla değil duygularımla hareket ettiğim zaman hep zararlı çıkıyordum. öyle ya da böyle buraya gelecekti...

j.f.k havaalanında misafir salonunda oturmuş  amerikanomu içerken ne kadar iğrenç bir insan olduğumu düşünüyordum. sanırım ben de zamanla tıpkı babama hatta babamdan daha beter bir karaktere bürünmüştüm. dışardan insanlar benim ne derece iyi, karakterli, güven duyulan birisi olduğumu düşünüyolardı fakat ben babamın eski karısı ve ailemizi parçalayan bir fahişeye aşık olmuş yetmemiş bir de onu amerikaya davet etmiştim.

karakter anlamında dibe vurmuştum. fakat sonra da düşündüm de etrafımda kaç tane karakterli insan vardı? bu kadar çok orospu ve orospu çocuğu karakterli bir ereni hakediyor muydu? amerikanın daha ilk günlerinde tanıştığım bianca hemen ertesi sabah başka birisini yatağına atmadı mı? çok uzun zamandan sonra ilk kez güvendiğim kişi olan nergis "lanet olası bir zenci"ye vermedi mi? murat abi? tamam fişek gibi adam. zeki yakışıklı ve başarılı. örnek aldığım bir adam ama o da epey karaktersiz. babamı zaten tanıyorsunuz.

peki ben neden bu kadar karakter yoksunu arasında karakterli ve dik duruşlu kalacaktım ki? kalmalı mıydım? kalırsam bir şeyler kaybeder miydim? yoksa bu bana çok şey mi kazandırırdı? kalmalıydım belki de...  etrafa göre değil kendime göre şekillenmeliydim.

yine o 9 yaşındaki erenin tahayyülatına dönmüştüm. kafamda çelişkili birçok düşünce sinüziti artmış bir beyni daha da yoruyordu. kafam patlayacak gibi ağrıyordu. uçağın inmesine daha 1,5 saat vardı. derhal bir ağrı kesici bulmalıydım. 

sağlık bölümüne gitmeye çok üşendiğimden hemen yan tarafımdaki japonlara ağrı kesicileri olup olmadığını sordum. gülümseyerek ilacı verdiler ben de jest olsun diye japonca teşekkür ettim. hemen japonca falan bildiğimi sanmayın. tsubasadan öğrendiğim bir kaç japonca kelimeyi bazen hava olsun diye kullanıyordum. jus! arigeto! gibi...

bu japonların çok hoşuna gitmiş olacak ki biraz muhabbete tutuştuk. avukat karı kocanın hemen yanlarında 4 yaşında bir çocukları vardı. Allahım hayatımda gördüğüm en çirkin çocuk olduğuna yemin edebilirdim. japonlar türkiyeyi çok sevdiklerini ve daha önce 2 kez istanbula geldiklerini söyleyip beni de japonyaya davet ettiler. memnuniyetle bir gün gelebileceğimi söyledim. telefon numaralarını verdiler ve daha sonra kalkacak olan uçaklarına doğru yola çıktılar.

kafamın bir köşesinde hala zerrin ablayı karşılamamak vardı. şeytan bas git gelsin biraz dolansın geri dönsün diyordu ama bunu da yapamıyordum. üzerimdeki büyü hala devam ediyordu derken karşımda tüm zerafetiyle o belirdi. deri ceketi ve dar kot pantolonuyla serseri bir havaya bürünmüştü ve bu onu inanılmaz çekici yapmıştı. valizini bırakıp sarılmak üzere bana koştu fakat beni geri çekilip hoş geldin dedim. biraz bozulmuştu. dudağında çıkan uçuk uzun yolculuğun sebebiydi sanırım. karnın aç mı diye sordum verdiği cevap bu kadar soğuk olduğunu bilseydim daha kalın giyinirdim dedim. ilk 1-2 saniye tam anlamadım. dışarda 45 derece sıcaklık varken bunu söylemesinin tek sebebi vardı. 

tabiki benden bahsediyordu. elimi bile uzatmamıştım. ve hala daha zorlansam da çok soğuk davranıyordum ona. hadi yemek yiyelim deyip hemen havaalanının içindeki orta sınıf restorana gittik.

hala daha konuşmuyorduk. daha doğrusu ben konuşmuyordum. derken sessizliği bozan da ben oldum.

ben:yolculuk nasıldı?

zerrin abla:şu andan daha kötü değildi.

ben:nasıl yani?

zerrin abla:eren sen beni buraya soğuk soğuk davranıp geri yollamak için mi çağırdın?

ben:kollarına atlamamı mı bekliyorsun?

zerrin abla:hayır ama en azından samimi bir kaç bir şey yapabilirsin yalandan da olsa!

ben:biraz başım ağrıdı da kusura bakma seninle ilgilisi yok.

tamamen benimle ilgiliydi. onu salak gibi buraya çağırmıştım ve bundan inanılmaz pişmanlık duyuyordum. salağın tekiydim. hemen 2 gün sonra da geri yollayamazdım. en azından en kısa zamanda geri dönmeliydi diye düşünürken zerrin ablanın kontrası geldi.

zerrin abla:6 aylık vize aldım. gelmişken en azından 3-4 ay kalmak istiyorum. hem buradaki bir kaç şirketle de görüşüp birtakım fikirler alacağım istanbuldaki şirket için. iyi oldu aslında çağırman. bi taşla iki kuş.

bana kuş mu dedi bu? ne 3-4 ayı lan ohaa! naptım ben? kendi kendime yuh çekerken. yalandan evet iyi oldu falan diyordum ama bu 3-4 ay napıcağımı hiç bilmiyordum. 

taksiye binip eve doğru yola çıktık.  ev tuttuğumdan bahsetmedim ama 15 gün oluyordu. manhattanda 1+1 2. kat bir daireydi. fena değildi. bir arkadaş daha bulup kirayı hafifletmeyi düşünüyordum ama şimdilik çok zordu.

eve gelince zerrin ablaya kursum olduğunu duş alıp dinlenebileceğini söyledim. ilk hiç bilmediğim bir ülkede beni yalnız mı bırakacaksın vs. şeyler söylese de 2 saate dönerim deyince biraz gazını aldım. kurs falan da yoktu. ondan kaçmak için yalan söylemiştim ama ne kadar da salaktım. hem onu kilometrelerce öteden amerikaya çağırıyordum hem de ondan kaçıyordum. gerçekten dangalağın tekiydim. 

eve döndüğümde üzerinde sadece bol bir tişörtle mutfakta salata hazırladığını gördüm. bembeyaz bacakları new york güneşiyle adeta bir ahenk oluşturmuştu. kırmızı ojeli ve pembe topuklu ayakları üzerinde salata hazırlayan zerrin ablanın içinde sütyen yoktu. külottan da emin değildim. saçına havlu sarılıydı.

beni görünce. nerde kaldın. dolabın bomboş hiçbir şey yok. ben de bulduklarımla salata yaptım. hadi bir şeyler söyle de yiyelim dedi. 2 tane büyük boy pizza ve kola söyledim. ufak yemek masasında birbirimize çok yakındık. yine büyülenmiş kalmıştım. bol beyaz tişörtünden diri memeleri belli oluyordu. göğüsleri tıpkı o stajyer zerrin ablanın göğüsleri gibiydi.  geçen yıllar onu eskitmiyor daha da güzelleştiriyordu. 

yine o şekerli deodorantı sürmüştü. saat akşam 10 buçukta fight clubı izlerken omzumda uyuyakaldı. pamuk gibi elini hemen elimin üzerinde hissedebiliyordum. ayaklarımız birbirine değiyordu. oturur pozisyondaydık. yavaşça kalkarken koluma sarılıp uykulu sesiyle gözleri kapalı bir şekilde nolur beni yalnız bırakma dedi. bi süre daha öyle kaldık. iyice bana sarılmıştı. kokusu beni adeta hipnoz etmişti. vücudunun diriliği inanılmazdı. aynı zamanda da pamuk şeker gibiydi. kendime gelip bu kez kalktım. onu koltuğa yatırıp üzerine ince bir pike örttüm ve en sevdiğim şeyi yapmaya başladım. karşı tekli koltuğa geçip onu seyretmeye koyuldum. nefes alış verişi adeta bir terapi gibiydi...

ayak parmaklarının ucundan saç diplerine kadar adeta bir şaheserdi zerrin abla. kızıl saçları tişörtünün içine girmiş. her nefes alışında meme uçları gözüküyordu. pamuk gibi bacaklarında en ufak bir pürüz yoktu. tişörtü kapatmıştı ama uyurken pikenin açılmasıyla turkuaz külodu belli oluyordu. onu en son böyle gördüğümden bu yana vücudu daha da dirilmişti. olgunlaştıkça daha muhteşem bir görünüme kavuşuyordu.  kalemle çizilmiş gibi duran dudakları öptüğü her kurbağayı prense çevirebilecek güçteydi sanki...

o gece tekli koltukta uyuyakalmıştım.  2 pamuk gibi elin yüzüme dokunmasıyla uyandım...

zerrin ablanın beni öperek uyandırması bi an nerde olduğumu bana şaşırtmıştı. bi an zaman mekan algımı yitirdim. hatta istanbulda olduğumu bile düşündüm.

yüzümü yıkarken hala daha naptığımı düşünüyordum. zerrin abla ve ben aynı yerde ama tanıştığımız yerden kilometrelerce uzakta bir yerde. birbirimizi arzuluyor, birbirimiz için deliriyorduk. daha doğrusu ben öyleydim fakat hala daha ona kendime tam anlamıyorla açamıyordum.

o sabah belki de dünyanın en güzel kahvaltısını etmiştim. arkadamda bir güneş tam karşımda başka bir güneş parlıyordu. kahvaltı ettikten sonra kursa gitmek için evden çıktım. zerrin abla da istanbuldaki şirketin iş yaptığı diğer şirkete doğru yola çıktı. yolda hiç konuşmadık.

kursa gittiğimde kapıda bekleyen beni hiç şaşırtmadı. nergis! beni bekliyordu. kolay kolay vazgeçecek gibi de durmuyordu... 

biraz yaklaşınca eren konuşmamız gerek dedi. ben de hayırdır zenci arkadaşın yok mu dedim o gün üstünde nasıl zıpladığını hatırlatırcasına...

nergis:bak eren haklısın tamam mı yaptığım şey adiceydi ama o an öyle bi durum gelişti. mantıklı bir açıklaması yok. kendime hakim olamadım. ufak bir kaçamaktı ama yemin ederim benim aşık olduğum adam sensin...

ben:nergis inan pek de umrumda değil. buranın türkiye olmadığını bir an unutmuşum. istediğini yapabilirsin ama dikkat et zencilerle çok takılma sana ağır gelir.

bu söylediklerim ona da ağır gelmiş olacak ki ağzını açamadı. umursamaz bir bakış atıp 3-4 adım attıktan sonra arkamdan bağırdı. söylediği şey beni olduğum yere çiviledi.

nergis:sen de benden daha karakterli sayılmazsın babanın eski karısını hemen eve atmışsın bakıyorum da!

bir anda kitlenmiştim. bunu zaten içimden sürekli ben tekrar ediyordum fakat bir başkasından ilk kez duymuştum ve bu beni adeta darmadağın etmişti. nergis yaşadıklarımı anlattığım 2. kişiydi. yani durumları biliyordu fakat zerrin ablanın geldiğini de nerden öğrenmişti?

ben:ne diyosun sen?

nergis:dediğimi duydun.  bu sabah sana geldim. kapıyı kızıl saçlı, bembeyaz tenli, iri göğüslü bir afeti devran açtı. tıpkı senin bir zamanlar bana tarif ettiğin bir kadın gibi...

ben:ne konuştunuz onunla?

nergis:hiçbir şey. seni sordum gece çok yorulduğunu uyuduğunu söyledi. ona kim olduğunu sordum istanbuldan gelen sevgilin olduğunu isminin de tesadüfe bak "Zerrin" olduğunu söyledi.

hiçbir şey diyememiştim ama çok kızmıştım. hem nergise hem de zerrin ablaya. inanılmaz kızmıştım. bir an çözülüp hızlıca kursa girdim. arkamdan "eren bir şey söyle bir cevap ver seni salak" diye bağıran nergisi duymadan... 

o gün kafam çok incintı. kursta derslere bile odaklanamıyordum. bunu fark etmiş olacak ki Meksikalı  Cristina neyin var diye sordu. cristina iyi bir arkadaşımdı. kafa kızdı. beni hep şaka yapan esprili biri olarak tanıdığı için durum dikkatimi çekmişti o gün. yo iyiyim deyip geciktirdim ama cristina inatçı bir kızdı. hadi bir şeyler yiyelim deyip beni her zaman gittiğimiz steakhousecuya götürdü. biralarımızı ve double hamburgerlerimizi söyledik. cristina yemeyi çok seven bir kızdı ama vücudu çok diriydi. bacakları meksikalılara özgü roberta carlos gibiydi. memeleri ve poposu iriydi. tam bir latindi anlayacağınız. onunla biraz kafa dağıttık ve nergisin yaptığını anlattım. zerrin abla konusuna hiç değinmedim tabi.  aslında nergisin yaptığını çoktan unutmuştum nergisle beraber ama sırf muhabbet dönsün diye anlattım. sonra da içimden "lan salak kız amerikalı ona ne anlatıyorsun onun için normal bunlar" dedim fakat hiç böyle bi tepki vermedi.

Cristina nergisin yaptığının iğrenç bir şey olduğunu insanın sevdiği birlikte olduğu kişiye karşı sadık olması gerektiğini onlaırn kültüründe de böyle olduğunu söyledi. Allah Allah dedim içimden meksikada böyle miymiş?  cristina cidden iyi bir kızdı. beni özveriyle dinledi. birer bira daha içip kalktık. üzülmemem gerektiğini söyleyip bana içten bi şekilde sarıldı. ona arkadaşlığı için teşekkür ettim. o da her zaman dedi ve beni hafta sonu sadece meksikalı kursiyerlerin katılacağı partiye davet etti. parti dediysem öyle aklınıza havuzllu havai fişekli bi şey gelmesin. bu tarz partileri amerikada ortaokul öğrencileri bile düzenliyor. klasik ev partisi işte. bir kaç bira içilecek çerez yenecek ve büyük ihtimalle sabaha kadar insanlar kurlaşıp seks yapabilenler seks yapacaktı.

ben daveti doğru düzgün duymadım bile çünkü gitmem pek de mümkün değildi. hem kafam çok incin hem de misafirim olduğunu unutmamam gerekirdi. ayrıca sikeyim meksikalıları. cristina iyi kızdı ama diğer tanıdığım meksikalılar tam orospu evladıydı. amerikalıların meksikalıları neden sevmediğini çok daha iyi anlamıştım onları tanıdıktan sonra... 

eve döndüğümde gene şok olmuştum. kapıyı açan zerrin ablaydı ama içerde murat abi oturuyordu. bana kızgındı. zerrin abla da bu durumdan çok memnun değildi. murat abiye bu konudan bahsetmemiştim. zerrin abla murat abinin amerikada çalıştığını az çok biliyordu ama karşılaşacaklarını tahmin etmemiştim. murat abi bana "biraz konuşabilir miyiz eren" dedi. dışarı çıktık. binanın önünde konuşmaya başladık.

murat abi:olm eren naptın sen?

ben:naptım ki abi?

murat abi:eren bu kadın ne ara buraya geldi? ne zaman çağırdın? naptığının farkında mısın sen?

ben:abi farkındayım ama ben de bu durumdan çok memnun değilim. bir an boşluğuma geldi çağırdım o da geldi. e kovamam da dünyanın bi ucundan bi ucuna gelmiş.

murat abi:bak olm biliyorum bu kadına ne kadar aşık olduğunu. baban da bundan bahsetmişti ama yapma bu kadın şeytanın ta kendisi. yıkma kendini. he sikerim atarım lan nolcak diyorsan eyvallah ama bağlanma bu kadına. sakın ama sakın! babandan sonra seni de kaybetmeyelim.

ben:ne alaka? babam kendi kendine eceliyle öldü.

murat abi:olm salak salak konuşma. bu kadın babanın hayatını sikti hayatını. anlamıyor musun hala? baban uyuşturucu kullanıyordu eren!

beynimden vurulmuşa döndüm. uyuşturucu ne alaka? murat abinin son söylediği beni dondurmuştu. hiçbir şey söyleyemiyordum. dudaklarım titreye titreye;

ben:ne ne alaka nerden çıktı bu? yalan söylüyorsun.

murat abi:bak babanın eceliyle öldüğü doğru ama bu kalp krizini tetikleyen şey uyuşturucuydu.

ben:yalan söylüyorsun öyle olsa otopsi sonucu bu da çıkardı. böyle bir şey çıkmadı.

murat abi:çıktı eren. çıktı. annen biliyor ama bunu öğrenmek için fazla küçüktün.

kafamdan aşağı bir kaynar su bir de buzlarla dolu su boşaltıyorlardı. ne hissedeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. iyi ama nasıl nasıl nasıl! babam böyle şeylere çok karşı bir adamdı. hayatta kullanmazdı böyle bir şeyi. zerrin ablayla ilgisi var mıydı bunun?

ben:bunun zerrin ablayla bir ilgisi var mı?

murat abi:eren o kadını buradan gönder. bir daha da görüşme. lütfen!

ben:söyle dedim murat abi. söyle. bir alakası var mı?

murat abi:eren bak. bunu ben de tam bilmiyorum ama zerrinin abisi bu pis işlerle ilgileniyor ve ben zerrini tanıdığımda o da kullanıyordu.

tabii yaaa yıllar önce evlerine gittiğimde annesi söylemişti. uyuşturucu işlerinden içerde yatıyordu. offf nasıl düşünemedim bunu. nasıl nasıl nasıl. beynimden vurulmuştum. babamı öldüren bunlardı. bilerek mi bilmeyerek mi yaptılar bilmiyorum ama ne şekilde olursa olsun babamın ölümünden zerrin abla sorumluydu. o an onu öldürebilirdim... 

eve sinirli ve hızlı bir şekilde çıktım. bağırıp çağırmaya başladım. o an kafamda çok net değil cidden ama zerrin ablaya bi tokat attığımı ve ev sahibinin falan eve gelmediğini hatırlıyorum. belki de murat abi olmasa çok daha bedbaht şeyler yapabilirdim. ondan iğrendiğimi babamın katili olduğunu onlara bunu ödeteceğimi söyledim. zerrin ablaysa sadece ama sadece ağlıyor ve lütfen beni dinle hiçbir şey öyle değil diyordu. murat abi bir kolumdan komşum texaslı bibi diğer kolumdan tutuyor ev sahibim kapının önünden bizi seyredip adeta olayların bitmesini ve beni evden kovmayı bekliyordu. en son  "siktir git buradan orospu bir daha karşıma çıkarsan seni yemin ederim öldürürüm" diye bağırdım. ondan sonrasını ciddi manada hatırlamıyorum.  bayılmışım. ayıldığımda başımda murat abi ve texaslı bibi vardı. koluma bir serum bağlamışlardı. hemen sol tarafımda biraz uzaktaki aynadan kendimi görebiliyordum. saçım başım ağrımış gözaltlarım şişmişti. her şeyin bir rüya olması için dua ediyordum. keşke her öyle dilediğimizde öyle olsaydı... 

bir kaç gün evde dinlenmek için rapor aldım fakat ben yatıp gözlerimi kapadıkça o anlar aklımda geliyordu. daha da çıldırıyor kafayı yiyecek gibi oluyordum. hislerim yine karmakarışıktı. cristinanın yaptığı çorbaya benzer sıvının berbat tadı ve inanılmaz acısı beni biraz olsun kendime getirdi. çorbadan ilk aldığım yudumda yüzümün aldığı şekil cristinayı güldürdü.  "fuego mexicano" diye bağırıp tekrar güldü. bu kızın neşesi beni biraz olsun kendime getirmişti.

cristina kafamın dağılması için beni meksikalılara özgü olan o partiye götürmeye davet etmişti. ama dedim ben meksikalı değilim. cristina olabilir ama benim arkadaşımsın deyip itirazıma aldırmadı bile. amerikadaki son aylarıma gelirken böyle bir parti fena olmaz deyip kabul ettim. 

muhteşem meksika çerezleri meksikalılar konusundaki olumsuz düşüncelerimi biraz olumluya çevirmiş gibiydi. her ne kadar acı sosları ağzımı hissedilmez bir hale getirse de bira ve tekilalarla bunu absorbe ediyordum.

bu sıradan bir ev partisinden daha güzel bir partiydi. büyük bir ev kiralamışlardı. (bu eve türkiyede her ne kadar villa deselerde amerikada herkesin evi böyleydi) büyük bir bahçesi ve havuzu da vardı. büyük barbekü de mangal yapılıyordu. biralar su gibi gidiyordu. cristina yanımdan hiç ayrılmıyordu nerdeyse.  partinin başlangıcına göre ortam sakindi. daha önce katıldığım ev partilerinde havuzda sevişenlerden merdiven altlarında oral seks yapanlara kadar her şey daha parti başlamadan başlamıştı.

aslında bu tarz amerikan partilerine karşı alerjim en son katıldığım partide rose isimli klasik amerikalı bir ergenin bira şişesinden sperm içmeseyle başladı. cidden o an kusabilirdim ve o andan sonra asla bu partilerde açık bira alınmaması gerektiğini öğrendim.

ama bu parti farklıydı. en azından parti gibi başlamıştı. etler cidden lezzetliydi. bir ara az daha yanlışlıkla domuz eti yiyordum. sağ olsun steve diye bir lavuk uyardı.  gerçi uyarmasa daha iyiydi.

"hey sen arap dikkat et domuz eti o sizin gibi yobazlara göre değil"

tabi ben bunun altında kalmadım.

"sağ ol bro bak bu et de tam meksikalılara göre (penisimi tutarak) tatmak ister misin?" dedim.

aslında bunu o ortamda korkarak söylemedim değil ama meksikalılar her ne kadar sinir bozucu olsalar da epsiriden anlayan tiplerdi. o an gülüşmeler hatta alkışlarr oo sesleri falan bile oldu. 

partide artık herkes tam olmuştu. açıkçası ben etlere ve çerezlere dalmaktan çok içememiştim bile. cristina dibimden ayrılmıyordu. altında dar bir şort ve üzerinde yarım bir tişört vardı. memeleri inanılmaz büyüktü. poposunun her hattı belli oluyordu. birden bana sarıldı ve elini popoma attı. fena değilmiş deyip güldü. boynu çok güzel kokuyordu. bir öpücük kondurduktan sonra sert bir şekilde karşılık verdi. boynumu ısırarak...

artık ortam iyice ısınmıştı. öpüşerek yukarı çıkmaya başladık. bir kaç yatakodasını açtık ama doluydu. hem de çok fena doluydu. en son ufak çocuk odası gibi bir çocuk odası bulduk. deliler gibi öpüşüyorduk. poposu avuçlarımdan taşıyordu. ellerim büyük olmasına rağmen hala daha ufak bir kısmını tutuyordum sanki. o kadar basket topu tuttum ama bu popo kadar sert değildi. göğüslerinin ucu kocamandı. nasıl soyunduğumu hatırlamıyorum. cristina tam benimkini muhteşem ağzına alırken birden kapı açıldı ve 2 kız pardon boş yeriniz var mı acaba diye sordu. kızlar lezbiyendi.  cristina keyfinize bakın ama sakın buraya bakmayın deyip güldü. kızlar tekli koltukta sevişmeye başlarken. ben hem sanki ferre izliyor hem de deli gibi sevişiyordum. cristinayı doyurabileceğimi hiç düşünmüyordum ama o inanılmaz zevk alıyordu. penisim ağzında ve içinde kayboluyordu sanki. cristina bununla yetinmemiş olacak önümde domaldı ve içine girmemi istedi. arkadan girerken o inanılmaz zevk şu an bile beni heyecanlandırıyor derken diğer 2 kızın nasıl bize katıldığını hatırlamıyorum bile. hepsine yetebileceğimi düşünmemiştim ama nasıl olduysa oldu işte. iki kız birden penisimi yalarken birisinin vajinasını yalıyordum. lokum gibi dedikleri var ya işte tam da öyleydi. mayhoş tat beni benden almıştı. artık kimin kiminle seviştiği belli değildi. en son 3 kızın birden ağzına boşaldıktan sonra. lezbiyen daha doğrusu artık biseksüel olduklarını bildiğim kızlar çıktılar. biz ondan sonra cristinayla bir kez daha yaptık. bu kız doymuyordu fakat benim iflahım kesilmişti.

beyler abartmıyorum o geceden sonra tam 1,5 hafta taşaklarım ağrıdı ve ciddi ciddi doktora gittim. doktorun tavsiyesine uyup bir süre mastürbasyon bile yapmadım. 

Amerika'daki son günlerime yaklaşıyordum. öğrendiğim kadarıyla Zerrin abla Türkiye'ye geri dönmüştü. Onu cidden o an öldürmek istemiştim. Çok düşündüm ve döndüğümde onu ölümden beter edecektim. Her şeyini elinden alacaktım. Bunun için savaşmam gerekirse savaşırdım gibi düşüncelerle beynimi meşgul ederken bazen fikirlerimin çocuksuluğuna gülüyor bazense olgun bir intikamçı gibi ciddi ciddi plan kuruyordum. Bazense her şeyi boş verip Amerikaya yerleşmeyi sonrasında ise annem ve kardeşlerimi yanıma almayı düşünüyordum ama cidden bunu istiyor muydum bilmiyorum. 

O gece yine parti vardı. Kurstaki elemanlar düzenliyordu ama hiç gitmek istemiyordum.  Çok sevdiğim iki Müslüman Hintli arkadaşımın ısrarıyla partiye gittim. sağlam bi organizasyondu. Hatta mantı, sarma falan bile yapmışlardı partide. Bizim kurstan Nurcanlar falan var onların işi olmalıydı derken karşıdan elinde mantıyla Kursun "Türk Lokumu" lakaplı kızı Aylin geliyordu. Bu kızı cidden sevememiştim. Sırf bu yüzden kurstaki Türk ortamına bile girmiyordum. Bir zararı yoktu iyi kızdı ama salak salak tripleri beni hayattan soğutuyordu.

"Ereeeeeenn bak sana naaaptıııım" diyerek koca bir kaşık mantıyı ağzıma tıktı Aylin. itiraz bile edemedim. Altında mininin de minisi bir etek upuzun bacaklarını daha da belirgin hale getirirken üstüne giydiği bluzundan siyah sütyeni belli oluyordu ama nedense benim buna kılım bile kıpırdamıyordu.

Aylin bi yandan ağzıma mantıyı tıkarken diğer yandan da bak sarma da var hee kendi ellerimle açtım ondan ye diyordu. Ağzımdakini bitirince Aylin boğulcam yeter deyip daha yemedim. Aaaaa niyeeee diye saçma salak bi triple cevap verdim. Kızım bu ne dedim. Partiye mi geldik güne mi? Yaaa amaa sen bilmiyor musuuun kurstaki herkes kendi ülkesine göre yemekler falan yapcaktı o yüzden yaaaniiii partiye sonradan başlıcaaaak dedi Aylin. Anladım ben Batulara bakim deyip hemen Aylinin yanından ayrıldım derken belimde sıcak bir el hissettim. Arkamı dönünce tüm seksiliği ile Nergisi gördüm. Kıpkırmızı rujları ve diri memeleriyle beni karşıladı. Sessiz ve mahcup bir sesle merhaba dedi. 

Açıkçası Nergise karşı içimde bir nefret kin vs. yoktu. sadece burukluk vardı o da güvendiğim bir insanın beni böylesine aldatması koymuştu o kadar. merhaba deyip konuşmaya başladık. kursu vs. sordu. geçenlerde yaşadığımı hastane olayını falan öğrenmiş. gelmek istedim ama çekindim dedi. yaptığından utanman güzel dedim. eren biliyorum beni affedemiyorsun ama gerçekten çok pişmanım dedi. önemi kalmadı dedim ve biralarımızı tokuşturduk. gitmeden önce belki de o akşamki zenci elemanı kıskandığımdan ondan daha iyi bir performans sergilemek istiyordum bu yüzden de nergisle yakından ilgilenmeye başlamıştım... 

kısacık bacaklarıyla ben içinde git gel yaparken belimden çok iyi sıkıştırmıştı. bacakları kısa ama güçlüydü. vücuduna dokunduğumda elime gelen lombur lombur etler beni daha da tahrik ediyordu. etli memelerini ısırmam ona acıdan daha çok zevk veriyordu...

parti ilerlemiş gece saat 2:30 gibi kör kütük sarhoş olmuştuk. yukarıdaki yatak odalarından bir tanesine çıkıp nergisle sevişmeye başladığımızda kapının hafif açılmasıyla bir an gözlerim o tara gitti. Aylin masmavi gözleriyle bize bakarken üzgün görünüyordu. mahcup ve utanmış bir şekilde kapıyı kapatan Aylinden sonra nergisle daha azgın bir şekilde sevişmeye devam ettik.  onu üzerime alıp poposundan sıkarak penisimin üzerinde zıplatıyordum. dudaklarımız artık paramparça olmuştu. teninin kokusu harikaydı.  sevişirken duş jelini ya da parfümünü tahmin etmeye çalışmak boşalmamı daha da geciktiriyordu. bu kendimce geliştirdiğim bir taktik. nergis  kendini bana affettirmeye çalışırcasına deli gibi sevişiyordu. en son ben sırt üstü uzanmıştım. nergis tüm penismi ağzına sığdırmaya çalışırken elleriyle taşaklarımı okşuyordu. genital bölgem ruj izleriyle doluydu. "geliyorum nergiss" diye inlediğimde normalde adeti olmamasına rağmen ağzına boşalmama izin vermişti. yanıma uzanıp seni çok seviyorum dediğinde anın büyüsüne kapılıp ben de dedim fakat yaptığım tek şey basit bir seksten fazlası değildi... 

gece bayağı kötü olduğumdan murat abiyi aradım. gelip beni aldı. ona gittik ama ben sadece arabaya bindiğimi hatırlıyorum. sabah uyandığımda rahat bir yatakdaydım. kalkıp tuvalete gittim. kapıyı açmamla içerden "ohmygosh" çığlığı gelmesi bir oldu. meğer murat abininkilerden biriymiş ama bu kadını tanıyor gibiydim. ayak bileğindeki  playboy dövmesinden tanımıştım. şirketteki israilli bir kadındı. özür dileyip çıktım. sonra da tuvalete girmeden üzerimi değiştirip kendi evime doğru yola koyuldum. artık gitme hazırlıkları yapmamın vakti gelmişti... 
                             

gitmeme daha 2 ay gibi bir zaman vardı fakat hazırlıktan kastım valiz vs. değil bürokratik işlerdi. amerikada inanılmaz bir güvenlik endişesi vardı özellikle 11 eylülden sonra bu çok artmıştı. bu yüzden yabancıysanız hele ki bir de müslümansanız ülkeye girmeniz de çıkmanız da çok zordur. bu bürokratik işleri anlatıp sizi sıkmayacağım sadece bilin diye söyledim. sabah bir kaç işimi hallettikten sonra kursa gittim. aylinin bana bakışları biraz kötüydü. cidden o tam sevişilecek bir kızdı ama nedense gram haz duymuyordum ona karşı. cristinayla sevişmemize rağmen dostluğumuz tam gaz devam ediyordu. amerikada böyledir bu işler. birisiyle hem sevişebilir hem de çok iyi 2 dost olabilirsiniz. öğleden sonra cristinayla yemek yeyip ona gittik. bir süre oynaşıp yiyiştikten sonra güzel banyosundaki büyük küvette yaklaşık 3 saat kaldık. bir kadınla seks yapmaktan çok daha zevkli bir şey varsa o da sekse en yakın şeyi yapmaktır. en azından benim için.

cristinanın elleri çok iyiydi. beni masaj yaparken boşalttı. çıktıktan sonra birlikte sarılarak güzel bir uyku çektik. akşam onda kaldım. sabaha kadar epey yorulduk fakat buna değmişti.  seksten ziyade bu yalamalı emmeli bir gece geçti.

sabah uyandığımda annemle biraz konuştuk. çok özlediğini vs. söyledi. az kaldı ben de çok özledim dedim. cidden özlemiştim. hele bizim ufaklıklara ki epey büyümüşlerdi baya özlemiştim.

o gün şunu anladım isterseniz kainatın en güzel yerinde olun hatta isterseniz cennette olun eğer sevdiğiniz insanlar yanınızda değilse orası asla tam anlamıyla cennet değildir. 

Günler, haftalar, aylar geçmişti artık bir rüyanın daha sonuna gelmiştik. Amerika maceram benim için güzel ve verimli geçmişti. Staj yaptığım şirketin genel müdürüyle de konuşmuştum. Üniversite bitince tekrar iletişim kuracaktık ve oluruna bakıp o şirkette bana göre bir iş ayarlayabileceğini söyledi. Her ne kadar Amerikaya yerleşmek benim için kötü bir fikir olsa da seçeneklerimin arasında durmasında bir beis yoktu.

Açılışı Bianca ile yapmıştım kapanışı da onunla yapacağımı tahmin etmezdim. Son haftama girdiğim için o geceyi kursun yurdunda geçirmek istedim. Yurtta pek kimse kalmamıştı. Akşam saat 11 gibiydi. Baincaya mesaj attım. Biraz konuştuktan sonra odaya çağırdım. Arkadaşım var onun yalnız kalması uygun değil dedi. Bence de o da gelsin yalnız kalmasın deyip güldüm. Güzel fikir dedi. Yaklaşık 7 dakika sonra kapım pembe ojeli bir elle açıldı. Biancayı biliyorsunuz zaten. Öteki kız bambaşkaydı. Kahverengi bir zenci güzeliydi. harika bir gülüşü vardı. Odadaki çiftli koltuğa oturduk. ben de tam ortalarındaydım. bir ara kendimi bir Porno filmin ortasında hissettim. cidden öyle gibiydi. üçlü öpüşürken inanılmaz bir heyecan hissettim. sonrasında ise bir farklılık olsun dedim ve bianca ile cassiananın sevişmelerini izlemeye karar verdim. onlar benim yatağımda sevişirken ben koltukta oturmuş onları seyrediyordum. bianca güçlü bir şekilde öpüyordu cassianayı. cassiana da en az onun kadar arzuluydu. memesinin tam altındaki dil dövmesi inanılmaz güzel duruyordu.  bianca cassiananın dar kot şortunu zorlukla çıkardı. üstündeki bluz çoktan yırtılmıştı bile. kot şort çıktıktan sonra ortaya inanılmaz bir görüntü çıktı. harika diri poposu büyüleyiciydi. biancanın uzun bacaklarıyla cassiananın kahverengi bacakları birbirine kenetlenmişti. bianca cassiananın siyah bacak arasını yalarken dünyanın en mutlu insanı görünüyordu. çok geçmeden dayanamadım ben de aralarına atladım. zaten onlar da sürekli "i want your cock baby" deyip duruyorlardı. o arzulu seslere daha fazla cevap vermemek olmazdı. tükrükten ve zevk suyundan ıslanmış vücutlara değerken cehenneme gideceğimden o kadar emindim ki. bu müthiş bir günahtı fakat ben kendimi alıkoyamıyordum. bianca üzerimde zıplarken ben de cassiananın memelerini emiyordum. büyük 95lik memelerin ucu inanılmaz sivri ve dimdikti. sonrasında cassianayı yatağa yatırıp üstüne abanmaya başladım. cassiana bir yandan beni içine alırken öte yandan biancanın vajinasını büyük bir iştahla yalıyordu. o gece sabaha kadar 5 kez yaptığımı hatırlıyorum. tabiki de ben bir ferre yıldızı değilim. bu 5 kez aralıklarla olmuştu.

bianca ile cassiana o kadar doymazdı ki bir ara pizza getiren çocuğu bile aramıza alacaklarını düşündüm. gecenin sonunda üçümüz birlikte inanılmaz bir uykuya dalmıştık. ben cassianaya bianca da bana arkadan sarılmıştı. güzel tenler birbirini besliyordu adeta...

son hafta asıl bomba "ŞiRKET PARTiSi"ydi. beyler bu bu bölümü dikkatle okuyun çünkü cidden efsane. ben hayatımda böyle bir şey görmedim. 3. sınıf sıradan ev partilerini unutun. size anlattığım tüm partileri unutun. bu bambaşka bir şeydi. parti değil bildiğiniz karnavaldı. şirket her yıl 2 kez dönem sonlarında bu partiyi verirdi. normalde beni çağırmazlardı çünkü ben orada sadece bira dil öğrenmeye çalışan dışardan birisi gibiydim. yani stajyer bile sayılmazdım ama murat abinin kontenjanından bir kişilik yerim vardı.

kocaman bir bahçe yemyeşil kısa çimlerin üzerinde herkesin ayakları çıplaktı. 2 büyük havuz bir küçük havuz vardı villada. hava inanılmaz sıcaktı ve parti öğlen 12de başlamıştı bile. normal şirkette klasik iş kadını havasındaki kadınların şimdi üzerlerinde sadece ip gibi bikiniler ellerinde kokteyllerini yudumlarken çalan müziğe eşlik ediyorlardı.  herkes inanılmaz eğleniyordu. parti programını bilmiyordum fakat bildiğim kadarıyla buzla dolu havuza girmek, köpük partisi kısmı, çıplak dj vs. bugün burası yıkılacak ve parti sabaha kadar devam edecekti. açıkçası seks yapma ihtimalim hem yüzde yüz gibiydi hem de yüzde sıfır gibiydi. biliyorum çok çelişkili fakat cidden öyleydi. yüzde yüzdü çünkü ortam buna çok müsaitti. yüzde sıfırdı çünkü buradaki kızların hiçbirisi çoluk cocuk değildi. hepsi olgun 1. sınıf akıllı kadınlardı. olgundan kastım huy ve zeka anlamında. yoksa 18-22 yaşlarında birçok stajyer kız ve erkek de ordaydı. 

o yılların patlayan şarkısıyla herkes adeta patlıyordu. gözlerimin önünde inanılmaz kalçalar dans ediyor. kaymak gibi bacaklar sallanıyor, dik göğüslerden şampanyalar içiliyordu. erkeklerin kasları kalemle çizilmiş gibiydi. ortam tam bombaydı.

murat abiyi bir kızın göğüslerinden şarap içme yarışında gördüm. kaybetmişti. bunu becerebilen insan çok azdı zaten. gwein'ın göğüslerinden denemek istedim. bu mümkün gözükmüyordu ama yaptım! o günün en başarılısı bendim. hiç sızdırmadan içebilmiştim. hediyem ise popoya bir şaplaktı ve beyler inanın gweinın kalçası dünyada eşşsizdi. bu kadar uzun bir kızda böyle bir kalça muazzamdı. koca bir şaplakla gwein tüm parti boyunca kalçasında kocaman bir el iziyle dolaştı. büyük bir çığlıktan sonra  "bunu sana ödeteceğim turko" diye bağırdı. bense kahkalarla havuza atladım...

akşam olmuştu artık herkesin kafası muhteşemdi. partiden ayrılan olmuyor aksine saatler ilerledikçe daha da gelen oluyordu derken o da ne gördüğüm şey karşısında içimden kocaman bir "ohhhaaaa" çektim. bu inanılmazdı!!! beyler bunu siz anlamayacaksınız ama karşımda gördüğüm kadın Ericca C. idi. şirketin en tepesindeki isim! kimsenin şirkete helikopterle gidip gelen genel müdürlerin bile ayda zar zor bir kere görebildiği bir isimdi. gözlerime inanamıyordum. 45 yaşındaki bu kadın dünyanın en iyi milfi olabilirdi. sıfır selilütleriyle transparan plaj elbisesinden bikinileri gözüküyordu. harika bir makyajı vardı. saçları salınıyordu. topuklu ayakkabısının üzerinde poposu daha da dikleşmişti. bu kadın muazzamdı.  sapsarı saçları yürüdükçe dalgalanıyordu. vücudunda en ufak bir pürüz yoktu. herkese şöyle samimi ve sıcak bir bakış attıktan sonra garson özel olarak bir koktely verdi ona.  villanın bahçesinde başköşedeki geniş koltuğa oturdu...

parti coşmuştu artık. Ericca C. bile dans ediyordu. bu yüzyılda bir olurdu. anın tadını çıkarıp kendimi akşama verdim. bu hayatımda katılıp katılabileceğim en muhteşem partiydi.

Bir ara çok tuvaletim geldi ve yukarıya çıktım. aralık olan kapıdan Murat abinin genç stajyeri nasıl becerdiğini gördüm. Murat abi iğrenç sevişiyordu. orayı geçtikten sonra köşede insan kaynakları müdürüyle istatistik uzmanının lezbiyen ilişkilerini gördükten sonra nihayet tuvalete ulaşabildim. o gece seksi pek de düşünmedim açıkçası. bu muhteşem parti ve Ericca C.yi görmem bana yetti de arttı bile. tuvaletimi yapmış kapıyı açıp tam çıkıcakken karşımda gweinı gördüm. "ödeşmemiz gerek" deyip beni tuvalete itti. zaten güzel olan kafam direnmeme izin vermedi. aslında cidden o an gweinla seks yapmak yerine aşşağıda biraz daha Ericca C.'yi izlemeyi tercih ederdim fakat kaçış yoktu. Gwein intikamını almakta kararlıydı ben de tecavüzden kaçış olmadığını anlayıp zevk almaya baktım... 

klozetin üstüne oturmuş penisimi ağzına alırken her an ısırabileceği ihtimali beni korkutsa da düşünmemeye çalışıyordum. sırf bir şaplak için penisimi ısırıp koparmazdı heralde derken kontrolü elime almazsam buradan zararlı çıkabilirdim. birden ters bir manevra yapıp "sen çok oldun gel bakalım" dedim. gwein'ı halı serili banyoda yere yatırıp sonuna kadar araladım bacaklarını içine girmemle derin bir "ohhhmygush" çekmesi bir oldu. hem içine giriyor hem de bluzlarının üzerinden yarısı dışarı fırlamış memelerini emiyordum derken ben yattım o üstüme çıktı. zıplarken sert bir şaplak daha atınca sen çok oldun deyip sivri tırnaklarıyla göğsümü tırmaladı. beyler o izleri tam 3 ay boyunca taşıdım. istanbula bile taşıdım onları.

gwein beni çok yormuştu. en son hazır banyoda olduğumuzu da hatırlayıp duş aldık ve çıktık.

üstünden 3 gün geçmesine rağmen hala partinin yorgunluğu üzerimdeydi ve başım çatlıyordu. J.F.K havaalanında uçuşu beklerken yine yanıma ağrı kesici almadığım için kendime küfrediyordum. hemen çaprazımda oturan japonları gözüme kestirmiştim yine. umarım aynı japonlar değildir deyip ağrı kesicilerini istedim. memnuniyetle verip konuşmaya başladık.  iki iyi arkadaş olduklarını öğrendiğim bu abiler bana o kadar güzel öğütler verdiler ki bir kez daha japonlara hayran oldum. o gün oradan bana söyledikleri bir şey özellikle aklıma kazındı.

bir japon atasözü der ki; Kaybettiğin her şeyde geleceğini, kazandığın her şeyde ise geçmişini hatırla.

yaklaşık 13 saatlik bir uçuş boyunca hep bunu düşündüm ve yanımda her tarafı piercing ve dövme dolu olan pis kokulu kadına ancak böyle tahammül edebildim... 

bizim ufaklıklara sarılırken içimden "sikerim amerikasını ulan" diyordum. annem, canım annemi öyle özlemiştim ki. kokusu dünyalara bedeldi. hayatımda kolay kolay ağlamayan ben o an ağlamıştım.

beyler şunu asla unutmayın dünyadaki hiçbir vajina, meme, bacak, araba, ev, mal mülk size ailenizin sıcaklığını vermez. gerçek zenginlik bir anne ve iki kardeşten ibaretmiş o an onu anladım. babamsa kalbimdeydi hala... 

annemin yaptığı harika yemekler yemin ederim amerikaya bir kez daha lanet okuttu. amerikaya gittiğim için pişman değildim ama ailemden ve tabiki bu yemeklerden mahrum kaldığım için pişmandım. muhteşem bir akşam yemeğinden sonra o akşamı tüm ailemle geçirdim. hatta annem ve bizim ufaklıklarla uyuduk o gece. beyler tekrar söylüyorum şu güzel uyku var ya  nergisle de biancaya da diğer hatunlarla da geçirdiğim uykudan bir milyon kat daha huzurluydu lan.

o gün arkadaşlarımla buluştum. hepsi üniversiteye başlamıştı. cidden çok özlemiştim hepsini. beyler hayatınızda 2. baharı mı yaşamak istiyorsunuz? gidin uzak ama çok uzak bir yere 1 yıla yakın kalın sonra geri dönün. o an yeniden doğmuş gibi oluyorsunuz. yakınınızdaki insanları daha çok seviyor onlara daha çok değer veriyorsunuz.

akşam olmuş eve dönerken çalan telefonumdan arayan numarayı tanımıyordum. normalde açmazdım öyle telefonları fakat o an açmam gerektiği hissine kapıldım. açtım. gelen ses tüm mutluluğumu ve aynı zamanda mutsuzluğumu alıp götürdü.

zerrin abla:eren?

ben:pardon?

zerrin abla:zerrin ben.

ben:ne istiyorsun?

zerrin abla:hiçbir şey. sesini duymak istedim sadece.

ben:sen ne iğrenç bir insansın ya! arama bir daha beni.

zerrin abla:eren di...

dıt dıt dıt dıııt

çıldırmak üzereydim. nasıl oluyordu bu nasıl nasıl nasıl! deli olacaktım. bir insandan hem nasıl midem bulanabilir hem de nasıl böyle köpek gibi aşık olabilirdim ona anlamıyordum. o gün ciddi ciddi bir psikoloğa gitmeye karar verdim.

aslında zerrin ablaya çok şey yapmayı planlıyordum. cidden hayatını ondan geri alabilirdim. bugün olduğu yeri bile ondan geri alabilirdim fakat o gün havaalanında japonlarla o konuşma tüm kinimi alıp götürmüştü. bana kinin en kötü şey olduğunu. dünyadaki tüm güçlü insanların ve güçlü imparatorlukların kin yüzünden yok olup gittiğini söylemişti. kin ve intikam duygusunun çok kötü bir şey olduğunu o gün o japonlar bana öğretmişti. evet zerrin ablaya karşı inanılmaz bir kin besliyordum hala fakat ondan intikam almayacaktım. zaten ondan uzak durarak ona en büyük cezayı veriyordum. her ne kadar aynı cezayı ben de çekiyor olsam da... 

o sene artık üniversiteye hazırlanacaktım. dilimi epey geliştirmiştim. o yüzden yabancı dil üzerine okuyup etrafını ekonomiyle ilgili bir bölümle şekillendirecek sonrasında ise şimdiden parlak bir cv ile başlayacaktım. boğaziçi kafamda kesin gibiydi. odtü 2 galatasaray 3. sıradaydı.

o günden sonra zerrin abla beni bir kaç defa daha aradı açmadım. bir kaç defa arabayla karşıma çıktı. yine konuşmadım. artık ona karşı hislerim donmuştu. çözülmüyordu. neden bu kadar ısrar ediyordu anlamıyorum. git gide garipleşiyor ve biraz da beni korkutuyordu.

tüm çalışmalarım güzelce giderken bir anda hayatımın mahvolacağını nerden bilebilirdim? bir insanın hayatı kaç defa mahvolabilirdi? annesinin ve babasının yatağında başka bir kadını çıplak uyurken yakaladığında mı? anne ve babası boşandığında mı? babası öldüğünde mi? babasının uyuşturucu kullandığını öğrendiğinde mi?

başıma gelen her kötü şeyden sonra daha kötüsü ne olabilir diye düşünürken her seferinde daha kötüsü olması gerçekten hayatın bana attığı bir pandik gibiydi.

geceyarısı çalan telefonum beni telaşlandırdı. zerrin ablanın numarası değildi. tanıyordum o numarayı fakat kimdi? merakla telefonu açtım. arayan oydu. başka bir numaradan aramıştı. ağlayarak nolur gel diye yalvarıyordu.

zerrin abla:eren yalvarırım gel sana çok ihtiyacım var...

ben:ne zaman rahat bırakacaksın beni?

zerrin abla:aşığım sana senin için her şeyden vazgeçmeye hazırım. ne istersen yaparım senin için.

ben:geberip gitmeni istiyorum.

zerrin abla:öyle mi? peki istediğini alacaksın hem de bu gece...

ben:zerrin abla saç...

dıt dıt dıt dıııt dıt dıt dıt dııııtt

telefonu kapatmıştı. endişenmeli miydim? saçmalıyordu. boş vermeliydim bence. ya ciddiyse? sarhoş gibiydi ya da uyuşuk. bir şey içmiş olabilir mi? off eren saçmalama yat uyu.

kafam yine 9 yaşındaki haline geri dönmüştü. zerrin ablayla ne zaman karşılaşssam ya da konuşsam 9 yaşında babasının bilgisayarında volfied oynayan erenin kafasına geri dönüyordum.

yatağa tekrar girip yorganı kafama çektim. 

oofff olmuyor olmuyor olmuyor "amına koyiyim" uyuyamıyorum! hızlıca kalktım. yıkatmalı slim fitt kot pantolonumu ve gömleğimi giydim. üzerime deri ceketimi alıp annemin arabasının anahtarlarını aldım. her ihtimale karşı garajdan babamın özel çekmecelerinden bir tanesinde duran zerrin ablanın ev anahtarını da aldım. umarım  kilit değişmemiştir. ehliyetim yoktu ama iyi kullanıyordum.  amerikadaki eyaletler arasındaki yollar tam araba kullanmaya uygundu fakat istanbul için emin değildim.

arabaya atladım. nabzım normal bir insanınkinden 7 kat fazla atıyordu sanki. bu yüzden arabayı 3 kere stop ettirdikten sonra çalıştırabildim. eğer yolda 4-5 kez stop ettirdiğimi ve düz yolda patinaj çektiğimi saymazsak fena araba kullanmıyordum.  eve vardığımda ellerim titriyordu. merdivenleri nasıl çıktığımı hatırlamıyorum bile. 

kapıyı kaç kez vurduğumu hatırlamıyorum ama açmıyordu. uyumuş ya da sızmış olmalıydı evet evet. en kötü ihtimal evde yoktu. hemen anahtarları aradım cebimde yoktu. Allah kahretsin arabada kaldı sanırım deyip arabaya indim. aklım o kadar başımdan gitmişti ki daha yarım saat önce aldığm anahtarları bulamıyordum. şoför koltuğunun yanındaki koltuğun altına düşmüştü. aldım tekrar hızlıca eve çıktım. hem anahtarı deliğe sokmaya çalışıyor hem de içimden "Allahım nolur kilit değişmemiş olsun" diye dua ediyordum. yok değişmemişti. kapı açıldı. hızlıca içeri daldım. karanlıktı. ışığı yaktım. attığım her adım beni daha da heyecanlandırıyordu. bir adet kot pantolon koltuğun üzerindeydi. cam sehbanın üzerinde beyaz bir toz vardı. hemen yanında leblebi kutusuna benzeyen ince ve küçük hortumsu şeyler...

kısa holü geçip yatak odasına doğru ilerledim. kapı kilitliydi. evde yoksa bu kapıyı kilitlemesi anlamsızdı. kapı ince ve eskiydi. biraz zorladım açamadım. biraz gerilip sağ kolumla vurdum. endişem ve salgılanan adrenalin acımı unutturuyordu. 7. vuruşumda kapı açıldı. gördüğüm şey karşısında dona kalmış ne yapacağımı bilmez şekilde öylece çakılmıştım. sanki bir salise 1 yıl sürüyormuş gibiydi. kafamın içindeki hücreler ağır çekimde hareket ediyor sanki bir yerlerden chopin sesi geliyordu.

bembeyaz vücudu artık bir kar tanesi kadar beyazdı. uzun ince ayak parmakları aşağı doğru sallanıyor kırmızı ojeleri tüm ihtişamını koruyordu. burnundan ve ağzından gelen kan kızıl saçlarının rengini gölgeliyordu. tavanda asılı duran o güzel deniz kızı...

bir ölüm ancak bu kadar güzel olabilirdi. hiçbir şey yapamıyor, hiçbir şey söyleyemiyordum. çığlık atmak istiyordum ama sanki binlerce el ağzımı kapatıyordu. koşmak onu kurtarmak istiyordum sanki elimi kolumu zincirle bağlamışlardı. dizlerimin üzerine çöktüüüm kaldım... 

dışarıda yağan yağmur yıkayabilir miydi tüm acılarımızı? alıp götürebilir miydi bizi geçmişimizden? kaçırabilir miydi bizi mutlu olduğumuz zamanlara? peki bir yağmurdan medet ummak akıllıca mı sizce? değil evet. ben de biliyorum fakat aklımın olduğunu kim söyledi ki?

tavanda asılı duran sadece bir insan bedeni değil sadece zerrin abla değil benim hayatımdı. benim düşlerim benim hayallerim benim arzum benim geçmişim ve benim geleceğim...  o tavanda aslında duran şey sadece o değil bendim.

kaç dakika orada kaldığımı bilmiyorum fakat o ana dair hatırladığım tek sahne tavanda kendini asarak intihar etmiş Zerrin "abla" ve cenin pozisyonunda hüngür hüngür ağlayan ben...

gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. ellerim ve bacaklarım bağlıydı. fakat kelepçe ile değil. bu bağlama daha çok bir delinin bağlanması gibiydi...  neler olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. beni oradan kim almıştı kimler gelmişti. neler olmuştu bilmiyordum. tek hatırladığım sahne o sahne ve dışarıdan gelen chopin... 

hastanede iki ay kaldıktan sonra birçok sorgudan vs. geçtim.  sıkı bir uyuşturucu bağımlısı ve uyuşturucu ticareti yapan bir adamın kardeşi olan bir kadınla yakınlığım epey soruşturuldu. tabi babamın eski karısı olması benim için çok fazla sorun yaratmadı. üstelik temizdim.

tüm bu saçma sapan prosedürleri bir kenara bırakırsak. yoktu artık o.  bana aynı yerde hem cenneti hem cehennemi yaşatan kadın yoktu. sorgular bitince narkotik şubeden kısa saçlı uzun boylu neredeyse matrixteki trinitye benzeyen kadın polis bana bir zarf uzattı. bir mektup. kızıl bir zarf içinde bir mektup.

üzerinde "Küçük Aşkım Eren'e" yazılı... 

ölümünün üzerinden 2 ay geçmişti. babamın mezarının biraz yakına defnedilmiş. kahverengi ve kuru toprağın bakımsızlığı göze çarpıyordu. sadece tek bir çürümüş gül başucunda duruyordu.

Zerrin Abla
D.1.9.1977
Ö.8.4.2007
yazılı mezarını başına çömelmiş bana bıraktığı kızıl zarf içindeki mektubu çıkardım.

Küçük Aşkım Eren;

Nasıl da üzgünsün şimdi...  Bu asla ama asla senin suçun değil. Bu benim yaşamam gereken şeydi. Seni hep sevdim ben. Gerçekten sevdim. Babanı da sevdim ama sen bambaşka bir rüyaydın benim için. Ne mutlu olurduk seninle.  Ne güzel severdik birbirimizi ama olmadı di mi yapamadık beceremedik bir türlü. Ben kötü birisi değilim Eren sadece hayatın kötü davranmak zorunda bıraktığı birisiyim. Beni gerçekten affedebileceğin aklımın ucundan bile geçmiyor ama senden tek bir istediğim var her sene bugün 8 nisanda bana beyaz papatyalardan getirir misin? başka hiçbir şey istemiyorum senden. iyi yaşa olur mu? Mutlu ol. Seni hep sevdim ve eğer varsa öteki dünyada da seveceğim...

Tam 10 yıl önce bugün kendini asarak intihar etmişti. Mezar taşında yazan "abla" soy ismiydi.

bana çok kızdınız hikayeyi uzattığım için fakat amacım tam bitişi bugüne getirmekti. bugün onun ölümünün 10. yılı. uyumam gerek sabah mezarına gideceğim beyaz papatyalarla. her sene olduğu gibi yine 8 nisan sabahı birlikte olacağız. görüşmek üzere.


BiTTi





beğendiysen paylaş panpa


2 yorum:

  1. Aga kurgu olduğunu bile bile sonunda içimde bi burukluk oluştu kendimi çok kötü hissediyorum

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil