Efsane Korku Hikayesi: Üç Gölge Köyü Neden Terk Edildi
Kasım 20, 2019
yorum yok
Üç Gölge Köyü (Bazı kaynaklarda Üç Çatallı Gölge Köyü olarak da geçer) Bursa'nın Inegöl ilçesine bağlı bir yol kenarı köyüdür.
Bugünlerde terk edilmiş bir halde bulunan köyde şu an sadece Bursa-Eskişehir yolu yapımında çalışan işçiler kalmaktadır.
Asıl adı Mezit 1'dir... (Mezit adında 12 köy daha vardır ve bunlara "Mezitler" denir... Her bir Mezit'in arası yaklaşık 6-7 kilometredir... Küçük yapılanmalar bulunur.)
2003 Yılından beri sağlıklı bir yapılanma ve sabit bir yerlisi bulunmayan Üç Gölge Köyü hakkında pek çok rivayet edilmiştir.
Kimi köyün çevresinde çok fazla yabani hayvan olduğunu , kimi köyün yol çalışmaları yüzünden çok fazla zelzele aldığını , kimi ise bütün bunlara başka varlıkların sebep olduğunu söyleyip durmuştur.
Köyde uzun yıllar erkek çocuk dünyaya gelmemiş , hayvanlar telef edilmiş , köy mezarlıkları oyulup açılmış , patika yollardan sürekli taş yağmıştır.
Bu dosya Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümü öğrencisi Oktay Ar ağzından yazılmıştır...
2002 Yılında ek bir üniversite okumak amacıyla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümüne girdim... Eskişehir'de yaşıyordum.
Ailemi çocukken bir trafik kazasında kaybetmiştim , hayatımın büyük bir çoğunluğunu dedemle ve babaannem ile geçirmiştim.
Lise yıllarımı Bursa Erkek Lisesinde yatılı okuyup üniversiteyi kazanmış ve yeniden Eskişehir'e dönmüştüm.
Okulla pek fazla alakalı bir öğrenci değildim... Zaten daha önceden inşaat mühendisliği diplomam vardı. Jeoloji okumamdaki tek sebep askerliğimi daha da uzatmaktı.
Söylediğim gibi okulla pek fazla alakası olan bir öğrenci değildim ve projelerden pek de anlamıyordum...
Bir gün okula gittiğimde okulda bir proje hazırlanacağını söylediler... Her öğrenci seçeceği bir bölgenin jeolojik yapısını araştıracak , bilgiler toplayacaktı.
Kimi öğrenci Eskişehir Inönü'yü seçmişti , kimi öğrenci Kütahya'daki termalleri seçmişti... Listede geriye sadece Üç Çatal Köyü (Bursa-Inegöl) kalmıştı.
Mecburen benim projemi hazırlamak için oraya gitmem gerekiyordu.
Güzel bir değişiklik olabilirdi , üstelik Bursa'yı da uzun zamandır görmemiştim.
Boş zaman buldukça Bursa'yı gezer , eski okulumun önünden geçerim diye düşünüyordum...
Eve gidip eşyalarımı toplamaya başladım... Civarda kalabileceğim bir yer yoktu ama 2 liraya Inegöl'den minibüslerin kalktığını biliyordum.O zamanlarda yol çalışmasında çalışan işçiler de sürekli o minibüslerle inşaata gidiyordu zaten.
Eşyalarımı toparladıktan sonra evden çıktım ve Bursa arabasına atladım.
Yarı yıl tatili henüz girmemişti , bu ödevi tatile kadar hazırlamam gerekiyordu.
Kafam rahattı , gerekenden erken davranmıştım ve rahat rahat ödevi bitirmeyi planlıyordum.
Lapa lapa kar yağıyordu... Eskişehir'in soğuğunu bilenler bilir. Bindiğim otobüs aslında Istanbul arabasıydı ve asıl yolcuları Bursa Garajından alacaktı. Otobüste benim dışımda sadece 2-3 kişi vardı ve onlar da daha Inegöl'e gelmeden Eskişehir'in bazı ilçelerinde otobüsten inip evlerine gitmişti...
Otobüs şoförü ve ben kalmıştık... Ön koltuklara doğru ilerleyip.
"Kar fena bastırdı , devam edebilecek miyiz ?" diye sordum...
"Zor kardeşim ama deneyeceğiz belki durar" dedi...
Aradan 15-20 dakika geçti Bursa yönüne gittikçe kar yağışı daha da artıyordu...
Otobüs şoförü daha fazla ilerleyemeyeceğini anlayıp
"Arabayı sağa çekemeyiz , Eskişehir'e geri dönelim." dedi.
Inegöl'e pek fazla bir şey de kalmamıştı...
"Şu an tam nerdeyiz ?" diye sordum.
"Mezit 1 , Üç Gölge Köyü" dedi...
"Tamam ineyim ben burda" dedim...
"Kardeşim kar kıyamet ne yapacaksın sokaklarda ?" dedi.
O dönem biraz daha deli dolu , biraz daha heyecan arayan bi insandım... Şoförü dinlemeyecektim tabi ki...
"Allah misafiri der kalırız bir evde" dedim...
Otobüs şoförü otobüsü geri çevirdi ve beni indirdi.Ben köyün patikasına doğru yürümeye başlayacaktım arkadan seslendi.
"Bak kardeşim , bu köy için pek iyi şeyler söylemezler.. Dikkat et." dedi.
"Nasıl ?" diye sormaya kalkmadan otobüs şoförü sürmeye devam etti... Gözden kayboldu.
Heralde köyün yerlisi bir gariptir diye düşündüm ve gece kar yağışında yürümeye devam ettim...
Telefonumun şarjı bitmek üzereydi , hava da cidden soğuktu.
Saat 9-10 sularıydı... Köye de pek fazla bir mesafe kalmamıştı zaten.
Çantalar büyük ağırlık yapıyordu , kitaplar , kıyafetler üst üsteydi.. Hele ki üstüne kar da binince hepten yorgun düşmüştüm.
Sonucunda köye vardım... Tahminen 20-25 tane hane vardı. Hanelerden bazıları insan oturamayacak kadar yıkık dökük bir haldeydi.
Köy kahvesine doğru yürüdüm köydeki insanların çoğunun yaşı yüksekti.. Kahvede oturmuş sohbet ediyor gibiydiler ancak ben yanlarına gittikçe hepsi susmuş ve beni izlemeye geçmişti.
Çıt bile çıkmıyordu.
"Selamun Aleyküm" dedim...
Selamı almadılar sadece başlarını sallayıp selamladılar...
Yaşça biraz daha büyük olanlardan bir tanesi
"Hayırdır evlat , yolunu mu şaşırdın ?" dedi.
Öğrenci olduğumu ve proje ödevi için bu köyde bulunduğumu söylediler...
Çantama bakıyorlardı.
"O çantadakiler ne ?" diye sordular.
"Kamera , kitaplar , defterler , metre falan" dedim...
Baştan aşağı beni süzüyorlardı.
Aslında rahatsız olmuştum , daha sıcak bir yerli bekliyordum...
"Müsade ederseniz köyde 3-4 gün kalacağım... " dedim.
Bu dediğime biraz bozulmuş gibiydiler... Ancak ses çıkarmadılar.
Akşam olunca onlar gitti. Köylerde en son kahveler kapanırdı.
Son oturan kişi de kalkınca köy kahvecisi içeride bana bir döşek bir de yastık ayarladı.
Gözümün önünde çekinmeden kasayı kitledi , bütün paraları aldı ve bunları yaparken bana sanki hırsızmışım gibi davranıyordu.
Köyün insanında hakikaten de bir farklılık vardı.
"Sabah kahve erken açılır , sen de uyanmış ol" dedi...
Kapıyı kapattıktan sonra
"Emrin olur" dedim...
Sevmemiştim bu köydeki insanları...
Döşek çok sertti , rahat olmayan yerde pek iyi uyuyamıyordum... Zamanında lisede sırf yataklar rahatsız diye müdürle kavga edip dünyanın dayağını yemiştim.
Bi yandan küfür ediyor bir yandan da uyumaya çalışıyordum.
Kahvedeki eleman giderken elektriği tümden kapatmıştı. Telefonu şarj edemiyordum , gece belki birileriyle konuşmak iyi gelebilirdi.
Kafamı devirip uyumaya çalıştım... Tam uykuya dalacaktım ki kahve penceresine sanki ufak bir taş geldi...
Kafamı kaldırdım baktım... Kimse yoktu.
Uyumaya çalışmaya devam ediyordum. Aynı taş sesi bu sefer diğer pencereden geldi.
Bu sefer yataktan kalkıp sağa sola baktım...
Ortalıkta kimse yok gibiydi..
Gecenin sessizliği en ufak bir çıt sesini bile hissettiriyordu. Etrafta ayak sesi , insan sesi falan da duymamıştım. Olsa rahatlıkla hissedilirdi.
Pencereden bakıp yatağa doğru dönerken bu sefer kapı çok sert bir şekilde çarptı.
Arkamı döndüm kimse yoktu... Kapıya doğru yönelip kapıyı açtım , sağda solda kimse yoktu.
Bu gece uyumamak daha iyiydi , sonuçta bilmediği bir köyde bilmediğin insanların uğradığı bir yerdeydim.
Yatağı , döşeği toplayıp bir sandalyeye oturdum... Köyü izlemeye başladım.
Bütün lambalar sönüktü , köylü uykudaydı.
Ben de fırsat bu fırsattır diyip köyü gezmeye karar verdim.
Sokakta kimseler yoktu , kış nedeniyle yol çalışması da durmuştu... Sağ sol sakindi anlayacağınız.
Ben köyün bütün sokaklarını dolandım ettim... Gözüme çok fazla bir detay çarpmamıştı.
Sadece çok fazla harabe ev vardı..Çatısı olmayan , kapısı olmayan ancak diğer evlerle iç içeydi hepsi.
Ben köydeki yürüyüşü bitirip köy kahvesine doğru giderken bir detay aklıma takılmıştı.
Köyde hiç cami yoktu... Cemevi , kilise falan da yoktu. Küçük bir köydü zaten ve her yerini gezdiğime emindim ama bu bahsettiğim yapılardan hiç görmemiştim.
Aklıma takılan tek şey oydu... Köydeki bu gezinti de pencere ve kapıdan gelen sesleri bana unutturmuştu aslına bakarsanız , kafam dağılmıştı biraz da olsa.
Saat sabaha yaklaşırken oturduğum sandalyede uyuyakalmışım... Kahveye insanların gelmesiyle uyandım.
"Rahat uyuyabildin mi ?" diye sordular... Nezaketen rahattım dedim.
Benden rahatsız oldukları belliydi... Ödevi hızlıca halledip burdan gitmeyi düşünüyordum.
Köy kahvesinde kahvaltı ettikten sonra yavaş yavaş hazırlanmaya başladım. Inegölde bir otele yerleşip baştan savma fotoğraflarla projeyi sunacaktım.
Ben çantamı hazırlarken köylülerden bir tanesi
"Hayırdır kardeş , ne tarafa ?" diye sordu.
"Inegöl'e gideyim... Size rahatsızlık verdim." dedim.
Ses çıkarmadılar... Rahatsızlık duyduklarını kabul ediyorlardı bir bakıma...
Herkese afiyet olsun dedikten sonra kapıya doğru yöneldim o sırada genç bir çocuk beni tuttu , köyde gördüğüm tek genç çocuk buydu.
"Hocamız köy yollarının kapalı olduğunu , seni 2-3 gün daha misafir edeceğimizi söyledi" dedi...
"Hoca mı ? Hocanız kim ?" diye sordum.
Sonra tanışabileceğimi söyledi... Çocuk yavaşça köydeki erkeklerin oturduğu kahve masasına doğru yürüdü.Onu görenler sanki genç birini görmüş değil de aile büyüklerini görmüş gibi ellerini önüne bağladı.
"Hocanın misafiridir... " dedi.
Hepsi bana bakıyordu... Bunları söyleyen adama teşekkür ettim.
"Kalabileceğim bir yer var mı ?" diye sordum... Halledeceğini söyledi ve köy kahvesinden çıktı.
Beyaz bir atı vardı... Atın üzerine atlayıp köy ormanına doğru ilerledi.
Çocuğun dediklerinden sonra köy ahalisi bana ilgi göstermeye başlamıştı.
Sofranın baş köşesine oturtup bana sorular sormaya başladılar.
Onlar bana soru sordukça ben de onlara sormaya başladım... Ama aklımda hep köyde neden cami olmadığı sorusu beliriyordu...
Gereken cesareti topladıktan sonra onlara sordum...
"Köyünüzü dün gece biraz çıkıp inceledim , ama cami bulamadım... Nerde ibadet yapıyorsunuz ?" diye sordum.
Başta hiç biri bir şey söylemedi... Lafa atılmak içlerinden gelmesi sanki. Birbirlerine bakıyorlardı.
Aralarından bir tanesi söze atılıp
"Köyün nüfusu zaten az , camiye gerek yok... Belediye gelip sordu biz istemiyoruz dedik. Camiyle ilgilenecek gücümüz yok." dedi...
Bu damın söylediklerinden sonra diğerleri de onu onayladı.. Ancak bunu söylemek bu kadar basitken neden o kadar eveleyip geveledikleri biraz garibime gitmişti.
Ben çantamdaki eşyaları tekrar çıkarmaya başladım...
Kalacak bir yer ayarlanacağı söylenmişti ama her ihtimale karşı bir dolaba dizdim.
Aralarından bir tanesi kameraya baktı...
"Nedir bu ?" diye sordu...
"Dedim ya , kamera." dedim... Diğerlerinden daha yaşlı bir adamdı ve kamera görmek onu şaşırtmıştı...
Onlar kamera ile eğlenirken köy kahvesine sinirli olduğu her halinden belli olan bir adam girdi... Adını sonradan öğrendim , Cemşit.
Ihtiyarın elindeki kamerayı alıp yere fırlatmaya çalıştı , son anda durdurabildim.
Bunları yaparken
"Köyümüzde çekecek bir şey yok , hepsi uydurma lan bunların" diye bağırıyordu...
Aralarından bir tanesi
"Onun için burada değil , öğrenci bu.." dedi... Adam hala sinirliydi , ve bana doğru saldırmaya çalışıyordu.
Beni kahveden çıkardılar... Çıkaran kahveciydi.
Tam yeniden kahveye girecekti , kolundan tuttum.
"Bu adamın bahsettiği şey ne ?" diye sordum.
"Boş ver sen onu , onun aklı yerinde değil." dedi...
Kamera elimdeydi , adam tekrar içeri girdi... Ortalık sessizleşmiş , sakinleşmişti...
Daha sonra içeriden beni çağırdılar... Cemşit de içerideydi...
"Ben seni gazeteci , haberci falan sandım kardeş. Kusura bakma." dedi...
"Öyle olsam bile sakladığınız bir şey mi var ?" dedim...
Kimseden ses çıkmamıştı... Herkes konuşmamaya yemin etmiş gibiydi sanki.
Kahveden çıktım , köyde yürüyüş yapmaya başladım... Ortalık karlıydı. Sokakta kimseler yoktu.
Ben köyde yürüyorken yine harabe evlerden birisinin önüne denk geldim... Duvarda anlam veremediğim yazılar yazıyordu , ve bir resim çizilmişti.
Resimde üç tane uzun boylu varlık vardı... Kap karaydılar... Kucaklarında bir bebek , hepsi birden ona bakıyordu... Etrafında değişik yazılar vardı...
(Hatırladığı kadarı ile bu yazılarda "DOĞ" yazdığını belirtiyor)
Ben bu eve doğru bakarken arkamdan at sesi duydum... Gelen o gün kahvedeki çocuktu...
"Hayırdır kardeşim ?" dedi... Bu sefer güler yüzlü bir hali vardı...
"Bu evdeki resim... Tarihi eser mi bu ?" dedim...
Gülümsedi... "Bilmiyorum , doğduğumdan beridir bu burda duruyor." dedi...
Adını sordum... Bu köyden olup olmadığını , ormanda ne aradığını sordum.
"Adım Azad... Bu köyde doğdum , bu köyde büyüdüm... Annem doğumda ölmüş , babamla da görüşmem... Kendimi bildim bileli hoca sayesinde büyüdüm , onun sayesinde geliştim." dedi..
Hoca dediği adamı merak ediyordum..
"Bu hoca kim ? Beni onunla tanıştırabilir misin ?" dedim...
"Zamanı var kardeşim , zamanı var... " dedi.
Ama benim zamanım yoktu , burda daha ne kadar kalabilirdim ki... Neyse diyip konuyu geçiştirdim.
Kalacak bir yer ayarlayıp ayarlamadığını sordum...
Eğer istersem onla kalabileceğimi söyledi... Eli yüzü düzgün , delikanlı birisiydi Azad... Seve seve kalırım dedim.
"Yalnız mı yaşıyorsun hocan rahatsız olmasın ?" dedim...
"Olmaz olmaz , arada ziyaret eder ama rahatsız olmaz." dedi.
Köy kahvesine gidip eşyalarımı toparlamaya başladım... Azad'ın evi köyün içinde değil , arka tarafındaki ormana kalıyordu.
Üç katlı büyük bir konak gibiydi... Etrafında kimse yoktu... Evin bahçesi sanki bütün ormandı... Azad attan indi , ben de arkasından atladım.
Eve girdik.
O dönem için son derece bakımlı , kaliteli bir evdi... Dışı biraz harabeyi andırsa da içi bir o kadar düzenli ve şıktı. Salonu büyüktü , merdivenleri uzun ve görkemliydi , lavabo her köy evi gibi bahçede duruyordu.
Köyde gördüğüm en güzel yer Azad'ın eviydi...
"Eşyalarını üst kattaki odaya bırakabilirsin istersen." dedi...
Benim kalacağım oda ikinci kattaki odaydı.. Azad en üst katta kalıyordu. Benim odamın karşısında bir oda daha vardı... Orda da heralde hoca dediği adam kalıyordu çünkü dayalı döşeli bir odaydı. Benim kalacağım yerin bir misafir odası olduğu her halinden belliydi.
Ben eşyalarımı yerleştirirken Azad odaya geldi.
"Ben gece yakmak için odun falan toplayacağım , bi de akşamlık bişeyler alırım var mı başka bir isteğin kardeşim ?" dedi...
Hayır dedim... Hayatımda gördüğüm en iyi insanlardan birisiydi Azad...
Konaktan çıkıp atına atladı ve köye doğru gitmeye başladı..Ben de evin içinde sağa sola bakıyordum. Aslında tam hayalimdeki bir yerdi.. Böyle bir yerde yaşamak isterdim.
Telefonumu şarj edip dedemi ve babaannemi aradım... Onlara iyi olduğumu söyledim...
Ancak bir yandan da ödevi yapmam gerekiyordu.. Saatler sonra Azad içeri girdi... Ben salonda oturuyordum... Ayağa kalktım.
"Rahatına bak , akşam mangal var hadi iyisin" dedi...
Bana neden bu kadar iyi davrandığını bir türlü anlamıyordum.
Azad mangalı yakmıştı , ben de odama iyice yerleşmiştim... O sırada aşağıdan yemekler hazır diye seslendi... Ben merdivenlerden aşağıya doğru iniyordum ki üst kattan da Azad'ın indiğini gördüm...
"Azad... " diyebildim sadece...
Bakıyordu anlamsızca.
"Sen aşağıda değil miydin ?" diye sordum.
"Hayır kardeşim , üstümü başımı değiştirdim evdeyiz rahat olayım dedim" dedi...
Şaşırmıştım... Sesi çok net şekilde aşağıdan gelmişti oysa... Yüzüme bakıyordu hala. Gülümsedim ve merdivenleri inmeye başladım.
Azad etleri pişirmiş , sofrayı hazırlamıştı... Montunun iç cebinden 20'lik de bir rakı çıkardı...
"Başka zaman pek içmem ama bu gece istisna" dedi... Azad'a kısa sürede kardeşim gibi ısınmıştım...
Kaç yaşında olduğunu sordum.
"26 yaşındayım." dedi... Sonra beni sordu , yaşıt olduğumuzu söyledim...
Köyde başka arkadaşları olup olmadığını sordum... Köydeki en genç insanın kendisi olduğunu söyledi.Ona en yakın yaşta olan kişinin de en az 50 yaşlarında olduğunu belirtti... Azad bu köyün tek genciydi... Heralde bana bu kadar yakın olmasının sebebi de yaşıt insanlarla pek karşılaşamıyor olmasıydı...
"Yok mu dostun falan ?" dedim... Dosta ihtiyaç duymadığını , yalnızlığa alıştığını söyledi...
Bunları söylerken bir yandan rakısını yudumluyor , bir yandan sigarasını içiyordu... Hüzünlendiği belliydi , ben de daha fazla bu konuları açıp onu üzmek istemedim.
Ardaki atı gösterdi...
"Benim tek dostum bu" dedi...
Ben de şakayla karışık , "bir de o hoca var tabi ki , onu unutmadım" dedim...
Güldü...
Rakıları içtikten sonra içeri çekildik... Hava zaten çok soğuktu.
Azad odasına çıkmıştı , ben de mutfaktan su içip odama doğru yürümeye başladım.
Etrafımı düzeltip tertipledikten sonra yatağa uzandım.. Saat geç olmuştu.
Günün yorgunluğu ve alkolün de etkisiyle kötü bir kabus görmüştüm...
Rüyamda annem ve babamın yanındaydım... Ama beşikte bir bebektim... Üstüm başım kan içindeydi. Annem ve babam bana sarılıp ağlıyorlardı. Beni üç tane uzun boylu kara çarşaflı erkek mi kadın mı olduğunu anlamadığım şeye veriyorlardı... Bu üç şey bana bakıyor ve etimi sıkıyorlardı... Tırnakları bıçak gibi keskindi... Uyandığımda kan-ter içindeydim... Daha sabah olmamıştı. Uyanıp bahçedeki lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak istedim. Odadan çıktım...
Kapıyı kapattım , bu sefer üst katta Azad'ı duydum... Onun sesiydi ve bu sefer emindim... Yemek saatinde olduğu gibi yankı değildi. Azad'ın merdivenlerini çıkmaya başladım... Odasının kapısı kapalıydı ama odada bir ışık olduğu belliydi , uyumamıştı.
Adım attıkça Azad'ın sesi daha net duyuluyordu... Arapça konuşuyordu...
Acaba telefonla mı konuşuyor , yoksa hoca dediği adam mı geldi diye düşündüm... Kapıyı çalacaktım ama gecenin bu saatinde evin içinde geziyor oluşum onu rahatsız edebilirdi...
Merdivenlerden iniyordum ancak Azad'ın sesi iyice yükselmişti... Bağrışı neredeyse köyden bile duyulabilirdi... Ancak yine de duymamış gibi yapıp uykuma devam etmek istiyordum...
Azad'tan bir tehlike geleceğini hiç düşünmüyordum.
Odama girip uyumaya çalışmaya devam ettim... Azad'ın sesleri eşliğinde zor da olsa uyumuştum... Sabah olduğunda aşağıya indim Azad yoktu.
Üst kata odasına çıktım , kapıyı tıklattım , ses vermedi.
Tekrar çaldım yine ses vermedi.O sırada arkamda "Beni mi aradın" diye beliriverdi... Korkup bağırmıştım.
Azad güldü... "Kahvaltı hazır hadi gel" dedi...
Korkmuştum ama bir şey diyemedim... Dün gece gelen sesleri sormak istiyordum ama cesaretimi toplayamamıştım...
Azad köye doğru ilerledi atıyla... Bana da bir at gelmişti...
"Bu at nerden" diye sordum...
"Köyden aldım... Okul işlerin için işine yarar" dedi...
Teşekkür ettim , ben de atladım ata... Azad köye doğru gidiyordu , ben de artık ödev için yola çıkmaya karar verdim.
Toprak örnekleri toplayıp fotoğraflar çektim... Atın üstüne atlayıp köye doğru gitmeye başladım. Köye giden patikadan geçerken ağaçların arasında 2 tane gölge gördüm... Bembeyaz karlı havada o kadar net gözüküyorlardı ki , emindim gördüğüme.
Simsiyah çarşaf içindeydiler , boyları çok uzundu iki insan boyundaydılar... Hızlı hızlı yürüyorlardı... Korkmuştum , peşlerinden gitmek imkansızdı o anki korkuyla.
Köye varmıştım... Köy kahvesine gittiğimde insanlar beni hoş karşıladı... Çay söyleyip benle sohbet ettiler...
Her şeyin yolunda olduğunu söyledim... Azad'ın zaman zaman dengesiz hareketler yapabileceğini , anlayışlı olmam gerektiğini söylediler.
Hiç de dedikleri gibi birisi olmadığını söyledim Azad'ın... Kahvede oturduktan sonra Azad'ın evine doğru gittim... Atı kapının önündeydi.Alt kapı da açıktı.
Kapıdan içeri girip
"Ben geldim kardeşim" dedim...
Ses gelmiyordu... "Azad" diye seslendim... Ortalıkta hala Azad yoktu...
Kendi odamın olduğu kata çıktım... Ses seda yoktu yine...
En üst kata çıkıp Azad'ın odasına bakmam gerekiyordu , evin her yerini aramıştım...
Azad'ın kapısının önüne geldiğinde içeriden Azad'ın sesi geliyordu... Yine Arapça konuşuyordu ancak bu sefer farklı bir ses daha vardı sanki... Çok ince , çok tiz bir sesti... Sanki bir yandan da enstrüman sesi gibi geliyordu.
Sesler iyice yükselmişti ve ben gerçekten korkuyordum... Kapının altından dumanlar çıkıyordu...
"Azad !" diye bağırıp içeriye girdim...
Azad odadaydı... Ama bir gariplik yoktu ortada... Sadece yüzüme bakıyordu öylece.Ne oldu kardeşim der gibi bir ifade takındı.
"Bağırıyordun , acı çekiyor gibiydin Azad." dedim... Öyle bir hal takınıyordu ki kendimi şizofrenmiş gibi hissediyordum.
"Ben mi ?" diye sordu...
Bu sefer konuyu geçiştirmeyecektim... Evet sen dedim... Sesin bütün her yeri inletti hatta Azad dedim...
"Yanlış duydun heralde" dedi ve odadan dışarıya çıktı... Peşinden gittim.
"Hayır , kendimdeydim. Seni rahatsız eden bir şeyler mi var ?" diye sordum.
"Saçmalama Oktay" dedi... Korkum geçmişti çünkü o an tamamen Azad'ın hareketlerine odaklanmıştım.
"Peki" dedi... "Madem merak ediyorsun gel gidip göstereyim." dedi...
Bu dedikleri korkutmuştu beni... Ancak merak ediyordum. Azad dünyada görebileceğiniz en iyi huylu insanlardan birisi gibiydi ama yalnız kalınca neden böyle şeyler yaşıyordu ya da köydekiler neden onun sıradışı şeyler yapabileceğini söylüyordu merak ediyordum.
Kapının önündeki atlara atladık... Köyün içine doğru gidiyorduk.
Azad hiç bir şey söylemiyordu... Bana seslenip "korkacak bir şey yok , sadece merakınını gidermek istiyorum." dedi...
Onun kendinden emin halleri insanı rahatlatabiliyordu... En sonundak öydeki o içinder resim olan harabe evlerden birine girdik...
Attan aşağıya atladı...
"Bu köyde kimse geceyi dışarda geçirmez. Kimse yeni güne sokakta başlamaz. Herkes evinde girer yeni güne... " dedi.
Bunları neden söylediğini sordum...
Bu köyün sahipleri olduğunu ve onların gece dışarıda fazla sayıda insan görmek istemediklerini söyledi...
Köyün sahipleri kim diye sormak gelmiyordu içimden , az çok tahmin edebiliyordum...
Saate baktım , saat 12'ye 3 vardı...
"Gerçekten görmek istiyor musun ?" diye sordu...
Korkmaya başlamıştım... Azad halinden emin gibiydi ancak o da durmak istemiyordu , belliydi...
Atlara atladık ve hızla Azad'ın evine doğru ilerledik... Zaman hızla geçiyordu ve nihayet eve varmıştık...
Eve girdiğimizde saat 12 olmamıştı... Azad bana bakıp
"Eğer istiyorsan yarın gidebilirsin." dedi...
"Burada kalacak değilim." dedim...
Azad salonda bir başına oturuyordu... Dertli olduğu belliydi...
Onun zor bir hayatı olduğu belliydi.. Annesini kaybetmiş , babasını görmüyor ve yalnız bir hayat yaşıyordu.
Yanına gittim , artık benim de onun bir kardeşi olduğunu söyledim ancak tabi ki bu onu teselli edecek değildi...
"Peki neden sen de gitmiyorsun bu köyden ?" diye sordum.
"Gidemem" dedi...
"Neden" diye sordum tekrar...
Cevap vermedi... Ben odaya çıktım , 5-10 dakika sonra da Azad'ın odasına çıktığını duydum.
Uykuya dalamıyordum bir türlü... Alt kata inip Azad'ın sigaralarından bir kaç tane aldım ve odaya çıktım.
Odanın penceresini açtım sigara kokusu dağılsın diye... Sigarayı içime çektikçe küllerin tutuşma sesini dinliyordum... Duman gecenin karanlığında çok net belli oluyordu ve dağılışını izliyordum , bunu ergenliğimden beri yaparım.
Sigarayı içtikten sonra pencereyi kapatmaya gittim... Odanın penceresi sokak kapısının önüne bakıyordu ve evin kapısının önünde 2 tane uzun çarşaflı şeylerden gördüm... Çok net bir şekilde duruyordu. Gözümün önündeydiler... Sesler çıkardım , ancak rahatsız olmadılar... Atlarımızın yanında öylece eve bakıyorlardı...
Dualar okumaya başladım... Bildiğim bütün duaları sureleri okuyordum ama onlar hala ordaydı...
Üst kata çıkıp Azad'ın kapısına vurdum , kapısı kitliydi ve açmıyordu...
Köyde gece 12'den sonra elektrikler giderdi , lambalar da yanmıyordu...
Korkarak aşağıya indim , o zaman cinlerin insanları görünce kaybolduğunu duymuştum ve bu kulaktan dolma bilgiye güvenip kapıya doğru ilerlemeye başladım... Sokak kapısını açtım , o iki şey hala önümdeydi.
Onlara doğru yaklaşırken ikisi birden çok ince bir sesle çığlık atmaya başladı... Ağaçlardan kuşlar uçuşuyor , atlar sağa sola koşturuyordu... O iki şey öylesine tiz , öylesine ince bir ses çıkarmıştı ki sanki kulaklarım sağır olmuştu...
Ben korkudan titreyerek , ağlıyarak yere çöktüm... O sırada kapıdan Azad çıktı.
"Bi neleke heyyem" diyip onları uzaklaştırdı... Daha sonra yanıma koştu...
Sadece Azad diyebiliyordum...
"Korkma kardeşim , onlar bizim güvenliğimiz için burdalar... " dedi...
Sadece titriyordum... Orada belki 1 saat öylece kaldım ve zor zahmet eve girebildim.
Eve girdik... Salonda tekli koltuğa oturdum. Azad ağzında sigarasıyla bir şeyler soruyordu...
"Gördün mü ? Onlarla göz göze geldin mi ?" diyordu... Hatırlamıyordum...
Sadece gitmek istiyordum burdan... Azad'ın sorularına cevap vermeden üst kattaki odaya çıkıp eşyalarımı toplamak istedim. Azad kalkmama izin vermedi.
"Oktay... Onlarla göz göze geldin mi gelmedin mi ?" diye sordu... Sakinleşmiştim biraz daha , evet geldim dedim... Azad'ın yüzü düştü...
"Yapmaman gereken bir şey yaptın" dedi...
"Ben gidiyorum buralardan , işte sana yapmam gereken bir şey... " dedim.
Sigarasını söndürdü...
"Ve eüzül cann , hak kabre cinn" dedi... Ev sanki sallanıyor gibiydi... Dünya ayaklarımın altından kaymıştı sanki.. Merdivenlerden aşağıya doğru yüz üstü düştüm...
"Onlardan kaçabileceğini mi sanıyorsun ?" dedi...
Azad söylediği bir söz ile beni bu hale getirebilmişti... Arkasında o çarşaflı şeyler belirmişti...
"Şu an senin için dünyadaki en güvenli yer bu ev Oktay... " dedi...
Doğru söylediğini düşünüyordum , söyledikleri mantıklı şeylerdi...
"Havis ve Efhas dan korkma... Onlar sana zarar vermezler." dedi...
"Ben bunları bugün köy yolunda gördüm." dedim...
Beni izlediklerini , bunu onlara hocanın söylediğini söyledi... Sadece dinliyordum , Havis ve Efhas kapının önüne çıktılar tekrar...
Azad bir bardak su getirdi ,
"Eğer onları çıplak gözle görebildiysen bile ne durumda olduğunu bir düşün... Bu köye belki hiç gelmemeliydin ama artık el ele verip seni kurtaracağız." dedi..
Ben bu gördüklerimin bir rüya olması için dua ediyordum.
Havis ve Efhas dediği iki şey kapının önünde hala bize bakıyordu... Kapıyı kapattım... Bu sefer pencerelerden bizi izliyorlardı.
"Onlardan rahatsız olma , sana da bana da zarar getirmezler" dedi...
Yine de rahatsızlık duyduğumu söyledim... Azad soğukkanlılıkla bakıyordu olaylara...
"Senin değişik güçlerin var Azad... Doğru mu ?" dedim... Evet dercesine kafasını salladı...
"Ancak bunun adı güç değil , ilim." dedi... Neyse ne diyip konuya devam ettim... Bu kapıdaki şeyleri onunla ben dışında köyden herhangi birinin görebilip göremeyeceğini sordum.
Onları sadece ikimizin görebileceğini söyledi...
"Ben eve ilk geldiğimde de onlar burda mıydı ?" diye sordum...
"Evet" dedi...
"Peki neden onları şimdi görebiliyorum ? 2-3 Günde ne değişti" dedim...
Ben bu soruları sorarkek Havis ve Efhas hala bizi gözlüyordu... Onlardan ürküyordum.
"Bu köye gelmemen gerekiyordu Oktay... Bu köyde yıllardır erkek evlat olmaz , yıllardır köydeki insanlar doğum yapmıyor , doğan çocuklar da ölü ve sakat doğup sonradan ölüyor." dedi.
"Peki neden ?" diye sordum...
Buna büyük bir günahın sebep olduğunu söyledi... Anlatmasını söylediğimde işin bu kısmının onu ilgilendirmediğini söyledi.
"Biraz yat dinlen... " dedi... Sabah doğmak üzereydi...
Zor bir gece geçirmiştim... Ancak kafamda bir çok soru işareti vardı.
Azad bildiklerini sanki tamamıyla bana anlatmıyor gibiydi.
Sabah olduğunda Azad henüz uyanmamıştı... Havis ve Efhas kapı önünde yoktu. Atların yemini , suyunu verdim. Sağa sola göz attım gece başka sıradışı bir şey olmamıştı.
Daha sonra Azad aşağıya indi...
"Havis ve Efhas nerede ?" diye sordum...
"Onlar geceleri burda dururlar." dedi...
"Neden gündüz durmuyorlar , gündüz tehlike yok mu ?" diye sordum...
Bana içeriden bir kitap getirip bir sayfa açtı... Bu yazıyı okumadan önce "Tevvelüke bin kunateyş" dememi söyledi.
Euzübesmele çekip söyleyecektim ki beni susturup
"Onu söyleme... Bu kitapla ilgileniyorsan Allah'ın adını ağzına almayacaksın." diyordu.
Yazanların tamamını okudum... "Eee ne diyor burda ?" dedim. Metin farklı dilde bir metindi.
Burda cinlerin insanları gece rahatsız ettiklerini ve yatsı saatleri ile sabah saatleri arasında onları yanlarına çektiğini söyledi.
Azad'a böyle şeyler öğrenmek istemediğimi söyledim.. Anlayışla karşıladı...
Ben projeyi , dersi boşvermiştim... Umrumda bile değildi açıkçası.
O gün sadece evde oturdum... Telefonla sevdiklerimi aradım , konuşup kafa dağıtmaya çalıştım.
Yine akşam olmuştu , ancak Azad henüz eve gelmemişti.
Bütün gece onu beklemiştim , Havis ve Efhas kapı önünde belirmişlerdi bile... Ancak onlarla iletişim kuramıyordum... Yine yanlarına gidip bana zarar verme riskine giremezdim...
Saatler ilerliyordu ve Azad halen eve gelmemişti.
Devam ediyorum...
Saatler geçmişti ve ortada Azad yoktu... Ben bir yandan dualar okuyordum , bir yandan yola bakıyordum. Saat 12'ye doğru geliyordu.
Azad "Saat 12'den sonra onlar ortaya çıkar" demişti , belki de canı tehlikede olabilirdi...
Zaman geçiyordu ve nihayet kapı çaldı , gelen Azad'tı...
"Kusura bakma kardeşim... " dedi...
Merak ettiğimi , kötü şeyler olduğunu söyledim...
Koruyucularımız yanında , merak edecek bir şey yok... Sadece yapmam gereken 1-2 iş vardı , onları hallettim dedi...
Oturduk ve sohbet etmeye başladık... Köyde onla yaşıt bir kız olmadığını ve köyden gitmeyi kabul etmediğini söyledim... Hayatı boyunca yalnız mı olacaktı ? Hiç aile kurmayacak mıydı ?
"Bu köydeki son insan olarak ölmek istiyorum... Bu köyün tarihe karışmasını istiyorum sadece." dedi...
Peki ya başkaları gelip yerleşirse diye sordum...
"Gelmediler mi sanıyorsun ? Gelenler de 1 ay kalıp döndüler... Burası onların yeri , burası onların köyü. Burda bizler dışında kimse oturamaz" dedi...
Köyün üstündeki lanetin sebebinin o büyük günah olduğunu söyleyip duruyordu ancak günahın ne olduğunu hala anlatmıyordu...
Gece iyice çökmüştü... Azad odasına çekilmişti bile ve ben de odamdaydım...
Gözümden uyku akıyordu ve bu sefer zorlanmadan uykuya dalmıştım...
Gece sert bir şekilde kapının kapandığını duydum... Mevsimlerden kıştı , pencereler kapılar kapalıydı anlayacağınız evde durduk yere bir kapının çarpması imkansızdı... Tepki vermedim , uyumaya çalıştım.
Bu sefer cam tıkırtısı sesleri duyuyordum... Pencereye doğru yürüdüm. Pencerede kendimi gördüm. Alnımda bir leke var gibiydi... Alnımı sildim , elime kül gelmişti. Sanki külden bir yazı yazılmış gibiydi.
Ben alnımdaki külü siliyordum ancak camın önündeki yansımamda kül hala duruyordu... Biraz daha dikkatli sildim , sildiğimden emin olabilmek için.Ama yine gitmemişti , en son kapı önündeki koruyucuların cama sertçe vurduğunu gördüm... Sertçe vuruyorlardı , sanki camdaki yansımamı alt ediyorlardı... Sanki onları öldürüyorlardı ve en sonunda cam patlamıştı.
Kapıyı açıp Azad'ın odasına girdim. Azad'da benimle aynı durumdaydı ancak onun camı henüz kırılmamıştı.
Anlamsızca cama bakıyordu.
"Bakma !" diye bağırdım.
Arkasını dönerken onun da camı kırıldı ve yüzünü cam kesti...
Azad'ı belki ilk kez korkarken görmüştüm... "Nasıl , nasıl geldiler buraya" diyordu kendi kendine...
Neyse ki Havis ve Efhas'ın bizleri koruduğunu söyledim...
Ancak Azad hala korkmuş gözüküyordu... Buraya kadar gelmiş olmalarının bile büyük bir sorun olduğunu söyledi...
"Acilen hocaya gitmem gerekiyor" dedi...
Ona benim de onunla gelmem gerektiğini , bu işin için de artık benim de olduğunu söyledim. Ancak kabul etmedi.
Bu meselenin benimkiyle bir alakası olmadığını ve kendi sorunlarıyla ilgili olduğunu söyledi.
"Saat 12'yi geçti Azad , ne yapacaksan yarın yaparsın." dedim.
Bu sefer Azad'ı ben sakinleştirmeye çalışıyordum . gerçekten çok korkmuştu.
Havis ve Efhas kapının önünde kendi yerlerindeydi...
Azad elinde bir kağıt ile yanıma geldi.
"Azara kureyş bihat cinn" yazıyordu.
"Bu yazıyı besmeleyle oku , sakın ha besmelesiz okuma" ve evin içine okuyup üfle dedi...
Kendisi de bir yandan kitaplarda bir şeyler arıyordu...
Bir sandıktan bazı otlar çıkardı , evinin yanındaki ağırdan sadece koyun keçi bacağı , hayvan sakatatı gibi şeyler getirdi...
Ona ne yaptığını sordum... Açıklayacağını ama önce söylediği sözü eve üflemem gerektiğini söyledi.
Ben bir yandan verdiği yazıyı eve üflüyor , diğer yandan Azad'ın yaptıklarına bakıyordum.
Masaya otlar , hayvan sakatatları , bazı arapça yazılar koymuştu... Mumları yakıp beni yanına çağırdı.
"Neden , nasıl oldu bilmiyorum ama onları yanımıza çektik... Havis ve Efhas'ı alt edemezler ama hayatımız boyunca da bizi rahat bırakmazlar... Onlardan bu gece kurtulmalıyız" dedi...
Sadece dediklerine kafa sallayıp onaylayabiliyordum.
Bir bıçak ile avcuma küçük bir çizik atıp hayvan sakatatlarına damlattı...
Gözlerimin içine baktı...
Şimdi bildiğin bütün duaları okumaya başla... Hepsini 10 kere tekrar et dedi...
Ben de , o da dualar okuyorduk... Ağzımız 5 dakika boyunca hiç durmadı , duaların ortasında Azad kendi eline de bir kesik attı ve hayvan sakatatlarına damlattı.
(Burada 2-3 şeyden daha bahsediliyor ancak sözlük modları ile yapılan anlaşma gereği gizli tutulacaktır.)
Daha sonra defne yapraklarını bir sarmaşıkmış gibi ip haline getirip mumda hafif yaktı ve hayvan sakatatlarına düğümledi...
"Şimdi söyleyeceğin sözler Allah kelamı değildir , bu söz cinlerin tılsım sözleridir." dedi...
Söylediklerini tekrar etmemi söyledi.
"Cann'a bil heleki min hureyş , kul hela rabbi cinn" ardı arkasına bu sözleri söylüyorduk...
Azad da ben de kendimizde büyük bir güç hissediyorduk... Bu sözleri okudukça vücudumuz titriyor , elimizde tuttuğumuz büyülü sakatatlar sanki bir bıçak gibi elimizi kesiyordu...
Azad ayağa kalktı
"ifritler sesimize kulak verdi , Allah yardımcımız olsun... "
Sabah olmuştu , dün gece yaptığımız şey her neyse (Azzami Lüheyt Ritüelinden bahsediyor) beni çok yormuştu... Belki sadece oturup kağıttan bir şeyler okumuştuk ama hayatımın en büyük yorgunluğunu o gün tatmıştım.
Azad uyanıp atların yemini suyunu vermişti , ahıra doğru gidiyordu ki aniden evin içine girip kapıyı kapattı...
"Azad , ne oldu ?" diye sordum...
"Ahır... " dedi... Kapıdan çıkıp ahıra doğru yürüdüm , ahırda koyunlar telef edilmiş bir haldeydi...
Duvarda kanlardan yazılmış bir yazı vardı... Arapçaydı.
"Yeniden Doğ" yazıyordu...
Bu yazı köyün girişindeki harabe evdeki yazıyı andırmıştı bana , ancak orda sadece "Doğ" yazıyordu.
Azad'ın yanına gittim... Kimler yaptı sence diye sordum... Havis ve Efhas niye bir şey yapmadı dedim...
"Onlar sadece ikimizin canı için uğraşır , koyunlarla ilgilenmezler" dedi...
Bunları cinlerin yaptığını söylüyordu...
"Onlar çevremize zarar verebilir , oyunlar oynayabilir ama bu evde olduğumuz sürece bize zarar veremezler." dedi...
Evdeki bütün kapıları , pencereleri kapatmıştık... Evin içinde sürekli dualar okuyorduk.
Azad sofrada oturuyordu , ben koltuktaydım...
"Bunların hepsi annem ve babam yüzünden... " dedi.
Kafamı ona çevirdim... Gözleri dolmuştu...
Ne olduğunu sordum...
Azad bunları anlatırken ağlıyordu... Yaktığı sigarasını bile içememişti.
"Annem ve babam bundan yıllar önce Zahize adında bir cinniadan define yeri için yardım istediler... Annemin babası olan dedem bu işleri bilen bir alimdi ancak sadece bir sefer bu ilmi kötülük için kullanmıştı... Annem ve babam defineyi bulduktan sonra Zahize'yi öldürdüler... " dedi.
"Nasıl yaptılar bunu ? Bir cin öldürülebilir mi ?" dedi...
Onları öldürmenin insan öldürmekten farklı olduğunu söylediler...
"Onu bir haraba evde yaktılar... Yaptıkları büyü yüzünden ordan çıkamadı.Ama Zahize'nin soyu peşlerini hiç bırakmadı... Annem beni doğururken öldü. Dedem doğduğum gün köyün deresinde yanmış bir şekilde ölü bulundu... Babamın akli dengesi halen daha yerinde değil... " dedi.
Ben sadece dinliyordum...
"O gün köyün başındaki harabe evi hatırlıyor musun ? O evdeki üç gölgeyi ve kucaklarındaki bebeği ?" dedi...
Evet dercesine başımı salladım...
"O üç gölge Havis , Efhas ve Hoca... Onlar cann'ın soyundan cinler... Kucaklarındaki bebek de benim. Zahize o evin içinde yanarken beni kendi varisi seçti... Zahize'nin canına karşılık benim canım... " dedi...
Onların zararsız olduğunu ve tamamen iyiliği için var olduklarını söyledi... Azad , Zahize gibi onların soyundan olmuştu artık... Belki cin değildi ancak cinler onu koruyorlardı...
"Peki köydeki diğer insanlar , onlar bunu biliyor mu ?" diye sordum.
Onların duruma çok fazla hakim olmadığını ancak cinlerin ara ara ona da gözüktüklerini söyledi...
"Eğer ki bana bir zarar gelirse köyde taş üstünde taş , baş üstünde baş bırakmazlar... Bu yüzden bu köyden gidemem. Benim bu köyden gitmem demek , bütün köyün helak olması demektir." dedi...
Azad gerçekten çok iyi kalpli bir insandı... O başkalarının günahını çekiyordu ve belki bütün köyün canını o kurtarıyordu.
"Köylüler de bunu bilir , beni kırmazlar... O gün kahvede de o yüzden sana kucak açtılar" dedi...
"Peki hoca beni neden misafir etti ?" diye sordum.
Bunun yalan olduğunu söyledi.. Nedenini sorduğumda ise köyde çok yalnız olduğunu ve artık bir arkadaşı olmasını istediğini söyledi...
Azad gerçekten çok kötü bir durumdaydı... Paketinden iki sigara çıkardım... Sigaraları yaktık...
"Keşke gitmene izin verseydim Oktay... Özür dilerim." dedi ve çocuk gibi ağlamaya başladı...
Ben de aklımdan şakalar geçirip onu susturmaya çalışıyordum... Yalandan gülüyordu ama hala hüzünlüydü...
Sigaralarımızı içtik...
"Allah bizlere yardım edecektir kardeşim , sen merak etme." dedim...
Azad bir günah sonucu Zahize adlı bir cinnia yerine onun soyundaki Havis , Efhas ve Hoca denen cinlere bırakıldı... Daha doğrusu bu cinler Azad'ı ailesinin elinden almıştı...
Azad bunları anlatırken artık bunlardan kurtulmak istediğini söyledi...
"Yıllardır kendimi kurtarmak , başka bir yere gidebilmek için uğraşıyorum... Ama biliyorum ki ben bu köyden gidersem köylüyü telef edecekler... "
"Peki köylünün ne suçu var ? Bu günahı annen ve baban işlemedi mi ?" diye sordum...
Bir Abhaz geleneğine bağlı olan Arami büyüsü yapıldığını söyledi... Anne ve babasının define bulduktan sonra köye ziyafet çektiğini ve o yemeği yiyen herkesin artık lanetlendiğini söyledi...
Azad köydeki en küçük fertti... Ondan sonra erkek oğlan doğmamış , doğan kız çocukları da engelli doğup 5 yaşına gelmeden ölmüştü...
Azad dışında köyde bulunan herkes o gün o ziyafetteydi...
Havis , Efhas ve Hoca , Azad var olduğu sürece köylülere saldırmayacaktı...
Bütün gece bu konular hakkında konuşmuştuk.
Onlarla ilk nasıl tanıştığını sordum... Küçük yaşta Havis , Efhas ve Hoca tarafından büyütüldüğünü söylemişti.
"Bir gün köye yaşlı bir adam geldi... Bu adam ilim sahibi bir adamdı.Onu buraya köylü çağırmıştı , köyü okuyup üflemesini istiyorlardı.Ben küçük bir çocuktum su içmek için kahveye gittiğimde beni kolumdan tuttu... "Min şerri dumaheyn" diyip yüzüme üfledi... " dedi...
Bu sözü duyduktan sonra hocanın arkasında tıpkı Havis ve Efhas gibi 2 cinni olduğunu gördüğünü söyledi... Hocanın da koruyucuları vardı... Yüzüne üflenen bu sözden sonra kendisini soyuna çekmek isteyen cinnileri rahatlıkla gördüğünü söyledi.
Köylünün bu olanlardan sonra kendisini tek kurtuluş yolu olarak gördüğünü söyledi Azad...
Ancak yorulduğu belliydi...
"Nasıl kurtulacağız ?" diye sordum...
"Onlar bize bir zarar vermez... Ancak yaşamak istediğim bir hayat var... Farklı kabilelerin cinleri için hedef halindeyim." dedi...
Nedenini sordum , cinler kendi kabileleri arasında kavga edebilir miydi ?
"Zahize müslümandı... Havis , Efhas ve Hoca da müslüman... Ama diğerleri... " dedi...
Anlattıkları tamamiyle mantıklı şeylerdi...
Tekrar nasıl kurtulacağımızı sordum...
"Yıllardır bu ilimleri öğrenmeye çalışıyorum... Zahize'nin canına karşılık beni aldılar. Onlardan kurtulmanın tek yolu onları öldürmek... " dedi.
"Ama onlar sana bir kötülük yapmadı." dedim...
"Belki doğrudan değil... Ama ben de artık arkadaşım olsun , sevdiklerim olsun , beraber maç izleyeceğim , bir yerlerde gezeceğim insanlar olsun istiyorum." diyordu...
Bu yapacağımızın çok tehlikeli bir şey olduğunu söyledim...
"Hayatının benim gibi bu köyde geçmesini istemiyorsan kabul etmek zorundasın Oktay." dedi.
Onları nasıl öldüreceğimizi sordum... Zamanında annesi ve babası da bir cini öldürmeye kalkışıp başarmıştı ancak cinin soyu Azad'ı rahat bırakmayıp anne ve babasını öldürmüştü.
"Onlar büyük bir detayı atladılar... " dedi.
"Nedir bu ?" dedim.
"Bir cini sen öldürürsen sadece sana musallat olur... Ancak bir cini farklı kabileden bir cin öldürürse (müslüman olmayan kabile) burda sana bir zarar gelmeyecektir." dedi...
Sözlerinden anladığım kadarıyla Havis , Efhas ve Hoca'yı biz öldürmeyecektik. Onları öldürebilmesi için farklı kabilelerden cinler çağıracaktık.
"Azad bu çok tehlikeli bir şey" dedim...
"Oktay , 7 yaşından beri bu işlerin içinde olan benim... Sen mi ben mi doğrusunu bileceğiz ? Artık kurtulabileceğini mi sanıyorsun ? Sen kaç yaşındasın Oktay ?" dedi...
26 olduğumu söylemiştim , hatta yaşıttık...
"Zahize öldürüldüğüne 2000 bin yaşına yaklaşıyordu... Cinler ve insanlar aleminde zaman kavramı farklı işler... Zahize insan yaşıyla öldüğünde 27 yaşındaydı... Biz 27 yaşımıza girdiğimizde onun ruhunu bizim bedenimizde canlandıracaklar... " dedi...
Bu söyledikleri doğruysa , ki öyle gözüküyordu bu kadar tesadüf fazlaydı... Onları yok etmemiz gerekiyordu.
Azad sandıktan mühürlü kitaplar çıkardı... Üstleri belki 20 tane çarşafla örtülmüştü.
"Bu evde ihtiyacımız olan her şey var ?" dedi...
Havis ve Efhas kapı önünde bizi gözlüyordu...
"Onlar bu dediklerimizi anlamaz mı ?" diye sordum.
"Evin içinde ne olup bittiğini bilmezler , bu eve Havis ve Efhas da dahil cin giremez." dedi.
Bir yandan eşyalarını toparlıyor , bir yandan da bana güven aşılamaya çalışıyordu.
Azad masanın üstünde bir kitap koydu... Bu kitabın yanına da bir incil çıkarmıştı.Bu köyün zamanında hristiyan köyü olduğunu ve müslüman cinler kadar hristiyan cinlerin de var olduğunu söyledi.
"Peki yapmamız gereken şey ne ?" diye sordum.
"Bunları bugün yapmayacağız... Bu ayın üçüncü perşembesi yarın akşam... Biz de bu seansı yarın yapacağız." dedi...
Bu kitapların ne işe yaradığını sordum.
"Ben bu kitaptan Ibrani dilindeki tılsımlı sözleri okuyup şerli cinlerle bir bağ kurmaya çalışacağım.Sen de Incil'den Yuhanna kısmındaki duaları okuyacaksın... " dedi.
Başımı sallayıp kabul dedim...
Bununla kalmayacaktı tabi ki... Evinin duvarına üç bir kömür ile üç tane gölge çizmişti... Bu tıpkı köydeki harabe evdeki görselin aynısıydı... Bu sefer bu üç gölgenin kucağında bebek değil uzun bir kılıç vardı.
"Bu kılıç gladio hançeridir... Yehuda incilinde Hz.Isa cinlerle irtibat kurarken bu kılıçın bir gücü olduğunu söyler." dedi...
Azad bu konularda çok bilgili birisiydi...
Mutfaktaki kavanozlarından defne yaprağı , incir ağacı kökü suyu ve sarımsak ezip değişik bir sıvı elde etti...
"Bunu seansa başlamadan önce ellerine sürüp burnuna götüreceksin , fazla dökme ellerini yakar." dedi...
Söylediği her şeyi sorgusuz sualsiz kabul ediyordum...
Ahırdaki telef edilmiş koyunları henüz gömmemişti hatta o günden sonra ahıra adım dahi atmamıştı...
Bu seanslar için hayvansal metaryellere de ihtiyacımız olduğunu söyledi ve ahıra girip onları ayarlamaya çalıştı.
Ben de odama çıkıp biraz dinleneyim dedim.
Ahırdan et kesme sesleri geliyordu... Azad'ın kararlı olduğu her halinden belliydi.
Yatağa uzandım... Onun baltayla koyunların kemiklerine vurmasından kaynaklı çıkan sesler beni ilginç bir şekilde rahatlatmıştı. Uykuya dalmıştım.
Rüyamda Eskişehir'deydim... Yıllar önce kaybettiğim annemle evde oturuyorduk... Çok şükür geri döndün anneciğim diyip sarılıyordum... Trafik kazasında kaybetmiştim onları. Azad'la aramızda benzerlik vardı o da ben de annesiz babasız büyümüştük... Annemle salonda otururken kapı çalıyordu.Ben ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim , kapıdaki de annemdi... Ben şaşırmıştım... Kapıdan gelenin kolunu sıkıca tutup onu salona doğru çektim ve salona baktım.
Bu sefer koltukta olan annem değildi... O up uzun boylu , çarşaflı , korkunç şey oturuyordu masamda...
Yüzüme bakıp
"Canın canımıza , kanın kanımıza" diye bağırıp gırtlağıma yapışıyordu... Annem kılığında olup eve sonradan gelen ikinci şey de tıpkı onun gibi çarşaflı ve korkunç bir hal alıyordu ve ikisi bir den beni boğmaya kalkıyordu...
Kan-ter içinde uyandım ve uyanır uyanmaz tekrar çığlık attım..Çünkü pencerenin önünde Havis ve Efhas beni izliyorlardı...
Kapının önünden ayrılmazlardı ancak anlamsızca bana bakıyorlardı... Yüzleri gözükmüyordu , hatta yüzleri var mı onu da bilmiyordum.
Pencereye bakmamaya çalışıp aşağıya indim... Azad çoktan işini halletmiş , salonda uykuya geçmişti.
Ben de bir sandalyeye oturup Azad'ın çıkardığı kitaplara bakıyordum... Değişik kitaplardı en az 1000 yıllıkmış gibiydiler...
Kitapların üstünde değişik harfler , şekiller vardı ve kan kokuyorlardı... Belki de Azad kanlı elleriyle ellemişti bilmiyorum.
Siyah sakatat poşetinin içine baktığımda koyun kelleleri gördüm , yüzülmüştü... Koyunların dişlerini sökmüştü.
Hayvanların kırık bacakları , uzun bir halatmış gibi gözüken bağırsakları poşetin içindeydi.
Kokuya daha fazla dayanamayıp ağzını kapattım ve düğüm attım...
O sırada kafamı kaldırdım...
Evin merdiveninden aşağıya Azad'ın suretinde bir cin iniyordu... Parıl parıl parladığını hatırlıyorum. Gülerek ağır ağır merdivenlerden indi ve kapıyı kapatıp çekti gitti...
Nasıl olurdu bu ? Azad bu eve onların giremeyeceğini söylüyordu.
Ben gördüğüm olayın şokunu yaşıyordum Azad'ı kaldırmak aklıma dahi gelmedi. Hemen kapı önünde Havis ve Efhas'a baktım... Onlar hala benim penceremdeydiler... Hızla odama çıktım kapıyı açtım.
Ben hala odadaydım... Gördüğüm şey beni şok etmişti... Yatakta benim suretimde bir şey uyuyordu , Havis ve Efhas da hala o yatakta uyuyan şeyi izliyorlardı...
Bir insanın kendisini dışarıdan görmesi heralde dünyanın en korkunç görüntüsüydü..
Odadan hızla çıktım... Tekrar kapıyı açtım o yataktaki şey her ne ise gitmişti. Yatağımda kül izleri vardı... Küller dökülmüştü sanki.
Havis ve Efhas da ortalık da yoktu... Zaten gün doğuyor gbiyidi... Odadan çıkıp banyoya girdim , elimi yüzümü yıkamak istiyordum...
Aynaya baktığımda fark etmiştim , burnumdan sızım sızım kan süzülüyordu... Rengi çok koyuydu , sanki zehir gibiydi.
Emin olabilmek için aynaya adımlar attım... Tam elimi burnuma götürüyordum ki lavabodaki ayna büyük bir gürültü önce çatırdadı tam orta yerinden ve sonra patladı...
Evde değişik şeyler oluyordu , gün iyiyen iyiye aydınlanmıştı.
Aşağıya inip Azad'ı uyandırdım... Ona olanları , gördüklerimi anlattım... Azad da korkmuştu.
"Eğer Havis ve Efhas bizi korumaktan vaz geçtilerse , hızlı olmamız gerekir... " dedi...
Bir şeyler yolunda gitmiyordu belliydi... Azad atına atlayıp köye doğru gitti , ben de peşinden geldim...
Bu seansı evde yapamayız diyordu , günü dere kenarında uyuyarak geçirmiştim. Azad da seans yapılacak bir yer arıyordu...
Dere kenarında cinlerin mesken olduğunu ve zarar verebileceklerini söylemişti... Bir mağara benzeri oyuk bulmuş ve oraya yer etmişti.
Haftanın üçüncü perşembesiydi... Güneş yavaş yavaş batmıştı. Azad her şeyi hazırladığını söylemişti.
"Bismillahirrahmanirrahim , hazır mısın kardeşim ?" dedi...
Başımı salladım , hayatımın en zor gecesi başlıyordu.
"Cinler bize göre aynanın içindekilerdir."
Ebu Dücane
Azad bütün eşyaları hazırlamıştı... Beni de yanına çağırdı. Gitmeden önce dedemi ve babaannemi arayıp biraz daha olsa moral toplamıştım.
Elinde bir kömür ile yine üç gölge çizip o meşhur gladio hançerini kucaklarına oturtmuştu...
Duvara astığı gece lambaları bu gölgeleri adeta canlıymış gibi gösteriyordu.
Hayvan sakatatlarından bir yuvarlak yaptı , otlarla bir üçgen yaptı bu dairenin içine ve üçgenin tam ortasına mumlardan bir göz yapmıştı.
Mason işaretini andırıyordu bu şekil ancak anlamının farklı bir şey olduğunu bunun bir babil geleneği olduğunu söylemişti...
Ben heyecanlıydım , Azad da ilk kez o soğuk kanlı halini bu kadar çok kaybetmişti...
Elime bir kağıt verdi...
"Vil hak Zahize'n şerri" yazıyordu... Bu sözü uzun uzun okumaya başladım...
Seansa başlayacaktık ki Azad durdu..
"Dur bi dakika" dedi...
Ne olduğunu sordum...
"Kitap... Kitap evde kaldı." dedi...
Kitap olmadan seansın başlaması imkansızdı , yapacak bir şey yoktu Azad yanımdan kalkıp eve doğru atını sürmeye başladı.
Ben de sağda solda etrafı izliyordum...
Azad gözden kaybolmuştu , dere kıyısına kadar indim ve bir sigara yaktım.Bu köye gelmeden önce bunların başıma geleceğini düşünebilir miydim ki ?
Azadı beklerken epey bir sigara içmiştim , saat de geç olmaya başlamıştı zaten.Çimlere uzanıp Azad'ın gelmesini bekliyordum ancak gelen giden yoktu.
Ben Azad'ı beklerken arkamdan üç tane gölgenin yürüdüğünü hissettim... Ayağa kalkıp dereye baktım , derede herhangi bir şeyin yansıması yoktu ancak emindim bir şeylerin arkamdan geçtiğine.
"Azad !" diye seslendim... Bir şey yoktu.
Kafamı tekrar dereye doğru çevirdiğimde derenin karşı ucunda 3 tane o gölgeli şeyleri gördüm... Upuzundular , gecenin karanlığı onları bu sefer gerçekten korkunç kılmıştı...
Sesleri yıllar önce kaybettiğim annem , babam ve evlatlık kardeşime aitti... Bana sesleniyorlardı.
O an Azad'ın
"Bir gece birisi senin adını söylerse ve bu ses sevdiğin bir kişinin sesine aitse kaç oradan." demişti...
Geriye doğru adım attım... Onlar da hızla bana doğru geliyorlardı...
Ata koşup üstüne atladım , ormanın içinde hızla kaçarken at birden durdu... Önümüzde bir şey yoktu ancak at hareket etmiyordu , sanki eve gitmek istemiyor gibiydi.
Atın üstünden inip koşmaya devam ettim , kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bacaklarımın adım atacak dermanı yoktu ancak eve gitmem gerekiyordu.
Bütün gücümle koşup kendimi evin önünde buldum... Kapı açıktı ve lambalar yanıyordu. Ancak bütün odanın lambaları yanar vaziyetteydi.
Evin her köşesi dağıtılmıştı , didik didik edilmiş gibiydi.
Hızla Azadı aramaya başladım.
Azad'ın odasına doğru çıkarken yerde bazı ayak izleri gördüm... Hatta birden çok ayak izi vardı. Ağır ağır merdivenleri çıktım.
"Azad" diye sesleniyordum , ses yoktu...
Ve sonunda Azad'ın odasının kapısının önüne gelmiştim... Kapıda tırnak izleri , çamur ve kan izleri vardı.
Ağır ağır kapıyı açtım... Azad elleri bir halatla arkadan bağlı bir şekilde yatıyordu. Kafasından kanlar akıyordu , şakaklarından içeriye bıçak darbeleri ile oyuklar açılmıştı...
Hayatımda çok kez ölü gördüm , yıkadım ama bu kadar taze bir ceset ilk defa görüyordum...
Azad ölmüştü...
Ağzı yüzü yara bere içindeydi , acımasızca katledilmişti... Polisi aramak istedim , arayamazdım.Bu bir şekilde benim üstüme kalabilirdi.
Odadan çıktım , nereye gideceğimi bilmiyordum...
Azad benim o köyde kardeşim gibiydi , bana kendisini bir kardeş gibi hissetirmişti ve ağlamadan duramıyordum.
Tekrar Azad'ın yanına çıktığımda üst katta bir mektup gördüm.. Acele ile yazıldığı çok belliydi ancak Azad'ın yazısı olduğunu anladım.
Çünkü kitaplarını karıştırırken bir defterde onun el yazısını da görmüştüm...
Mektupta ;
"Oktay kaç bu köyden , eğer hala hayatta isen kaç bu köyden... Benim katilim ne Havis ne Efhas ne de Hoca olacak... Onlar seni korumak için önünde duracaklar sakın ha eve gelme hatta bu mektubu okuma...
Benim katilim bu köyün insanları... Beni onlar öldürüyor." yazıyordu...
Azad köydeki yerliler tarafından öldürülmüştü... Köye doğru koşmaya başladım.
Köyde kimse yoktu , hiç kimse... Herkes gitmişti... Azad'ı öldürüp köyü terk etmişlerdi...
O gün köyde kamera gördüklerinde tepki göstermelerinin sebebi köyün adının basında çıkabilme ihtimaliydi , olaydan sonra öğrendik ki hepsi Azad'ı öldürmeden 2 ay önce evlerini , bağlarını ve bahçelerini satmıştı...
Köyde en ufak bir insan belirtisi dahi yoktu... Üç Gölge Köyü terk edilmişti...
Onlar Azad'ı öldürüp bu lanetten kurtulmak istiyorlardı ve başarılı da olmuşlardı...
Üç Gölge Köyünün adı da Havis , Efhas ve Hoca'dan geliyordu... Halbu ki o kadar netti ki her şey...
Dere kenarında beni eve göndermemelerinin sebebi de oydu... Azad ölmüş olsa bile benim bedenimde Zahize'yi canlandırabileceklerdi...
Polise , sağa sola hiç bir yere haber vermeden eve gittim...
Ev kapısının önüde bu sefer üç küçük çocuk vardı... Bembeyaz elbiseler giyip ağlıyorlardı...
Onlar Havis , Efhas ve Hocanın suretindeki çocuklardı... Kafalarını bana çevirdiler , elleriyle köyün çıkışındaki patika yolu gösterdiler...
Ben de kaçtım... Hiç bir şey yapamadan , hiç bir şey edemeden kaçtım...
Kaçtım ve Azad'ın ölmesinin etkisinde bir ömür geçireceğimi bilerek yeni bir hayat kurmak için çabaladım...
•
Oktay Ar ; Şu an Eskişehir Hasan Polatkan'da yaşıyor... Bu olaylardan sonra kekeleme ve hafıza kaybı sorunları var.
•
Azad D*** ; Otopsi sonucunda cinayete kurban gittiği anlaşıldı yıllarca sürdürülen mahkeme sonucu fail-i meçhul bir şekilde dosya kapatıldı.
•
Havis , Efhas ve Hoca ; Oktay Ar belli aralıklarla onların kendisini ziyaret ettiğini geceleri evinin önünde bu gölgeleri ara ara gördüğünü..Ona bir zarar vermediklerini söylüyor.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi yetkililerine ,
Karayolları Lojman Müdürü ve Personeline ,
Inegöl halkına ve değerli Ruhi Çenet'e teşekkürü bir borç bilirim.
- S O N -
beğendiysen paylaş panpa⤵
0 yorum:
Yorum Gönder