Kendimi Bir Kıvırcığın Saçlarında Astım!

kendimi bir kivircigin saclarinda astim

Birazdan okuyacaklarınızın gerçek veya kurgu olup olmadığı hakkında bir şey söylemeyeceğim. Bunu kendiniz anlayacaksınız.

Lisenin son senesiydi. Bir yer kazanamayacağım baştan belliydi. Öyle de oldu. Bir yer kazanamadım. Zengin ve neredeyse eve hiç uğramayan bir babam, psikolojik sorunları olan bir annem vardı. Bir de küçük erkek kardeşim.


Kardeşime ben sahip çıkıyordum ama ben kendime bile sahip çıkamayan birisiydim. Hayatta yaşanan hiçbir gelişme umrumda değildi. Sanki bu hayatı ben değil, rüyada olan bir kitap karakteri yaşıyordu.

Sınıfta her gün en arka sıraya gider uyurdum. Uyumadığım zamanlarda da kitap okurdum. Hocalar benden ümidi kesmişti. Sınıf arkadaşlarımın benden zaten bir ümidi yoktu bile. O sene öyle bitti. Mezuniyete bile katılamadım.

Anlamsız geliyordu her şey.  

Eve geldim oturdum ve ellerime bakmaya başladım. incecik kız gibi ellerim, incecik bir bileğim vardı.

Kollarıma baktığımda kendime acıdım. Annemin odasına girdim.

Donuk gözlerle duvara doğru sayıklıyordu.
 Kulak kabarttım acaba ne diyor diye.

"Ahmet niye konuşmuyorsun? Ahmet susmak zorunda mısın?"

Geri çıktım odadan.

Annem Ahmet'i hep sayıklardı ama kim olduğunu bilmiyordum.

Psikolojik rahatsızlığı başladıktan sonra zaten babam da evden gitmiş, hayatını yaşamaya başlamıştı. Eve sadece para gönderiyordu o kadar.  
                               

Kardeşimin odasına gittim. Bilgisayarın başında oyun oynuyordu. Ne desem duymazdı.

Bir an düşündüm ben en son ne zaman yemek yedim?

Hatırlamıyordum. Açtım dolabı yemek yoktu. Geri kapattım. Gittim kendi odama ve düşünmeye başladım babam hakkında.

Bu adam çocuğunu hiç mi merak etmez? Bir yer kazanabildin mi diye bile sormuyordu.

Bileklerime baktım. incecik bileklerime.. Kessen kesilmez minicik kıyamazsın yani.

Annemin odasına girip biraz para alıp dışarı çıkmaya karar verdim.

Odaya girdim hâlâ sayılıyordu.

"Ahmet susmak zorunda olduğunu anladım ama konuşmamak da mı zorundasın?"

Parayı aldım ve dışarı çıktım.  

iki bira bir de sigara aldım ve oturdum deniz kenarına.

Bir de müzik açtım.

"ibrahim Erkal- sırılsıklam"

Aşık olsam sırılsıklam diyordu.

Düşündüm de ben hiç aşık olmamıştım. Kızlarla iletişime girmemiştim. Erkeklerle bile girmiyordum ki zaten anasını satayım.

Benim düşüncelerim zaptediyordu bedenimi. Düşünmekten yemek bile yiyemiyordum. Düşünmek de hastalık diye düşündüm.

Biranın kalanını da diktim kafama.

Bilirsiniz moraliniz bozuk olunca,bir de müzik varsa iki birayla bile devrilirsiniz.

Fiziksel olarak devrilmedim ama dilim açıldı. Konuşmak istiyordum deli gibi konuşmak.

Sahil kenarında bir banka oturdum. Bir kızın yanına.

Hatırlamıyordum saçları nasıl, gözleri ne renk.

Tek bildiğim kulağında kulaklık olduğu halde yanında o kadar tek yönlü sohbet etmiş olmam.

O da benim gibi umursamazdı. Kulaklığı çıkarıp bu adam acaba ne konuşuyor bile demiyordu. Hoşuma gitmişti. Ben de iyiden iyiye konuşmaya başladım kızla kendi kendime.

Bu hayatta hakim olduğum tek konu belki de kitaplardı, edebiyattı. Habire okurdum. Beynim duramazdı okumadan. Uyuşturucu bağımlısı gibi kitap bağımlısıydım.

Kızla kitaplar hakkında kendi kendime konuşmaya başladım.

-Oğuz Atay hayata tutunamadı albayım. Beyninde tümör vardı, gitti. Arkadaşları o tuvalette kusmaya gidince kapıda beklerdi. O da içeriden ölmedim daha merak etmeyin derdi.

Ben de ölmedim görüyor musun? Konuşuyorum senle. Ben daha önce kimseyle konuşmadım.

Kızla konuşuyordum ama ona bakarak değil. Ayaklarıma bakarak konuşuyordum.

Arada bir susuyor, dinliyordum. Son ses müzik dinliyordu. Ses kulaklıktan dışarı taşıp, bana geliyordu. Son ses pop dinliyordu.

Ama olsun beni dinliyormuş gibi yapıyordu ya bana o da yeterdi.  

içimi döktüm kıza konuştum konuştum.

Ağlamaya başladım.. Hüngür hüngür ağlıyordum.

Kulaklığını çıkardı.

Demek ki insanın varlığını hissettirebilmesi için ille de bunu belli etmesi gerekmiş.

-Neyin var? Dedi.

- Ağlamasam göremeyecek miydin neler çektiğimi? Dedim.

-Ne saçmalıyorsun? Dedi.

Kalktım yanından. Yürüyemeye başladım.

Üç beş adım attım ve yere yığıldım.

Bayılmışım. Kaç gündür açtım. Alkole de vurunca kendimden geçmişim.

Gözümü açtım, hastanedeyim. Hani filmlerde gözünü açarsın başında bir ton kişi olur.

Benim başımda kimse yoktu. Ailem zaten yok sayılırdı.

Başka kim olacaktı ki?  

Doktor geldi bir şeyler anlattı, dinlemedim.

Bileklerimi izliyordum. incecik bileklerimi. Hani birisi tutup sıksa kırılacak. Kendime acıyordum.

O kızı gördüm. Dışarıda bekliyormuş.

Yanıma geldi.

Alkolün etkisi geçince yine konuşamaz olmuştum. Zaten o da pek bir şey demedi.

Dikkat et kendine dedi ve gitti.

Sen de diyemedim.

Serumu çıkarttılar. Eve girdim. Annemin odasına girdim. Annem sayıklıyordu.

"Ahmet tamam zorundasın biliyorum ama duvarlar seni bana anlatamazlar"

Kardeşim uyumuştu. Bilgisayar masasının üzerinde bir tabakta biraz peynirler domates vardı. Yatağının kenarına oturdum.

Onun da incecik bilekleri vardı. Benimkinden de ince.

Kalktım odama geçtim.

Yarın yapacak bir şeyler bulmalıydım. Olmuyordu. Bir şeylere tutunmak lazımdı. Okunacak kitabım bitmişti ve beynim kasılmaya başlıyordu.

Kalktığımda annem kahvaltı hazırlamış evi temizlemiş ve yine donmuştu.

Başlamıştı yine sayıklamaya.

"Ahmet evi bile temizledim ama içimi temizleyemiyorum. Affet beni"

Takılı kalmıştı annem. Hani eski televizyon değil ki bir iki tane vurasın kendine gelsin.

Alışmıştım artık bu evde kimsenin psikolojisi düzgün değildi.

Kahvaltıyı yaptık kardeşimle. Sofrayı toplamadım kendine gelirse annem de yesin diye.

Kardeşim hemen bilgisayar başına geçti. Ben de sahaf Esat abi vardı. Oraya gittim.

Esat abi: E Ben:Gia

E: Oo kimleri görüyorum. Ne yapıyorsun Gia?

Gia: iyiyim abi sen neler yapıyorsun? Charles bukowski'nin kitapları gelecekti geldi mi?

E: Geldi geldi gel bakayım sana bir iki tane de hediye edeceğim kitap ayırdım.

Gia: yok abi sen onları sat. Para kazanıyorsun bunlardan sonuçta.

E: Öyle deme oğlum zaten kaç kişi okuduğunu anlıyor bu devirde. Bu kitapları en iyi sen anlarsın senin olsun.

Gia: teşekkür ederim abi.

Kitapları aldım ve eve geldim akşama doğru.

Annem kendine gelmişti ve sayıklamıyordu.

Uyumuştu. Artık aralıksız iki gün uyurdu. Kapısını çektim, kardeşim de hâlâ bilgisayar başındaydı. Odama geçtim. Telefonla pek ilgilenmezdim ama elime aldım.  

Hiçbir mesaj, arama kaydı, bildirim yoktu.

Paketimi her ay yeniletirdim ama tek dakikaya tek smse dokunmazdım.

Geri bıraktım telefonu. Kitabın bir tanesini açtım ve okumaya başladım.

"Bıraktığımız sözler bazen bıraktığımız yerde kalır. Gidin bulun o sözleri lazım olduğunda"

Kitabı geri kapattım. Ben sözlerimi o bankta bırakmıştım. Gidip almam lazımdı.

Kulaklığımı taktım ve gidip oturdum o banka.

ileride bir çift kavga ediyordu. Umurunda mıydı? Asla olamazdı.

Ayaklarıma bakmaya devam ederken bir daha göz attım onlara.

Ulan geçen günkü kızdı kavga eden.

Biraz süzdüm.

Beline kadar uzanan kıvırcık saçları vardı. Gözlüklerinin altından öyle bakıyordu ki göz göze gelinmezdi bu kızla. Yanardın. Sanki güneşe bakıyormuş gibi bir etki yaratırdı. Ama o tartıştığı orospu çocuğu bakıyordu. Güneş gözlüğü de yoktu hem.

Neyse dedim. Ayaklarıma bakmaya devam ettim. Gözlerim bileklerime gitmiyordu. Kendime acımak istemiyordum yine.  

Kız tokatı bastı çocuğa ve ağlaya ağlaya banklara doğru geliyordu. Ama banklar hep doluydu. Benim yanım hariç. Zaten beni görseniz adamdan saymazsınız. O da öyle yaptı. Oturdu yanıma ve ağlamaya başladı.

Kulaklığımı çıkarmadım. Yanımda ağlıyordu ve umrumda değildi.

Ama bileklerine baktım.

Narin bembeyaz elleri vardı, incecik bilekleri..

Öyle bir acıdım ki ona da. Bir insan ince bilekli diye acınır mıydı?

Kulaklığı çıkardım ve şöyle dedim:

- Geçen sefer ben ağladığımda sen kulaklığı çıkarmıştın. Şimdi ödeşelim. Ben de çıkarıyorum.

Hayret ettim. Kızla konuşmuştum.

Kızın cevabı kocaman bir "siktir git" oldu.

Belki o an o psikoloji ile söylemişti ama ben yıkılmıştım. Siktirip gitmeliydim ben.

Kızın yanından kalktım ve yürümeye başladım.

"Siktir git!"

Ben bu hayatta hiç var olmadım ki zaten. Hiçbirinizin ne bedenine,ne tek kelimesine dokundum.

ince bileklerimle yaşayıp gidiyordum zaten. Nedendi beni siktir etmeye çalışmalarınız?

Eve geldim. Annem uyuyordu.

Kardeşim bilgisayar başındaydı.

Gittim dolaptan peynir aldım bir bardak kola doldurdum. Biraz da ekmek. Kardeşimin yanına bıraktım ve odama çekildim.

Bileklerimle göz göze geldim. Üstte iki tane kılcal damar vardı. Altta arter ve venler.

Üç parmağımla nabzımı yokladım. Ha iyi atıyordu çok şükür.

Çünkü ölüler intihar edemezdi. Bu zevki yaşamadan ölmek istemiyordum.

Kalem açacağının içinden jilete benzer o şeyi aldım. Bileklerimin üzerinde gezindirdim.

Jiletin üstünde "made in germany" yazıyordu.

intihar edebileceğimi bilseler Almanlar hâlâ açacak üretir miydi?

"Siktir git" Gia. Üretirdi zaten sen kimsin yea?

Neyse dedim şunu kenara koyayım. Başka zaman intihar ederim. Şimdi açım. Aç aç gitmek istemiyorum. En azından ölünce karnım boş olmasın, mezarda böcekler daha çok faydalansın

Vay anasını be böcekleri bile düşünüyordum. Düşünmek iyi değildi.

 Yattım ve sabaha kadar kâbus gördüm. Mezarımda böcekler bana "Siktir git" diye fısıldıyordu.

Kan ter içinde uyandım.

Gittim bir duş aldım. Annem uyanmıştı ve kahvaltı hazırlamıştı. Kahvaltımı yaparken telefonum çaldı.

Babam arıyordu.

B: babam Gia: ben

B: ne yapıyorsun oğlum?
Gia: hiç
B: kusura bakma soramadım kaç aydır oğlum
Gia: önemli değil
B: yine hesaba baya para yatırdım lazım oldukça git çek
Gia: tamam
B: üniversite kazandın mi?
Gia:yok
B: tamam bu seneye dershaneye git o zaman
Gia: istemiyorum sonra konuşalım
B: tamam görüşürüz.

Telefonu kapattım ve o parka tekrar gittim. Kaybettiğim kelimeleri yerden toplamam gerekti.  

Kulaklığımı taktım ve oturdum. Etraftaki evlerin birinde o kıvırcık saçlı kızı gördüm. Demek ki evleri burada o yüzden bu parktan çıkmıyor. Sanırım o da beni gördü.

Gözlerimi geri çevirdim. Ayaklarıma bakarak müzik dinlemeye başladım. iki müzik bitmeden kız geldi yanıma oturdu.

Gözümün ucuyla baktım. Kulaklık takmıştı.

Umrumda mıydı? Evet umrumdaydı galiba ama geri çevirdim yüzümü.

ikimizde de kulaklık vardı. Kimse çıkarmıyordu.

Galiba onların çıkması için birinin ağlaması gerekti. Ben ağlayamazdım ağlamazdım da. Kalbimi gerçekten çok kırmıştı.

Gözümü bir daha çevirdim. Gözlerinden yaş akıyordu sadece. Hüngür hüngür ağlamasa da gözlerinden yaş akıyordu.

Kızlara ağlama konusunda güvenemezdim. Bazılarının istediği zaman ağlayabildiğini duymuştum.

Ya timsah gözyaşıysa?  

Neyse dedim bari tek kulaklığı çıkarayım.
Kulaklığın tekini çıkardım.

-insanların acı çektiğimizi anlaması için ille acı çektiğimizi belli mi etmemiz lazım? Dedi.

Benden çaldı. Neyse en azından dediklerimi aklında tutmuş.

-Peki sana siktir git desem? Dedim.

- Özür dilerim. Dedi.

Konuşmaya başladık. O da üniversite kazanamamış. Dershaneye gidecekmiş bu sene. Hangi dershane olduğunu sordum.

Kavga ettiği çocuğu sordum. Eski sevgilisiymiş.

Neyse vedalaştık eve geçtim ben.

Düşünmeye başladım. Balkondan yanıma indi kız. Hani umut var mı falan derken kendi kendime, sustum ve "siktir git" dedim.

Rahatladım.

Sahi ne rahatlatıcı,ne mütevazı bir kelime "siktir git!"

"Fuck off"

Dershaneye gitmek istemiyordum ama kız gidecekti. Aradım babamı. Dershaneye gideceğim dedim. Tamam dedi yine para gönderdi baya.

Ertesi gün gittim kayıt yaptım dershaneye.

Annemi evden çıkarmam lazımdı. Bu aralar çok sık sayıklıyordu.

Kardeşimi de öyle. Gözleri bozulacaktı bilgisayardan. Kardeşimle başlamaya karar verdim.  

Kardeşimi bilgisayarın başından kaldırdım. Götürdüm bir parkın yanındaki kafeye oturduk. O kendine dondurma aldı ben de çay.

Biraz yüzüne baktım, bana benziyordu ama büyürse benden yakışıklı olurdu.

Benim kurbağadan tek farkım saçlarımın olmasıydı. (Rahmi Vidinlioğlu'dan alıntıdır bu cümle.)

Bileklerine bakmadım. Acımak istemiyordum.

Düşündüm de kaç yıldır aynı evdeyiz ama tanımıyoruz birbirimizi.

Neyi sever, neye sinirlenir. Şu hayattaki en büyük korkusu nedir. En büyük hayali nedir?

Kardeşimle ilgilenmiyordum. Babamdan ne farkım vardı?

Saçlarım vardı..

Konuşmaya başladım kardeşimle.

Ee ne yapıyorsun abisi falan diye muhabbete girdim ama sohbet yürümüyordu. Konuşacak ortak konuklarımız yoktu.

Bir sigara yaktım.

Sigara zararlı dedi o ince sesiyle.

Biliyorum dedim konu kapandı.

Eve döndük tekrar. Şevkim kırılmıştı. Annemi çıkarmaktan vazgeçtim.  

Dershanenin başlama zamanı gelmişti. Uzun zamandır o kıvırcık kızı görmemiştim. ilk günden gittim dershaneye. En arka sıraya oturdum elimde okuma kitabım vardı. Kulaklığımı taktım ve okumaya başladım. Ne de olsa ben ders çalışmaya gelmemiştim dershaneye.

Yanıma bir kız oturdu. Baktım o kıvırcık kız. Şansa bak aynı sınıfa düşmüştük.

Kulaklığımı çıkarmadım.

Kız tuttu çıkardı kulaklığı.

-ille ağlayalım mı? Dedi.
-yok diyebildim.

Ders başladı. Biz kızla muhabbet ediyorduk. Kızın ismini bile bilmiyordum daha.

-ismin ne? Dedim.
-Boşver öğrenirsin dedi.

Benim ismimi sormadı. Sorsa aynı cevabı alacağını anlamıştı.

Dilim açılmaya başlamıştı baya. Bazı yazarların değişik alışkanlıklarından falan bahsediyordum gülüyordu o da.

Gözlerine fazla bakamıyordum.

Bileklerime bakmamalıydım. Moralimi bozarsam çöker, içime kapanırdım yine.

Tenefüs oldu.  

- "Hadi bana çay ısmarla" dedi.

O çayını aldı dışarıya çıktık. Ben sigaramı içtim.

Orada da biraz muhabbet ettik. Sonra sınıfa çıkarken çocuğun birisi "Kardeş bakar mısın?" Dedi baktım. "iki dakika tuvalete gelsene bir şey konuşacağım" dedi.

Kıvırcık kız gitti. Ben de tuvalete girdim. iki kişi vardı. Birisi bunun parkta kavga ettiği çocuktu.

Çocuk da bana göre baya kalıplı.

Beni sokakta görseniz adamdan saymazsınız.

Çocuk konuşmaya başladı.

"Kardeş hiç uzatmadan konuya giriyorum. Bir daha seni o kızın yanında görürsem ağzını gözünü kırarım haberin olsun. Tamam mı?"

Cevap vermedim.

"Tamam mı?"

Siktir git dedim. Ne güzel cümle şu Siktir git cümlesi..

Bileğimden tuttu.

"Elini sıksam kırılır lan. Baksana şu aynaya neyin özgüveni bu? Amına koyduğumun tipsizi"

"Madem o kadar tipsizim kız bana zaten bakmaz götün neden tutuşuyor?" dedim.

"Yürü sınıfına git bir daha seni onun yanında görürsem o zaman görürsün kimin götü tutuşuyor."

Bastım sınıfa çıktım.

Kıvırcık kızın yanına oturdum.  

Kulaklıkla müzik dinliyordu.

Kulaklığını çıkardım ve ne yapıyorsun dedim.

Hemen o çocuklar seni niye çağırdı falan diye sormaya başladı. Bir şey yok falan dedikçe ısrar ediyordu. Dedim ki tamam sus sana bir şeyler anlatacağım onun yerine kabul mü?

Sohbetimi çok sevmişti. Kabul etti.

Başladım anlatmaya.

Dostoyevski kumar bağımlısıymış biliyor musun?
Masaya oturduğu zaman cebindeki tüm parayı bitirmeden asla kalkmazmış.

Karısıyla tartışmaya başlamışlar. Geçimsizlik başlamış. Ama dostoyevski bu psikolojiye girdikçe yazıyormuş ve yazdıklarını bastırıyor, para kazanıyormuş tekrar.

Hayatı iyi olunca yazamıyormuş. Bu yüzden kendini cezalandırmaya çalışıyor, kendini dibe batıyor, içiyor sıçrıyor ve böylece büyük eserler yazıyormuş. Karısı da zaten bunu farkettikten sonra bir şey dememeye başlamış. Dedim.

Pür dikkat dinliyordu. Ee? Dedi.
Bu kadar dedim.

Yani ihtiyaç mı sence dibe batmak dedi?

Evet dedim. Evet ihtiyaç.

Bu ihtiyacı karşılayacaktı bu kıvırcık kız fazlasıyla..  

Çıkışta bu elemanlar beni tuttu. O çocuk konuşmaya başladı.

"Demedim mi ben sana ondan uzak duracaksın diye?"

Cevap vermedim. Umrumda değildi.

Bir tane geçirdi ağzımın ortasına.

Beni yolda görseniz adamdan saymazsınız zaten.
Yere düştüm. Dudağım patlamıştı. Bir iki damla kan düştü yere. Ağzıma kan tadı geliyordu. Böyle pek fazla rahatsız etmeyen bir tadı vardı hemoglobin aromalı.

Bir şeyler konuşuyordu pek dinlemedim. En sonunda başımdan gittiler.

Bileklerime baktım. Acıdım kendime. incecikti. Dudağımı sildim bileklerime.

Eve gittim öylece. Annem odada sayıklıyordu.

"Ahmet geçmiyor inan ki saatler"

Kardeşim bilgisayarın başındaydı. Odama geçtim. Uzandım ve bileklerime baktım tekrar. Üzerinde kan vardı ve kurumuştu. Çenemde de biraz ağrı vardı.

Aklıma Didem MADAK'ın ağrı şiiri geldi. Lavaboya gittim ve üzerimi temizleyerek şiiri mırıldanmaya başladım.


"sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan. "  

Ertesi gün yine dershaneye gittim. Kıvırcık kız yanıma oturdu.

"Aa dudağına ne oldu?" Dedi.

Uçuk dedim.
"Baya uçuk bir uçukmuş" dedi.

Zayıf bünyem acaba daha kaç dayağı kaldırabilirdi?

Tenefüs arasında bu kızı başkalarıyla konuşurken gördüm. Hani baya cilveli falan konuşuyordu.

O zaman anladım ki bu kız kafamda büyüttüğüm kadar masum değil. Tamam beline kadar kıvırcık saçları olabilir ama beline kadar boka batmış bu kız. ikide bir sevgili değiştirilir mi?

Dinlediği müzikler aklıma geldi.

Popüler kültüre bu kadar mı bağımlı olunurdu?

Yani beyler şunu söyleyeyim kimseyi hayatınızın merkezine koymayın. Yoksa o sizde öyle bir ukte kalıyor ki.. Gözünüzde ilahlaştırıp gerçekleri göremiyorsunuz.

Neyse 3-4 tenefüs sonra bunlar baya sarmaş dolaş olmaya başladılar. Ama yine de derslerde yanımda oturuyordu.

Taktım kulaklığı kitap okumaya başladım.

Asıl olaylar çıkışta başladı. ikisi birbirine girdi ve ertesi güne adam toplamak üzere ayrıldılar.

Ben de eve gittim.

Annem kendindeydi. Sarıldım öptüm. Gözlerimi doldu. Daha fazla duramadım ve gidip odamda ağladım.

Ağlamak da dibe batmaktır. En dibe. Ve en dipler en güzel terapi yerleridir. Kuş gibi hafifledim.

Ertesi gün kalktım ve yine gittim dershaneye.
En arka sırama oturdum. Kıvırcık da tam yanıma doğru geliyordu ki,hoca çağırdı; "Sema gelir misin?" Diye.

Kızın ismini öğrendim sonunda.

ismi Sema'ydı.

Neyse ne dedim kendi kendime ve kulaklığı takıp kitabımı okumaya başladım.

Sema da yanıma oturdu, benle hiç konuşmadı.

Tenefüs'te hoca beni yanına çağırdı.

Dershaneye bu kadar para verdiğimi, ders dinlemediğimi, bana yazık olacağını falan söyledi.

Ben de biz zenginiz hocam, benim amacım okumak değil. Dershane ortamını sevdiğim için yazıldım dedim.

Yüz ifadesini görecektiniz. Deli olduğums kanaat getirip bıraktı beni. Ben de kantinden bir çay kapıp dışarıya sigara içmeye çıktım.

Bir an puro içsem, puronun bileğimle aynı kalınlıkta olduğunu ve elime yakışmayacağını falan düşündüm.

Yanıma Sema geldi.

Neden benle konuşmuyorsun? Dedi.

Hiiç dedim.

Ben biliyorum dedi.

Neden? Dedim.

Sevgili yaptığım için dedi.

Evet dedim.

Sustu. Sınıfa çıktı. Derste numarasını bir kağıda yazdı ve verdi. Akşam telefonda Konuşalım bunları dedi.

Tamam dedim.  

Akşam mesajlaşmaya başladık.

S:Sema Gia:Ben

S: Sevgili yapmama neden kızdın?

Gia: Bilmiyorum.

S: Açık konuşacağım Gia.

Gia: konuş.

S: eğer beni kıskanıyorsan ne bileyim bana karşı bir şeyler hissediyorsan falan
 bil ki biz arkadaşız. Sen çok iyi bir arkadaşsın ama ben senle gelecek düşünemem

Gia: benle neden gelecek düşünemezsin?

S: boşver kalbini kırmak istemiyorum.

Ama ben anlamıştım. Beni kendisi bile döverdi anasını satayım. Sokakta görseniz adamdan saymazsınız zaten beni.

Bileklerime baktım. Hep senin yüzünden dedim.

Zengin olduğumuzu bilse ihtimal vardı ama ben zenginlikle birilerine sahip olmak istemiyordum. Duygular parayla alınmıyor sonuçta. Param için benle olursa evleniriz, sevişirken kendini başkalarının kollarında hayal eder mesela. Sen sadece onun bedenine sahip olursun ama duygular bedenden daha yüce bir şeydir beyler.

O akşam içilirdi. Gittim 3 tane bira aldım ve evde içtim bu sefer.

Sızmışım. Ertesi gün kalktığımda saat 15:00 olmuştu. Dershane işi yatmıştı o gün.

Dershaneyi kaçırınca asıl olayları kaçırmışım tabii. Dediğim iki eleman birbirlerine girmiş, baya büyük bir kavga olmuş. Polisler gelmiş emniyete götürmüş bunları.

Ben de gitmeyince Sema kendine küstüğümü zannetmiş bir ton mesaj atmış.

Küsmedim. Uyuyordum dedim. Parka davet ettim. Oraya gel konuşalım dedim.

Ben gittikten 15 dakika sonra geldi. Konuşmaya başladık.

S:Gia bak özür dilerim.

Gia: Özür dilemene gerek yok Sema. Ben her şeyin farkındayım. Baksana şu halime. Ben bile kendimle olmak istemiyorum sen neden isteyesin?

S: Kendine çok haksızlık yapıyorsun.

Gia: Her neyse

S: Hiç olmazsa arkadaşım kal. Seninle konuşmak çok güzel.

Gia: Tamam. işin düşerse buradayım.

Dedim ve kalktım. işi düşerse buradaydım.

Çok fena sinirlenmiştim. Eve gitmek istemiyordum.

Sahaf Esat abinin yanına gitmeye karar verdim.  

Sahaf Esat abiyi anlatayım size biraz. Orta yaşlarda, kısa boylu tonton biriydi. Giydiği gömleğinin cebinde gözlüğü olurdu hep. Karısı terkedeli 10 sene falan olmuştu. iki tane çocuğu vardı ve 10 senedir görmemişti. O zamandan beri hiç evlenmemişti.

Geçimini kitaplardan sağlıyordu.

Yanına gittim. Küçük bir odası var, oraya geçmiş. Bir Müzeyyen Senar plağı koymuş,bir de büyük açmış demleniyordu.

"Gamzedeyim deva bulmam, garibim hiç yuva kurmam"

"Oo gel Gia gel. Şu ince belli bardağa biraz dem kat da sen de demlen."

Çok değişik bir konuşma tarzı vardı. Seviyordum ben bu adamı. Babam gibi seviyordum.

Esat abinin deyimiyle demlenmeye başladık. Konuştukça konuşuyorduk. Vakit öyle ilerlemişti ki haberim yoktu.

O gece orada kaldım. Dükkanda odanın birinde yatak vardı. Sahaf deyip geçmemek lazım. Orası Esat abinin eviydi. O geceyi orada geçirdim.

Uyandığımda büyük bir susuzluk hissettim. Koştum çeşmeye kana kana su içtim.

içeriden mis gibi kokular geliyordu. Esat abi kahvaltıyı hazırlamış, yumurta pişiriyordu. Çay kokusu dolmuştu içeriye. Kitap kokusuyla da birleşince zamanı durdurmak istedim o an. Ama zaman durmuyordu.  

Kahvaltımızı yaptık. Moralim o kadar iyiydi ki gelen müşterilere kitap önerisi yapıyordum. Kitaplar hakkında sohbet ediyordum. Esat abi de çok sevinmişti bu duruma.

Ama moralimi bozan bir şeyler hep oluyordu. Öyle bir psikolojideydim ki moralimi neyin bozacağı da belli olmuyordu.

insanlarla muhabbet ederken bir tane çocuk görmüş beni eski sınıftan. içeriye daldı ve şöyle dedi:

"La bu dangalak üniversiteyi bırak, liseyi zor bitirdi. Amına koyduğumun gerizekalısı konuşmayı da yeni yeni öğrenmeye başlamış ahaha"

Üstüne iki adım yürüdüm. Bileklerime baktım.

Beni yolda görseniz adamdan saymazsınız.

Çocuğa vursam elim kırılırdı. Vurmadım. Bir şey de diyemedim.

Ben zaten şu hayatta bir şey diyemediğimden bu haldeydim. Susmuştum hep. Tepki verememiştim. Tüm kasırgalar içimde kopmuştu ve artık ciğerlerim burnumun direğini sızlatıyordu.

Bastım gittim yine sahile. Oturdum denize karşı düşünmeye başladım.

Düşünmek de bir hastalıktı. Beynim duramıyordu düşünmeden..  

Yok arkadaş olmuyordu. Akşama doğru tekrar gittim Esat abinin yanına.

"Gel otur şöyle" dedi.

Oturdum.

Bir tane sigara verdi. Yine rakı doldurdu.

Karaciğerimin daha kaç kadehlik ömrü kalmıştı?

Konuşmaya başladı:

Bak oğlum insanlar çok yüzeyseldir. Her şeyi dış görünüş zannederler.

Nazım Hikmet'in kitaplarından ilk basım bir kitabı gösterdi.

Bak, paramparça ama çok değerli. Kimse dönüp bakmıyor bile dışı böyle diye. Ama değerli işte çok değerli.

Sen de öylesin.

Evet dedim. Dışarıda görseniz beni adamdan saymazsınız.

Saymayız oğlum dedi.

Açık açık konuşuyordu benle.

Baban zengin biliyorum oğlum ama boş boş gezerek ömrünü heba etme buralarda. Seni çok yadırgıyorlar ama sen çalış iyi bir üniversiteye git. Orada kimse seni yadırgamaz. Yeni insanlarla tanış oğlum. Yeterince dibe battın zaten. Şimdi yükselme zamanı gelmedi mi?"

içimde tekrar ediyordum.

Gelmedi mi ulan orospu çocukları! Gelmedi mi!  

En sonunda beynimde bir amaç vardı.

"Üniversite kazanmak"

iyi de hangi bölümü kazanmak istediğim hakkında bir fikrim yoktu.

Arama motoruna yazdım;

"En çok psikolojisi bozuk olanların okuduğu üniversite bölümleri"

Bir şey bulamadım. Neyse çalışmak lazımdı. Hangi bölüme gideceğime sonra da karar verirdim.

Sema yine yanımda oturuyordu dershanede. Ama ben bu sefer dersi dinliyordum.

Hocanın dikkatini çekmiş olacak ki yine çağırdı tenefüste.

"Gia hani sen zengindin üniversiteye gitmek istemiyordun ama dershane ortamını sevdiğin için geliyordun? Kararını mı değiştirdin. Seni dersi dinlerken gördüm."

"Yok hocam üniversiteye gitmek istemiyorum ama ders dinlemeyi de seviyorum. 3-5 sene daha burada ders dinleyeceğim. Alışın artık bana"

Dedim ve yine hocanın yüz ifadesini seyrettim.

Hoşuma gidiyordu böyle yapmak. Zaten hayatta zevk aldığım üç beş şey kalmıştı.

Sema'nın yanına gittim ve sordum.

Üniversitede hangi bölüme gitmek istemiyorsun?  

Ankara Uluslararası ilişkiler dedi.

iyiymiş dedim ve derse tekrar odaklandım. Hafızam iyiydi. Hafızanın en kötü yanı bazen aklına kazınan o kötü anları bir an olsun silemiyordun oradan. Öyle bir saplanıyordu ki bazen göğsüme o anılar. Yutkunamıyordum.

Hani anı dediğim de beynimin kendiyle olan savaşı. Yoksa bir aksiyona girmemiştim öyle.

Artık gideceğim il belliydi. ANKARA.

Bölüme de sonra karar veririm diye düşündüm.

Eve geldiğimde annem sayıklıyordu.

"Ahmet duvarlardan güvercinler geçmiyor. Geçip getiremiyor bana mektuplarını."

Benle konuşması imkansızdı.

Kardeşimin yanına gittim. Oyun oynuyordu.

Sana bir şey anlatacağım dedim. Duymadı.

Kan beynime sıçramıştı. Ulan şu hayatta neden kimse beni duymuyordu. NEDEN!

Bilgisayar masasına tekmeyi koydum.

"Neden beni duymuyorsun orospu çocuğu!" Diye bağırdım kardeşime.

Birden irkildi.

Masaya bir şey olmadı. Benim tekmemle devrilecek hali yoktu zaten.

Kardeşimin bir şey demesine kalmadan odama geçtim.

Düşünmeye başladım. Düşünme krizlerim yine tutmuştu.

Ben bu hayatta olmamalıydım beyler. Gidebileceğim iş garantisi olan bölümler varken bastım gittim istediğim bölüme. Aç kalacaksın dediler bana. Aldırmadım. Ama geceleri kulaklığımı takıp sabahlara kadar gezdiğimde görmemezlikten geldiler. Kimse demedi ki üşütürsün, soğuk alırsın. Ben çok üşüdüm beyler.

Sigara içtiğimi öğrendiklerinde bırakmam için verdikleri çabayı beynimin beni rahat bırakması için vermediler. Kimse bilmiyor psikolojik tedavimi neden yarım bıraktığımı. ilaçların en yüksek dozları fayda etmiyordu. Psikologla tartıştım. Bana sorunlarını değil hayatını anlatıyorsun dedi. "Benim sorunum zaten hayatım" dedim ve bastım çıktım. ilaçlar bittiğinde yoksunluk sendromundan yolda yürüyemez haldeyken kimse halimi hatrımı sormadı.

Neyse bu kadar düşünmek yeter.

Bastım çıktım odadan dışarıda yürürken Sema mesaj attı. "Parka gelsene"

Cevap vermedim. Yürümeye başladım parka doğru.

Aynı bankta oturuyordu. Gittim yanına oturdum.

Bir kızla hayatımda ilk defa küfürlü konuştum.

"Deveyi diken adamı siken yararmış. Senle konuşmayınca mı aklına geliyorum sürekli?"

"Senin yerin bende ayrı anlamıyorsun" dedi.

Ne yani lan dedim.

"Birisinin hayatına girip,onu bir hamam böceği gibi hissettitip sonra da senin bende yerin ayrı deyince gerçekten yerim ayrı mı oluyor? Hamam böceğine hamam böceği deyince onun bizdeki yeri hamamlar mı oluyor?"

Gülümsüyordu.

Söylediklerim komik gelmişti.

Bu absürt komedi tarzı anılarımı anlattığımda neden herkes gülerdi?

Anlayın ulan neler hissettiğimi anlayın. Stand up yapmıyorum ben burada.

Acılarımı anlatsam duygusal bir anımda herkes ağlardı. Dram filmi mi çekiyoruz burada? Neden ağlıyorsunuz?

Zaten beni hissetseler ağlayamazlardı.

Yutkunamamak hastalığının tedavisi tıp fakültelerinde okutuluyor muydu acaba?

Yutkunamamanın overdozu..

Sema gülümsüyordu sadece.

Gözlerim saçlarına gitti. Omzuna bir teli kırılıp düşmüştü.

içimden bir şeyler koptu zaten.

Kıvırcık saçlar da kırılır mıydı?

Aldım o saçı oradan ve yere atar gibi yaptım ama atmadım.

Eve gidince Ahmed Arif'in şiir kitabının arasına koyacaktım.

"Hasretinden prangalar eskittim
Saçlarına kan gülleri takayım.
Bir o yana,bir bu yana"

Çıkardım bir sigara yaktım.

Mavi L&M pek önemi yok ama hafızam onu bile aklımda tutuyor.

"Sigara eline çok yakışıyor" dedi.

Hayatımda ilk kez bana bir şey yakışıyordu.

"Teşekkür ederim." Dedim.

Yüzüne baktım.

Kıvırcık saçlarının arasından minyon bir yüzü vardı.

Gözlükleri, gözleri.. Hani on saniye kıza baksan kız şiir yazacak.

Farkettim de baya entel görünüyordu.

"Yemek yapmayı biliyor musun?" Dedim.

"Neden sordun?" Dedi.

Merak ettiğimi söyledim. Biliyormuş.

Ben onun dış görünüşüne bakarak böyle bir tahminde bulunmuştum.

Ya o da benim dış görünüşüme bakarak bir tahminde bulunmuşsa?

19 yaşında bir gencin dışarıdan bakıldığında neye benzemesi gerekir?

Kurbağadan tek farkım, saçlarımın olmasıydı.

iki üç tane saçma sapan muhabbetten sonra evine gitti.

Ben de eve gittim.

Ders çalışacaktım. Hayatımda ilk defa.

Eve giderken yolda bir köpek geliyordu.

Köpeğe baktım ve "Merhaba kardeşim halin vaktin nasıl?" Dedim.

Karşı apartmanda balkonda bir kız gördü bunu ve kahkahayı bastı.

Nereden bilsin ki Sadri abimin şu sözünü:

"Sokak köpeklerine selam vermeye başladığında adam olmana çeyrek kalmıştır."

Hayvanlar bizden daha akıllı diye düşündüm. Adamların konuşma derdi yok bi defa abi.

Biz konuşmak zorundayız. Yoksa rahat bırakmazlar deli misin derler.

Kendi içimizde inzivaya çekilmiyoruz ki.

Nietzsche gibi bir mağaraya mı taşınsaydım?

Sonra sokaklarda tanrı öldü diye bağırırdım hem.

Tanrı ölmedi beyler. Tanrı intihar etti.

Yukarı baktım ve
"Kıvırcıkları yarattığında beni de öldürdün tanrım!" Dedim.

Eve girdim ders çalışmaya başladım.

Annem kendine gelmişti.

Geldi ve bana sarıldı.

Gözümden iki damla yaş düştü kitabın üstüne.

Sarıldım..

Beni yalnız bıraktı sonra annem.

Delilerden başka kimse anlamadı delilerin halini çünkü.  

O sene öyle geçti.
Kıvırcık yanımda oturuyordu ama çok fazla sarmaş dolaş değildik. O sene içinde 3 tane de sevgili değiştirdi.

Annemin nöbetleri artmaya başlamıştı. Bazen kendini kaybediyor, etrafına ve kendine zarar veriyordu.

Benim derslerim çok çok iyiydi. Unutamıyordum hiçbir şeyi çünkü. Kısa zamanda dershane birincisi olmuştum.

Kesinlikle üniversite kazanacaktım ama annemle kardeşime ne olacaktı?

Babama durumu anlattım. Anneme bakıcı tuttu, kardeşimi de yanına aldı. Yurtdışına gittiler.

Sema'yla ben de aynı üniversiteyi kazandık.

Sevgililerinden ayrılmıştı. Nasıl olsa yeni bir ortama girecekti.

Esat abiyle konuştum. Yurtta kalmamı önerdi.

Haklıydı. Ben evde kalırsam kafayı yerdim. Biraz sosyalleşmem lazımdı. Üniversitede yargılamazlardı zaten beni.

Sema'dan önce gittim. Yurda yerleştim. Odam dört kişilikti. Oda arkadaşlarım nasıl olacak acaba diye düşünmeye başladım.  

ilk oda arkadaşım geldi. Ne yalan söyleyeyim korktum ilk bakışta. Hayvan gibi vücudu vardı. Biraz konuştuk falan aşırı saf çıktı.

O da hayatında hiçbir kızla çıkmamış. Sadece bütün hayatını vücut yapmaya adamış birisi. Geldikten bir gün sonra hemen spor salonuna yazıldı zaten. Asosyaldi. Geceleri vücut dergilerini okur, ardından protein tozlu sütünü içer uyurdu. ismi Ali.

Ondan sonra gelen oda arkadaşlarımın sırtında bağlaması vardı.

"Selamün aleyküm kardeşim" dedi. Tok bir sesi vardı. Çok cana yakın geldi. Telefonunun duvar kağıdında Neşet Ertaş vardı. Hani adam gibi adam derler ya bu çocuk aynen öyledi. ismi Ahmet.

Sonra son çocuk da geldi. Sarışın, renkli gözlü uzun boylu bir şey. Fırıldak gibi yerinde duramıyordu. Tam bir piç. Haftasonları demlenecek birini bulmuştum sonunda. Adı Burak.

Ahmet güzel sanatlarda okumak için gelmiş,Ali BESYO, Burak da mekatronik mühendisliği.

Nuh'un gemisi gibi bir odaya düşmüştüm yani.

Sema da gelmişti. Eve çıkmıştı o.

Sema'ya evinin adresini sordum telefonla. Sonra gece şehri gezmeye başladım. Bilmediğim sokaklarda yürümeyi, kaybolmayı çok severim.

Rastgele dolmuşlara biner, rastgele duraklarda inerim.

Ulus'a geldim. Bilirsiniz gündüz orada pek bir şey olmaz ama geceleri tam bir travesti cennetine dönüşür.

Yürürken birisi koluma girdi, kendimi zor kurtardım. Dolaşırken Burak aradı. Biraz demlenelim dedi.
Tamam dedim. Buluştuk.

Sema'nın evinin oraya götürdüm oradan geçelim de belki görürüm umuduyla. Gördüm de. Sema balkondaydı.

Burak Sema'yı görünce, "Hey yavrum hey şuna bak" dedi.

Nasıl oldu bilmiyorum boğazına yapıştım. "O kıza bir daha laf atarsan belanı sikerim!" Dedim.

Kahkahayı bastı. Kendini hiç bozmamış sakız çiğniyordu.

"Tamam ortak daha önce deseydin ya" dedi.

Sakinleştim.

Bir tane vursa yıkılırdım oysa. Zaten beni sokakta görseniz adamdan saymazsınız.

Gittik bir güzel demlendik. Şerefsizin morali o kadar iyiydi ki içtikçe gülüyordu. Ben içtikçe ellerim titriyor ağlamaklı oluyordum.

Bana; "Seni güzel bir eğitimden geçirmek lazım." Dedi.

"Siktir git" dedim.

Siktir git!

Ertesi gün fakülteye gittim. Çıkışta Sema aradı, buluşalım dedi.

Bunlar belki de son buluşmalarımızdı farkındaydım. Çünkü yakından kendine yeni bir çevre yapacaktı ve bu kurbağadan kurtulacaktı.

Oturduk. iki çay söyledim birisi demli. Sigaramı yaktım.

Bileklerime baktım. 19 yıllık bileklerime. inceciktiler. Kendime acıdım ama sigara hakikaten yakışıyordu elime.

Bileğimi dudağıma götürdüm ve öptüm.

Sema gülmeye başladı.

Takmadım. Onlardan farkım,ben akıllı görünmek için rol yapmıyordum. Evet deliysem deliydim.

"Benim bileğimi de öpsene" dedi.

"Kalsın. Kısmetini kapatırım. Ben senin sadece arkadaşınım." Dedim.

O arada Burak aradı. Nerdesin dedi. Yerimi söyledim. Çok geçmeden geldi.

Burağı anlatmıştım. Uzun boylu mavi gözlü yakışıklı bir piç. Sürekli morali iyidir.

Masaya oturdu ve espriler yapmaya başladı. Mizahı iyiydi ama ben mizaç olarak gülmezdim.

Sema gülüyordu kahkahalar atıyordu.

Daha fazla dayanamadım. Ben bir lavaboya gidip geliyorum dedim ve bastım gittim yurda.  

Yurtta Ahmet bağlama çalıyordu. Oturdum yanına.

Öyle içten söylüyordu ki,iki damla yaş düştü gözlerimden..

"Madem soysuz gönlün bende yoktu, niye doğru yoldan şaşırdın beni"

Ağladığımı görünce "istersen durayım kardeş" dedi.

Devam et dedim.

O çaldı ben ağladım.

Ali geldi neden ağladın falan dedi. Boşver dedim. Uzatmadı. ikna etmeyi falan bilmezdi Ali. Gitti sütünü içti uyudu.

Burak geldi. Naber lan millet dedi.

Sakız çiğneyerek gülüyordu sürekli.

Yanıma geldi.

"Kardeş senin hatunu elinden almıyorum merak etme de bunu böyle tavlayamazsın." Dedi.

Sahi tavlamak neydi?

Bu işin bir taktiği mi vardı?

Sembollere mi dökülmüştü ilişkiler.

Belki de Laplace'nin şeytanı yakında gelecekti. Yeni tanrımız olacaktı.

Bu kadar ucuzluk olamazdı.

"Tavlamaya çalışmıyorum kardeşim. Ne yaptığımı da bilmiyorum. Sadece ondan uzak dur."

Erkek yurdunda bir süre kalınca gay gibi hareketler yapabiliyorsunuz. Sabah Ali'nin yanına gittim. Uyanamamıştı. Bir tane öptüm, saçını okşadım. "Hadi üzgün kaslı uyan" dedim.

Ne yapıyorsun falan dedi. Bu çocuğun konuşmasına bitiyordum. Aşırı temiz kalpliydi. Uyandı.

Bir baktım Burak valizini topluyor. Hayırdır kardeş nereye dedim.

"Ağa sarmadınız siz. Ben odamı değiştiriyorum." Dedi.

Tamam dedim.

Gittik üzgün kaslı, Ahmet ben dolaba bir şeyler aldık. Ben Sema'nın saç telini koyduğum kitabı açtım. Şiir okumaya başladım. incecik ve kıvırcık o saç telini elimde okşuyordum.

Ahmet yine çalmaya başlamıştı.

"Bir hatıra ver bana zülfün telinden yarim"

Ciğerimizi siktin Neşet abi dedim.

Çıktım bir sigara yaktım.

Sema'ya mesaj attım.

"Kurbağaları öpünce prens oluyorlarmış. Saçlı kurbağalar da buna dahil mi? Biliyor musun?" Diye sordum.

Sahi beni birisi öpse prens olur muydum?

Kurbağadan tek farkım saçlarımın olmasıydı.  

Aynen tahmin ettiğim gibi olmuştu ve Sema artık bana mesaj atmamaya başlamıştı.

Demek ki yavaş yavaş çevre yapıyordu kendisine.

Buraları fazla uzatmayacağım. Tahmin ettiğiniz gibi Burak'la çıkmaya başladılar. Ahmet dedi ki bizim üzgün kaslıyı da alalım gidip ağzını gözünü kıralım mı kardeşim? Dedi.

Yok kardeş dedim.

Ben onları dövdürerek ayırırsam kızın gönlü hâlâ onda olacaktı. Benimle yine konuşmayacaktı.

Burak beni gördüğünde gülen yüzü düşüyor, sakızını çiğnemiyordu.

Ben de bakmıyordum bile ona. Kendime olan güvenim o kadar azalmıştı ki,sokakta beni görseniz adamdan saymazdınız. insanlardan kaçıyordum köşe bucak.

Bir gün çok fena içmiştim. Bir tane sokak köpeğini kaç saat kovaladığımı hatırlamıyorum. En sonunda tutup beni niye dinlemiyorsun lan orospu çocuğu diye boğazına yapışmıştım köpeğin.

Kendime geldiğimde kollarımda tırmık izleri vardı. iyi olmuştu. Köpek kollarımı jiletlemişti.

Sonraki haftalarda sokak hayvanlarını bıraktım ve ulus'a gidiyordum. Travestilerden korkmuyordum artık. Oturup derdimi anlatıyor, sonra beni sikmemeleri için vakit geç olmadan gidiyordum.  

Sonra olaylar gelişmeye başladı. Sema Burağı da aldatmaya başlamış.

Burak'la, öteki çocuk sağlam bir kavga ettiler.

Nedense hep sema için kavga edenleri izliyordum ve gittiğimiz her yerde illaki oluyordu bi kere.

Yurt arkadaşımı eve çıkardım. Hiçbirinden para almadım. Onlar da çok şaşırdı zengin olduğuma. Dışarıdan öyle bir tipim hiç yoktu.

Eve köpek aldım bir tane. Ahmet'e,ben içersem köpeği boğmamam için uyardım.

Eve bir küçük rakı aldım ve çıktım. Kimse beni dinlemek istemiyordu.
Ben de köpeği aldım karşıma oturtturdum.

"Merhaba kardeşim nasılsın?" Dedim.

Cevap vermedi.

Köpeğin bileklerine baktım. Neredeyse bileklerimiz aynı kalınlıktaydı. Acıdım ona da.

Köpeğe rakı verdim içmedi.

Kendi kendime konuşurken Sema mesaj attı.  

"Çok kötüyüm bize gel lütfen"

Dayanamadım gittim.  Bir rakı daha aldım ve öyle gittim..

Eve girdim gözleri şişmiş ağlıyordu.

Hiç konuşmadım. Sigaramı yaktım, rakının kapağını açtım ve sek sek diktim kafama iki yudum içtim.

Rakı,bir balerin gibi yuvarlandı yemek borumdan mideme. Kulaklarım yanıyordu.

Kaç kadehlik ömrü kalmıştı karaciğerimin?

Sema ağlıyordu,ben içiyordum.

Kalktı yanıma geldi ve omzumda ağlamaya başladı.

Poker suratı yüz ifadem bir nebze değişmemişti ve Sema omzumda ağlıyordu.

Sormadım neden ağladığını. Ağlaması dinene kadar bekledim.

Ayağa kalktım,o da kalktı. Göz göze geldik. Sarıldım. Saçlarını öptüm ve çıkıp eve gittim.

Alkol artık sarhoş etmiyordu beni. Beynim düşünmeden duramıyordu ve bu beni öldürüyordu. Nefes alamıyordum.  

O gece sabaha kadar içtim ve sızdım..

Sabah kalktım elimi yüzümü yıkamaya. Gözlerim yüzüme sığmıyordu..

Ellerim titriyor, ağlamaklı oluyordum. Başım hâlâ dönüyordu.

Kollarımda biraz kan vardı. Ne zaman neden olduğunu bile hatırlayamadım.

Ali gördü bu halimi.

"Bana bak lan!" Dedi.

Sarhoşluktan mıydı, yoksa konuşan gerçekten Ali miydi?

Baktım.

"Ne lan bu hallerin senin? Kendini mi öldüreceksin lan bir orospu için!"

"Ona orospu deme!"

"Derim lan orospu çocuğu! Sana da diyorum,ona da!"

Yüzüme bir tane geçirdi. Yere düştüm. Dudağım patlamıştı ve yine kan tadı..

Ensemden tuttu beni lavaboya sürükledi.

Traş makinesini aldı.

Saçlarımı kesecekti.

Yapma Ali dedim yapma..

Kurbağadan tek farkım saçlarımın olması...

Omzuma değen saçlarım vardı. Zorla kesti saçlarımı. Üstünü giy gidiyoruz dedi.

Nereye gidiyoruz lan?  

Beni fitness salonuna götürdü. Ayı gibi adamların arasında ruh gibi yürüyordum. Hani birisi bana omuz atsa yerden kaldırırlardı.

Fitness hocası geldi. Program yazayım falan diye sorunca Ali, hocam bu çocuğa karışmayın. Her şeyi bana ait dedi.

Bana bir program yazdı. Koşu bandında bindim. Biraz koşudan sonra düştüm yere. Salondaki kızlar bana götüyle gülüyorlardı.

Ali,o saf çocuk öyle bir sinirli birine dönüşmüştü ki şaşırıyordum.

Döve döve koşturuyordu.

Barfiks demirine asıldım. Tutamıyordum.. Narin ellerim salıyordu kendini.

Akşam eve gittik. Ahmet saz çalmaya başladı. Rakı almaya kalkıyordum ki Ali çekti oturttu yere. Kendi protein tozundan bir şey yaptı. Al bunu iç dedi.

içmeye başladım çaresiz.

iki saat sonra zorla yatağa götürdü. Ben sabah olmadan uyuyamazdım. Döve döve uyuturum dedi.

Zaten o yorgunlukla dalmışım..  

Sema'yla sohbeti tamamen kesmiştik. Okul da bitmeye yaklaşıyordu.

Bileklerim hâlâ inceydi ama üç beş kilo almıştım.

Beni sokakta görseniz adamdan saymazdınız..

Alkolü ve sigarayı azaltmıştım.

Biletleri alacaktık ama ben gitmiyorum dedim.

Ali beni yalnız bıraksa salonu bırakırdım. Zorla götürüyordu beni.

Ali de kaldı benim için. Ben de gitmiyorum dedi.

Ahmet de kaldı.

Paramız boldu. Tatile bile gidebilirdik.

Artık sokak köpekleriyle selamlaşmayı azaltmıştım. Onun yerine kitap okuyor ve sürekli sütümü içiyordum.

Bir gün Ahmet'in bağlamasını elime aldım. incelerken Ahmet geldi odaya. Oo sana da öğreteyim mi dedi.

"Kalsın kardeşim. Bileklerim kadar klavyesi var zaten" dedim.

Okul bitmişti en sonunda.

Alışverişe çıktık evi ağzına kadar yiyecekle doldurduk. Eve pes falan aldım. Bu güzelliğin üstüne Ali bir tane 100 Luk viski almama ses etmedi.

Protein tozumuz da bitiyordu. Epey de ondan aldık. Tadı bok gibiydi. Bu sefer çikolatalısından aldım.

Hayat her zaman iyi gitmiyordu. Gitmiyordu işte anasını satayım.

Annemin ölüm haberini almıştım.

Asmış beyler kendini asmış bu hayatın dilek ağaçlarına...

Elinde de bir not bulmuşlar. Noktasına virgülüne dokunmuyorum aynen şöyle yazıyor.

"Ahmet ilk başta bu diyeceklerim zoruna gitmesin. Sen hiç varolmadın. Ben bunu anladığımda daha fazla yaşayamazdım. Hiç varolmayan birine yıllarını vermek, parası için zorla evlendirilmek.. Dayanamıyorum Ahmet. Affet beni. Oğlum Gia, sana gelirsek. Sen yaşa ama hiç var olmamış birine hayatını bağlama. Sen güçlüsün oğlum. Benim gibi olma. Lütfen yaşa. Ben sana annelik yapamadım ve bu seni daha da güçlü yapacak. Sen anne sevgisi görmemiş olsan da güçlüsün yaparsın oğlum. Seni seviyorum."

Yıkılmıştım.

Ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum. Uyandığımda hastanedeydim. Çığlıklar atarak uyandım.

Hemşire elindeki enjektörle Diazem'e tecavüz etti.

Diazem de damarlarıma.

Kendimden yine geçmiştim..  

Eve döndüğümde ne Ali,ne de Ahmet tek kelime ettiler.

Günde 3 paket sigara içmeye başladım.

Kendimi Ahmet Kaya'nın "Artık sigarayı 3 pakete çıkarttım günde. Olsun gözüm olsun. Ne olacaksa olsun." Sözlerinde kaybediyordum.

Saçlarım yine uzamıştı.

Kurbağadan tek farkım saçlarımın olmasıydı..

Bir daha kestirmeyecektim.

Rüyamda,Ali saçlarımı kesiyordu.

"Ali sikerim belanı" diye bağıra bağıra uyandım.

Ali başımdaydı.

"Özür dilerim kardeşim." Dedim.

Sabah uyandığımda Sema bizim evdeydi.

Başımda toplanmışlardı.

Kalktım ve bağırdım.

"Dağılın lan!"

Dağılın lan orospu çocukları! Siktirip gidin!

Yine rastgele dolmuşlara binmeye başladım. Ulus'a varmıştım anasını satayım.

Artık travestiler beni tanıyordu. Yanıma gelmiyorlardı. Beni sikemeyeceklerini anlamışlardı.

iki bira kaptım. Dolaşmaya başladım. Yolda bir tane köpek gördüm. Yanına gittim.

"Merhaba kardeşim nasılsın?" Dedim.

Yanda bi grup kız vardı. Kahkahayı bastılar.

Döndüm ve bağırdım.

"Ne gülüyorsunuz lan orospu çocukları! Acı çekiyorum ulan acı! Dağılın!"

Sakinleşmiştim. Artık en azından tepki verebiliyorum.

O gün Emrah Serbes'in imza günü vardı.

Gittim Sabahattin Ali'nin kitabını imzalattırdım. Sağolsun halimden anladı bir şey demedi.

Seviyorum seni Emrah Serbes dedim ve çıktım AVM'den.

Ali aradı. Eve gelmemi söyledi.

Bastım eve gittim.  

Erkenden uyuttu beni Ali. Yine spor salonuna gidecektik. Sabah dört tane yumurta yedirtti. Sütümü içirdi. Gittik spor salonuna.

Bir tane kızıl kadın vardı. Beni döver bu diye düşündüm.

Ali dedim şu kadın bana saldırsa beni kurtarır mısın?

Amına bile koyarım dedi.

Ha iyi dedim.

Çalışmaya başladık. Şu gaza getiren şarkılardan çalıyordu. Beynim patladı.

Gittim bilgisayarın yanına. "Payton geldi meyhaneye dayandı" türküsünü açtım.

Millet şöyle bir durdu.

Bir tanesi şöyle dedi.

"Birader git acını başka yerde yaşa spor yapıyoruz burada."

Ben de "Biz de acı çekiyoruz. Git sporunu başka yerde yap" dedim.

Üstüme yürüdü. Ali geldi buna geçirdi bir tane.

Yere yığıldı orospu çocuğu.

Spor salonunun sahibi geldi bizi kovdu.

Dışarı çıktım bir sigara yaktım.

Ali bana da versene bir tane dedi. Verdim.

"Al ciğerlerin bayram etsin." Dedim.

Eve geldik. Ahmet'e "Ahmet payton geldi meyhaneye dayandı türküsünü çalsana" dedim. Kırmadı beni.

"Arar isen yar gönlünde bul beni"

Sema geldi eve.

Terslemedim o gün.

Omzuma geldi. Bu sefer karşı koymadım. Sarıldım.

Uyuyakaldı omzumda.

Ben de saçlarıyla uğraşmaya başladım.

Oturmaktan götüm uyuşmuştu ama rahatsız olmasın diye kalkmıyordum.

Ama en son iyice yayılmaya başladı. Ben de düşündüm kucağıma alsam kaldırabilir miydim kızı?

Bileklerime baktım.

Deneyelim dedim.

Zorla kaldırdım yatağa götürdüm. Ama belim çok fena ağrımıştı. Eşek ölüsü gibi geldi. Ya da ben çok güçsüzdüm.

Sabah benden önce uyanmış. Başımda bekliyordu. Uyandım, öptü bir tane.

Uyan bakalım kurbağa prens dedi.

Silkindim şöyle bir. Prens mi oldum lan. ilk defa öpüldüm.

Gözlerinin içi gülüyordu.

Neden suratın böyle. Az gülsene dedi.

Gülemem ki beyler ben.

En komik mizah,en sönük melankolinin yanında silik kalır.

Saatler boyunca gülemezsin ama saatler boyunca ağlayabilirsin. Duyguların bile vefalısı makbuldür gözümde.

Neyse kalktım. Kahvaltımızı yaptık.

Sema bana,"senin eğitilmen lazım." Dedi. Aklıma Burak piçi geldi.

Evcil köpek miyim ki eğitesin lan beni!

Asıl senin eğitilmen lazım. Dibe batman lazım. Acıyı iliklerine kadar hissetmen lazım.

Benim gönül malikaneme bir kanadı kırık olmayan giremez!

Dışarı çıktık Sema'yla.  

Sinemaya gittik. Bir film seçti girdik. Film arasında başladı konuşmaya. Acaba ne olacak vs türünden. Çok mu merak ediyorsun? Dedim.

Evet dedi.

Ben de hepsini anlattım. Kitabını okumuştum zaten çıkan filmin.

Girdik izledik. Sonra beni gezdirmeye başladı. Bir kafede oturduk.

"Hadi düşünelim nereye gideceğiz buradan kalktıktan sonra" dedi.

"Kızım sen düşünmeden yürüyemez misin hiç? Düşünme hastalığı olan benim düşünen sensin. Basıp binelim rastgele dolmuşlara."

"Düşünme hastalığı ne?"

Sustum beyler. Kalktık ve bindik bir dolmuşa. Oradan başka bir dolmuşa. Akşama kadar gitmediğimiz yer kalmadı. Tekrar eve geldik.

Sema yine bizdeydi.

"Evine gitsene kızım" dedim.

Gitmedi.

Ahmet'in bağlamasını yine elime aldım.

Öğret la şunu bana dedim.

Notalardan başladık. Hafızam iyiydi. Hepsini ezberledim.

Sonra şu 1-4-3-4 etüdü var. Futbol şeyi gibi oldu ama etüt işte anlayın.

Parmaklarımın zaten gücü yoktu hep kramp giriyordu. Bir hafta buna çalışacağız dedi.

1 ay sonra üç beş türkü çalmaya başlamıştım bile. Ahmet söyle de diyordu. Söyleyemiyordum. Sadece çalıyordum.

Sema'yla sık sık görüşmeye başladık.

"Sen ne garip bir şeysin böyle" diyordu.

Bir gün ona şiir okurken kitabın içindeki saç telini gördü ve gözleri doldu.

Sonra iki damla döküldü..

"Neden ağlıyorsun?" Dedim.

"Sana yaptıklarımdan utanıyorum." Dedi.

Düşündüm de biz olur muyduk?

Yan yana yürürken birisi laf atsa dayak yerdim.

Beni bir çocuk bile dövebilirdi.

Ama benim duygularım vardı. Beynim vardı..

Yeter miydi bunlar Sema'ya?

Reflü olmuştum. Alkol yasaktı.

Ben de kendimi yazmaya verdim. Habire yazıyordum gizli gizli.

Çünkü eğer birisi yazdıklarımı okursa,bir cinayet betimlemesi ile karşılaşırdı.

Kime şiir yazsam onu öldürüyordum. Şu sıralar adam öldürmekle şiir yazmak arasında pek bir fark kalmamıştı.(alıntıdır bu cümle)  

Yine dışarı çıkmıştım. Bir tane Doblo gördüm. Gülesim geldi. Bir nedeni yok sadece arabaya gülüyordum.

Kahkahalar atıyordum. Psikolojim o derece pert olmuştu.

Arabanın sahibi yanaştı

"Neye gülüyorsun birader?" Dedi.

"Arabana" dedim.

"Nesi var arabanın?" Dedi.

"Bir şeyi yok." Dedim.

Deli olduğuma kanaat getirince gitti zaten.

Sema artık sürekli bizim eve gelmekten vazgeçmişti.

Ali yine beni spora götürüyor, Ahmet de bağlama öğretiyordu. Aslında öğreteceği pek bir şey kalmamıştı. Ben öğreniyordum.

Okulda bir kızla tanıştım. Aleviymiş. Ben çok severim Alevileri.

Beyler bu kızın öyle bir sohbeti vardı ki. Hiç kasmıyordum onun karşısında kendimi. Hani el ense çekeceğim utanmasam.

Bu kız da bağlama çalıyordu. On numara sesi vardı. Şarkı söylerken hiç duymamıştım ama konuşurken bir kelime için ağzına bakıyordum. Hani civcivleri beslenirken ağzını açar bekler ya öyle hani.

ismi Eftelya'ymış.

Bizim eve çağırdım. Eliniz sikinize gitmesin hemen. Rakı sofrası için çağırdım.

Ahmet'e haber verdim. Ahmet içmezdi ama beni kırmadı.

Ali'yi de kendime benzetmiştim. Şerefsiz bazen bir sigara versene Gia diyordu.

Ama beni spora götürmeyi ihmal etmezdi.

Eve geldik. Ahmet halletmiş sofrayı. Ahmet Adanalı'dır zaten. Yemeklerden on numara anlar.

Eftelyayla oturduk sofraya. Ali de geldi. Bir bardak rakı içti mal gitti lavaboda kustu tekrar geldi.

Yemekleri yedik. Ahmet'e Eftelya başladı söylemeye. Öyle güzel söylüyorlardı ki baktım Ali gözlerini kapatmış, kurbağa gibi sesiyle eşlik ediyordu. Ben de ettim.

Sonra Ali'yle göz göze geldik, ikimiz de sustuk resmen türkülerin içine sıçıyorduk.

Eftelya söylüyordu, Ahmet susuyordu.

Eftelya çalıyordu, Ahmet söylüyordu.

Yavaş yavaş ortam bitti.

Ahmet'e Ali yattı. Eftelya'yla ben kaldım.

Eftelya nerede yatacaktı? Bu saatte bırakmadım.

Benim odaya gittik.  

Gözleri direkt kitaplarıma kaydı.

"Aa ne çok kitabın var?" Dedi.

Evet dedim.

Bana okur musun? Dedi.

Seç bir tane okuyayım dedim.

Bir şiir kitabı seçti ve uzattı. Okumaya başladım.

"Hırsla çakarım kibriti,
ilk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye,
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erkeniniyor mahpushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya... "

Omzuma yatmıştı. Ben okumaya devam ediyordum. Kitabın ortalarına gelince o kıvırcık saç telini gördüm.

Bazen o kadar saçma sapan bir şey moralinizi bozar ya hani. Ha işte amına koyayım onun. Gözlerim doldu. Yutkundum.

Eftelya uyumuştu. iyi ki de uyumuş. Yoksa farkederdi.

Ben kızın başını yastığa koydum ve gittim kalan rakıyı da içtim. Midem ağrıyordu ama beynim daha kötüydü..

Nasıldı deseniz, "metropolün kanalizasyonu" gibi derdim.

Sonra gittim Eftelya'nın başını omzuma koydum.

Sızmışım..

Uyandığımda Eftelya kalkmış bize kahvaltı hazırlıyordu.

Mis gibi kokmaya başlamıştı ev.

Normalde bok götürürdü bizim evi. Vampir gibi yaşadığım için güneş rahatsız ediyordu. Eftelya tüm camları açmıştı.

Eve kadın eli değince böyle oluyordu demek.

Mutfağa girdim. Menemen yapıyordu. Soğan koymamıştı. Nereden öğrenmiş acaba benim soğan sevmediğimi?

Ulan kahvaltı yapmayı ne kadar özlemişim diye düşündüm.

Herkes uyandı. Kahvaltımızı yaptık. Eftelya'yı bırakmam lazımdı ama arabam yoktu.

Düşündüm de ben zengindim anasını satayım. Neden almıyorduk?

Eftelya'yı bırakıp ilk iş araba bakmaktı.

Babamı aradım bir iki tane cevapları ile ilgilenmediğimiz sorular sorduk birbirimize. Sonra araba almak istediğimi söyledim. Tamam dedi. Gönderiyorum paranı git al kafana göre dedi.

Gittim eli yüzü düzgün bir tane Tofaş aldım. Lüks bir şeye gerek yoktu. Paranın geri kalanıyla belki başka şeyler yapardık.

Anahtarı Ahmet'e attım,gez bakalım manitamız iyi gidiyor mu dedim.

Bizim elemanlar bu araba işine acayip sevindiler.

Adamların hayatını değiştirmiştim. Evlerine gitmiyorlardı tatillerde. Ali'yle spora giderken her gördüğüm Doblo'ya kahkaha atıyordum.

ilk başlarda çok garipsiyordu ama o da anladı sonunda Doblonun komik bir araba olduğunu.

Ali'yle ne zaman bir Doblo görsek basıyorduk kahkahayı.

Acaba Ali'nin de mi psikolojisini bozmuştum, yoksa doblo hakikaten komik miydi?

Sporda yine burnumdan getirdi.

Çıkışta sigara istedi benden. Verdim. Ben de yaktım bir tane ve eve gittik.  

Bu arada şu spor baya işe yaramıştı. Baya kilo almıştım. Hani sokakta görseniz adamdan sayardınız artık beni.

Ama yine de kurbağadan tek farkım saçlarımın olmasıydı.

Eve gidince bir duş aldım. Eski salonumuzda duş alabiliyorduk ama oradan kovulmuştuk. Bu gittiğimizin duş kabini yoktu. Sonra atladım arabaya, gezmeye başladım.

Sema'nın evinin önünde durdum. Hafiften bir müzik açtım beklemeye başladım.

Kaç saat bekledim hatırlamıyorum. Sonra evin önünde bir araba durdu.

Sema aşağı indi.

Arabanın içindeki elemanı öptü ve evine götürdü.

Ben hâlâ bekliyordum.

Gece 3 oldu artık eve gitmeye karar verdim.

Eve geldim. Şiir kitabını açtım. O saç telini atacaktım ama atamadım, yapamadım..

Ahmed Arif'ten özür dilerim. O sinirle kitabını duvara fırlattım.

Ulan şu hayatta neden gülemiyordum ben?

Ne zaman sevinsem yumruğu yiyordum. Oturuyordum.

Dolapta biraz viski vardı. Aldım kafama diktim. Başım dönüyordu. içim içime sığmıyor, taşmak istiyordum.

Bir tel kıvırcık saç.. bu kadar mı bir insanı yıkabilirdi. Bu kadar mı lan!

Ne istiyorsun hayat benden, ince bileklerimle tutunamıyorum sana.

Onları mı istiyorsun!

Al o zaman!

Arka fonda Ahmet Kaya çalıyordu.

"Dün gece gördüm düşümde
Seni özledim anne
Gözlerinden akan bendim
Düştüm göğsüne
Söyle canın yandı mı anne?
Camlar düştü yerlere
Elim elim kan içinde
Yanıma gel yanıma anne."

Sadece ellerime ılık ılık akan kanı hissediyordum. Başım gittikçe hafifliyordu.

Ortalık bulanıklaştı..

Uyandığımda hastanedeydim. Yukarı baktım,bir ünite kan takmışlardı.

Acaba kimin kanıydı?

Bileklerim pansumanlıydı. Başımda Ali ve Ahmet vardı.

Psikiyatrist geldi ve psikiyatri servisinde yatacağımı söyledi.

Deli miydim ben?

Rahat rahat ölmek de yasak olmuş bu ülkede demek.

Size ne ulan orospu çocukları! Size ne!

Beyler okuyun şu entrylere gelen cevapları, yazılanları.

Herkes intihardan bahsetmiş. "intihar etme" demiş.

Bekliyorsunuz ki acaba ne zaman intihar edecek..

işte o zaman da çevremdeki insanların bana bakışı aynen böyleydi.

Yüzüme yüzüme bakıyorlardı. Kimisi "intihar etme" diyordu.

Kimisi de ne zaman edeceğim hakkında kafasında oran belirliyordu. Hani utanmasalar üzerimden bahis oynayacaklar.

işte o yüzden nickim gayri intihari adam.

Neyse,

Eftelya geldi hastaneye. Onla göz göze gelince o kadar utandım ki..

Hayatımda böyle bir kız varken, başka bir kız için kendimi kesmiştim.

Hiçbir şey sormadı. Sadece sarıldı..

Evet o kadar içten geldi ki bana.

Sormamak.. bir lütuf..

O gün sema da geldi..

Eftelya ile göz göze geldiler, sonra yanıma geldi.

`"Nasılsın Gia?" dedi.

"iyiyim" dedim.

Eftelyaya baktı "ben sema" dedi.

o da ben "eftelya" dedi. sonra Eftelya dışarı çıktı. böyle bir anlayışlılık bulamazsınız...

o an ona biraz daha bağlandım..

"Neden" dedi.   "benim yüzümden mi?" dedi.

"senin yüzünden değil, saçların yüzünden.." diyemedim.

"değil" diyebildim.

pek fazla garip karşılamadı. Biliyordu herkes nasıl bir psikolojiye sahip olduğumu.

sonra dışarı çıktı. Eftelya ile konuşmuş. Eftelya da geldi.

"Ne konuştunuz?" dedim

"boşver. sen iyileş de konuşuruz." dedi.

DELi DEĞiLiM LAN BEN! SiZ AKILLI ROLÜ YAPIYORSUNUZ!

SiZ LAN OROSPU ÇOCUKLARI!  

Psikiyatri servisine yatmıştım en sonunda.

ilaçları almayı reddediyordum ama bir iki kere şok verilince artık itiraz etmiyordum.

Koridorda ruh gibi geziyordum.

O serviste anladığım tek şey, delilerin birbirlerini anladığıydı.

Birini bulmuştum ben ona dobloları anlatıyordum,o da bana elmanın ne kadar güzel bir meyve olduğunu.

Eftelya geliyordu, bazen de Sema. Onlara akıllı rolü yapmaktan bıkmıştım. Doktorlara da. Aslında deli değildim ama benim normal halim böyleydi.

Beni kimse rahat bırakmıyordu. Ne doğru düzgün intihar edebilmiştim,ne de yaşayabilmiştim.

Kurtulmak istiyordum buradan KURTULMAK!

intihar edecek tek bir şey yoktu şu koca serviste.

O yüzden kendimi öldürmek için o servisten çıkmam lazımdı.

Çok rica ettim Sema'dan Eftelya'dan Ahmet'ten,Ali'den..

Kimse beni öldürmedi.

Dünyada yaşamak isteyenler ölüyor, ölmek isteyenler yaşıyordu.

Yaşama tutunursam öleceğimi anladım.

Çıkmam lazımdı oradan. Ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum. Okulu da bırakmıştım.

En sonunda çıktım oradan.

Çıktığımda direkt ilaçlarımı çöpe attım. Sonraki günler yoksunluk sendromundan yolda yürüyemez olmuştum. Ama atlattım.

Ali başımdan ayrılmıyordu. Ahmet'le geceleri yanıma gelip bakıyorlardı bana intihar etmemem için.

Bir gün kalkın tatile gidiyoruz dedim.

"Nereye" dediler.

Ben de bilmiyordum ama bu şehir çürütmüştü beni.

Uzaklaşmam lazımdı buralardan.

Bastık Antalya Kemer'e gittik. Yerleştik beş yıldızlı otelin tekine.

Ahmet'le Ali'nin yüz ifadesini görseniz.. O kadar mutlulardı ki..

Ali hemen plaja gitti on numara vücudu var zaten.

Ahmet alışverişe gitti. Oralar pahalıydı baya ama paramız boldu. Malum Tofaş aldığımız için daha bir araba paramız vardı.

Neyse bir iki kere plaja gittim ben de. Pek sarmıyordu.

Ali'nin yanımda olmayışından istifade sürekli içiyordum.

Bir hafta geçti. iyiden iyiye sıkılmaya başlamıştım.

Eftelya'yı aradım.

"Neredesin?" Dedim.

Evine gitmiş. Tunceli'ye.

Durumları anlattım. "Bize gelsene, seni tüm aileme anlattım." Dedi.

Zaten öyle çok kardeşi yokmuş. Genelde oralarda hep on kardeş falan olurlar.

Tunceli'ye gitmeye karar verdim. Gidip bi çaylarını içecektim.

Ahmet'le Ali'ye durumu anlattım,pek sıcak bakmadılar. Ama paralarını verdim, ikna ettim. Arabayı aldım ve yola çıktım Tunceli'ye.

Bir çay içip dönerim diye düşünüyordum.  

Ertesi gün Tunceli'deydim. Evlerine gittim. Hani ben bir çay içer döner diye düşünürken adamlar kurmuş rakı sofrasını. Binbir çeşit yemek hazırlamışlar..

Yer sofrasını ne kadar özlemişim..

Duvarlarda Hz Ali resimleri vardı.

Yanlarında da bir sürü bağlama..

O kadar iyi davranıyorlardı ki.. O zaman bir kez daha anladım ırkçılığın ne kadar kötü bir şey olduğunu. insanları kategorileştirmenin ne kadar basitleştirildiğini.. Utandım bir an.

Yemekleri yedik. Başladılar türkü söylemeye. Öyle güzel çalıp söylüyorlardı ki,kendimden geçmiştim sanki..

"Vakti seherde açılır perde,

Düştüğün yerde derman sendedir.."

Gitmek istedim bırakmadılar. Dinlen yarın gidersin oğlum dediler.

Yattım.

Sabah Eftelya geldi kahvaltıya uyandırdı.

Rüyada gibiydim sanki.

intihar bir an olsun çıkmıştı aklımdan.

Mutlu olduğunuz her an acıya biraz daha yaklaşırsınız.

Yaklaşıyordum, farkındaydım da.

O gün vedalaştım Eftelya ve ailesiyle.

Geri dönecektim Antalya'ya.

Sema mesaj attı.

"Seni özledim.." yazmış.

Antalya'ya gitmekten vazgeçtim.

Sema geldi aklıma. Beline kadar uzanan kıvırcık saçları..

Memlekete gidecektim.. Annemin kendini astığı odaya..

Semayı da görürdüm hem.

Dinlene dinlene gidiyordum.. Yolda giderken tek bir şarkıyı dinledim.

"Grup yorum-Eftelya"

"Ver elini ver bana Eftelya... "

2 gün sonra gelmiştim memlekete.

Annemin kendini astığı odaya girdim..

ipi hazırladım. Sigaramı yaktım.

Sonra dedim ki "Ne yapıyorum ben?"

Kıvırcığımı bile görmemiştim..

ipin önünde saygı duruşunda bekledim..

Kaç dakika bekledim bilmiyorum. Çıktım semaların evinin olduğu o parka doğru ilerledim..

Parka gittiğimde bir tane çocukla sarmaş dolaş oturuyorlardı.

Bacaklarımın bağı çözüldü. Düşmemek için zor tutuyordum.

Annemin sözleri geldi aklıma..

"Sen güçlüsün oğlum!"

Ulan Gia dedim. Bitecek bu iş burada.

Yanlarına gittim. Sema kızardı. Yutkundu ağzından tek kelime çıkmadı.

Yandaki çocuk, "Bu kim" dedi.

"Bekle kardeşim gösteriyorum" dedim.

Ağzının ortasına öyle bir tane geçirdim ki yere düştü.

Ulan Ali teşekkür ederim sana.. Zorla spor salonuna götürdüğün için bir daha sana sövmeyeceğim..

Üstüne kapandım. Vuruyordum.

Bunca yılın acısını çıkarıyordum..

Sema ağlıyordu..

Kalktım ayağa. Tuttum kendime çektim Sema'yı.

Tüm gücümle sarıldım..

Ağlıyordum. Hemde hıçkıra hıçkıra.. Kıvırcık saçlarının içinde ağlıyordum. Ellerim kan içinde..

Gözlerim kan içinde ağlıyordum..

"Bu son olsun." Dedim kulağına..

BU SON OLSUN!

BEN YOKUM ARTIK..

BEN VARYA BEN. BEN ASTIM KENDiMi SENiN KIVIRCIK SAÇLARINDA!

Adam olmaz benden!

Kurbağadan tek farkım saçlarımın olması!!

Astım ulan kendimi bir kıvırcığın saçlarında!

Arabaya bindim telefonu fırlattım..

Artık görmeyecektim onu.

Bu sondu. Bir daha bana acı çektirmesine izin vermeyecektim.

Arabaya bindim. Büfeye doğru gidip rakı alacaktım kendime.

Büfenin kenarda durdum orada bir doblo vardı.

Gülmeye başladım.

Kahkahalarım sokaklarda yankılanıyordu.

Arabanın önüne çöktüm gülüyordum..

Ne komik araba şu doblolar.

Daha fazla dursam orada gülmekten kalp krizi geçirirdim.

Gittim eve bi 70 lik rakı devirdim.

Rakıyı hazırladığım ipe astım.

Tam boynundan astım şişeyi..

Kapıyı kilitledim ve son gaz gidiyordum.

Son gaz dediğim de 140 km. Daha fazla gitmiyordu Tofaş.

Radara yakalanmışım..

Çevirme durdurdu beni.

Ehliyet ruhsat vesaire teslim ettim. Hatırlamıyorum bilmem kaç promil alkol çıkmıştı.

Çok yüklü miktarda ceza yedim. Emniyete götürüldüm.

Reflü vardı demiştim. Emniyette rahatsızlandım ve hastaneye kaldırıldım.

Alkol komasına girmişim..

Hastanede yattığımı bizim elemanlar duymuş..

Geldiler.

Ali telefonu verdi, sana telefon dedi.

Eftelya'ydı.

"Kendine iyi bak Gia. Ben sana on adım artıkça sen o kıvırcık kıza bir adım daha yaklaştın. Ben artık acı çekmek istemiyorum."

Telefonu yüzüme kapattı. Çok güzel.. Hayatımda kimse kalmamıştı. Bu gidişle yalnız ölecektim.  

Ali vardı yanımda.

Ali dedim.
"Kurbağadan tek farkım saçlarımın olması."

Saçlarım epey uzamıştı. Yani kurbağadan baya baya farkım vardı.

Ben kurbağaya benzemiyorum lan! Benim saçlarım var!

Bir şey demedi.

Ahmet'e baktım Ahmet telefonuna bakmış gülüyordu.

"Ahmet neye gülüyorsun?" Dedim.

Telefonu gösterdi.
Doblo fotoğrafı açmış gülüyordu.
Artık Ahmet de doblolara gülüyordu. Ya o da delirmişti ya da o da artık anlamıştı şu dobloların komik araba olduğunu.

Hastanede yaklaşık bir ay yattım. Çıktığımda ilk iş arabayı almaktı.

Arabayla kimsenin olmadığı bir araziye gittik. Üzerine benzini döktüm ve yaktım.

Arkamıza bile bakmadan yürümeye başladık.

Ahmet Ali ve ben.
Üçümüzün de elinde sigara vardı. içerek yürüyorduk.

Çok geçmeden arabanın LPG si patladı.

Rahatladım. Bir şeylere zarar vermek iyi gelmişti.

Evimize döndük.

Artık Ali sporu bırakmıştı.

Ahmet Ali ve ben içmeye başlamıştık. Sabahlara kadar içip türkü söylüyor, perdeleri camları kapatıp akşama kadar uyuyorduk.

Dışarı çıkmak istemiyordu kimse. Çıkınca her şeyi toplu bir şekilde alıp eve kapanıyorduk.

Ali'yle Ahmet'in de başarısız intihar girişimleri oldu.

Geceleri de uyanınca birbirimize bakıyorduk acaba intihar eden var mı diye.

Benim bir planım vardı.

Şehir şehir gezip intihar konferansı düzenleyecektim. internet sitesi açacaktım.

Yeryüzüne yeni bir din getiriyordum.

intihar etme dini!
Ve bu dinin Peygamberi de bendim!

Saçlarımıza, sakallarımıza çeki düzen verdik. Konferans salonu ayarlamaya çıktık.

Herkes bizle dalga geçti.

Başarısız bir girişim oldu velhasıl. Çünkü intihar insanlarda hâlâ bir ütopyaydı.

Sahi biz neden kendimizi öldürmüyorduk?

Yan yana olunca birbirimizi öldüremiyorduk.

Ayrılmamız lazımdı.

Hepimizin psikolojisi bozulmuştu.

Babamı aradım... 

Olanlardan haberi yoktu. Cevaplarıyla ilgilenmediğimiz birkaç sorudan sonra toplu bir paraya ihtiyacımın olduğunu söyledim. Gönderiyorum dedi ve kapattı.

Elimdeki tüm parayı üçe böldüm. Paraları dağıttım.

Bir komutan edasıyla konuşma yaptım Ahmet ve Ali'ye. Birbirimizin bir daha asla karşı karşıya gelmeyeceğimizi, gelmememiz gerektiğini söyledim.

Telefonları kırdık.

Onları soktuğum bu durumdan pişman değillerdi. Savaştan çıkmış ve başarılı olmuş bir asker gibiydiler karşımda.

Bileklerime baktım, kendime acımadım bu sefer.

Bileklerimizi havaya kaldırdık ve öptük. Köpeğimizi karşımıza aldık ve hep beraber halini hatrını sorduk. Sonra barınağa bıraktık.

Hepsine birer birer sarıldım.

Sokaklarda gezdik ve gördüğümüz tüm doblolara güldük.

Sonunda da vedalaştık.

Ben annemin evine gittim. Onları da bilmiyorum..

Annemin evine geldiğimde astığım rakı şişesi hâlâ ipteydi.

Şişeyi usulca aldım götürdüm ve bahçeye gömdüm. içeri geri girdim. Ahmed Arif'in şiir kitabının içinden o saç telini aldım ve onu da astım o ipe..

O gece televizyonda gördüm. Ali intiharını son derece başarılı bir şekilde eda etmiş.

Kendini zehirlenmiş. Bir de not bırakmış..

"Zehirleyin kendinizi! Aklı olan öldürsün kendini. Tanrı'ya isyanımızdır bizim yaptığımız bu eylem!"

Ertesi gün de Ahmet'in intiharını duydum. Kafasına sıkmış. Bir de not bırakmış.

"Tüm doblolara ve intihar edenlere selam olsun. Aklı olan kendini öldürsün!"

Sıra bendeydi.

ipe baktım.

Sonra dedim ki,

"Ben zaten astım kendimi kıvırcığın saçlarında ve kıvırcığı da astım kendi saçlarında!"





yeni yazılardan haberdar olmak ister misin tatlış?
abone:
e-postana gelen onay linkine tıklamayı unutma panpa.


beğendiysen paylaş panpa


2 yorum:

  1. Kardeş hikaye iyi hoş gercekten sardı hikaye ellerine sağlık ta adamlarn psikolojisini bozmuşsun bari semayi s.ikseydin öyle hikayeyi bitirseydin

    YanıtlaSil
  2. En çok eftelyaya yazık etmişsin.

    YanıtlaSil