Ortaçağ'dan Bugüne Reenkarnasyon Hikayem



-Tüm her şey o 23 yaşına bastığım gün meydana gelmişti. Uykudan derin ve dayanılmaz bir acı ile uyandım. Göğsüm, kollarım, omuzlarım, sırtım ve başımın her tarafında inanılmaz çığlıklar ve dayanılmaz bir sızı.

Uyku sersemliği haliyle birlikte acılarım da bir olunca yataktan ışığı açmak için kalktığımda kendimi yerde bulmuştum. Başımı iki elimin arasına alarak kulaklarımı kapatmış ve beynimin içerisindeki seslerin dinmesini diliyordum. Zorla toparlanmaya çalıştım. Kalktım ve ışığı açtım. Mutfağa koştum, ağrı kesici ilaçları arıyordum. ilaç kutuları ve şurup şişelerini farkında olmadan patır patır yere döküyordum. Elime alabildiğim ilk ilaç kutusundan birkaç hap çıkarıp yutmaya çabaladım.




Olmuyordu. Ne yapsam geçmiyordu, her tarafımda dayanılmaz acılar daha da çoğalıyordu. Kafamı duvarlara vurmak istiyordum. Bu durumdan sıyrılmam gerektiğini biliyordum ancak yapamıyordum. Sırtımı duvara dayamış, dişlerimi sıkmış kulaklarımdan gelen sağır edici gürültüyü duymamak için kulaklarımı kapatmaya çalışıyordum. Kafamı duvara vura vura kendimden geçmişim.


Uyandığımda güneş suratıma vuruyordu. Başımın ağrısı dinmişti ancak vücudumda ince ince sızılar devam etmekteydi. Bunun böyle olmayacağını düşünüyordum. Derhal bir doktora görünmeliydim. Ancak doğrultabildim kendimi ve telefona uzandım. Taksi çağırdım evin önüne. Daha önceden tanıdığım doktor bi aile dostumuz vardı. Ona görünmeye gidecektim. Neler olduğunu belki o çözebilirdi. Yaklaşık 5 6 dakika sonra taksi gelmişti ve taksiye binip Doktor bekir beyin yanına gidiyordum. Ara ara yolda taksideyken fenalaştığımı hatırlıyor gibiydim. Kendimi zor atmıştım hastahaneye.

Bekir bey bana neyim olduğunu sormuştu. Ve ben de dün gece olanları anlatmaya çalıştım. Bir yandan zihnimden gelen sesler ile uğraşırken bir yandan bekir beyin ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Bir ara irkildim ve bekir beyin gözlerimin önünde karardığını gördüm. Uyandığımda kendimi müşahade odasında başucumda 3 doktor ile gördüm. Birbirleri arasında konuşuyorlardı ancak ne dediklerini duyamıyordum. Ve görüntüleri de arada bir gözlerim karardığı için netleşmiyordu. Tekrar uyumuştum. Aradan bayağı saat geçtiğinde kendimi daha iyi hissederek uyandım. Bekir bey yanımdaydı ancak bir hayli endişeli görünüyordu. Surat ifadesi bunu belirtiyordu.

   -- evet kötü bişey vardı. Ve ben bunu hissediyordum.


Bekir bey ve hastahane başhekimi orhan bey tüm filmlerimi çekmiş tüm tetkitlerimi yapmış kan değerlerimi almış ancak hiç bir sorun görünmediğini söylüyorlardı. Ancak durumumdan bende bir sorun olduğunu kesin olarak hissediyorlardı. Beni sevk edecekleri yeri söylediler. Beni çok yakın bir arkadaşları olan pgibolog arkadaşlarına yönlendirmişlerdi. Her neyse varmıştım pgibologun yanına. Biraz daha iyi hissediyordum gün içerisine oranla. Pgibolog beni görünce samimi ve güler bir yüzle hoşgeldin diyerek elimi sıkı bir şekilde sıktı. Aynı samimiyet ile ona cevap verdim ve bana oturmam gereken yeri söyledi. Evet dedi, seni hiç vakit kaybetmeden dinliyorum, zaten yolda bekir bey bana gerekli bilgileri verdi. Ona tüm olanları anlatmaya başladım.


Gece yaşadıklarımı, sürekli gidip gelmelerimi, kafamın içindeki sesleri. vücudumda izi olmayan ancak derinden sızı yaratan yaralarımı...

Herşeyi bir bir anlatmıştım, Beni can kulağı ile dinliyordu ancak biraz da şaşkınlık ifadesi vardı yüzünde. Çünkü Detaylarını anlatınca biraz çekinmişti doğrusu. Bana bu konuda yapabileceği yardımın pgibolojik olarak hipnotize olacağını ve belki böylece çocukluğumda bilinçaltında yaşadığım bir durumdan dolayı kaynaklandığını söyledi. Gerekli prosedürleri izledik ve tedaviyi hemen olmak istediğimi belirttim.


Bana seninle yoğun bir vakitte yoğun bir tempo ile tedavi sürecine gireceğiz. Belki de sabaha kadar burada duracağız ama mutlaka bir sonuç almaya çalışacağız demişti. Tüm hazırlıklar yapılmıştı, o sırada kapıdan 2si bayan 1i erkek olmak üzere iki pgibolog daha girmişti içeriye. Gelenler hipnotize alanında çok ileri düzeyde bilgi birikimine sahip doktorlardı. Her neyse uygun duruma geçmiştim ve içlerinden biraz olgunca (Yaklaşık olarak 50 55 yaşlarında) bir kadın bana doğru yaklaştı ve hazır mısın dedi. Sadece gözlerimle onaylayarak hazır olduğumu belirttim.

Konuşurken sadece gözlerinin içine bakmamı söyledi ve başladı tedavi aşamasına. Her hipnotize edilen insanların klagib şekilde sarkaçlı bir saat sallandırılarak hipnotize edildiği gibi bir şekilde beni de sarkaçlı o saat ile hipnotize etmeye. Yalnız sarkaç kendisinin göz hizasında idi ve konuşurken hem sarkaç ile hem de gözleri ile teması koparmamam gerektiğini biliyordum. Yavaş yavaş derinden zihnime doğru ilerlemeye başlıyordu. Bu sırada benim zihnimdeki sesler yeniden ayaklanmıştı. Ve dayanılmaz bir uğultu vardı. Ancak tepki veremiyordum.

--duyuyordum ancak tepki veremiyordum...  

Bir anda zihnimin içerisindeki sesler artık zihnimde derinden gelmiyordu. Tamamen gerçek sesler vardı yanımda. Karşımdaki manzarayı gördüğümde şok olmuştum. Değil tek kelime etmek, tek bir şeyi bile düşünemez duruma düşmüştüm. Yutkundum, ve karşımda bir köy vardı ve yakılıp yıkılıyordu. Çocuklar, kadınlar ağlıyor, bebekler ağlıyor, erkekler ise savaş durumundaydı. Köylerini işgalcilere karşı korumaya çalışıyorlardı. içten bir şekilde irkildim bir anda. Üzerimde toz toprağın rengini almış krem renginde bir giysi bir kılıç olduğunu gördüm.

Aman allahım ben ne yapıyordum. Ben o işgalcilere karşı köyünü savunanlardan biriydim evet.

Sayımız azdı, karşı koyamıyorduk, erkeklerimiz, çocuklarımız, bebeklerimiz dahi kılıçtan geçiriliyor, mallarımız yağmalanıyordu. Derken daha da kalabalık olmaya başladılar. Yaklaşık 150 kadar atlı işgalci daha üzerimize saldırmaya gelmişti, biz ise toplamda 90 kişi ya vardık ya yoktuk. Bir bir öldü yanımdakiler. ben ise her ölen köylüm, kardeşim dediğim insanlar için daha çok hırslanıyor daha çok azmediyordum karşı tarafı öldürmeye. Birkaçını alt ettim ve dayanacak direnecek gücüm kalmamıştı artık...  

Derken arkamdan sert bir cismin iki omuzum arasına küt diye yerleştirildiğini hissettim. Gözlerim karardı ve yere düştüm. Kendimden geçmişim. Aradan zaman geçti, sürüklendiğimi hissediyordum. Gözlerimi açtığımda bir atın peşine bağlı olarak işgalciler tarafından esir alınmış, sürüne sürüne kendi bölgelerine zütürüldüğümü anladım. Zafer kahkahaları atıyorlardı. Ancak sesler kegib kegib geliyordu bana.

Bir bayılıyor bir ayılıyordum, nereye ne tarafa zütürüldüğüm hakkında ise hiç bir bilgim yoktu. Derken kendimi meydanda bir kütüğe ellerim arkadan bağlı olarak buldum. Hepsi bana bakıyordu ve kahkahalar atıyordu. Anlamadığım bir dildi. Kimin ne dediğini bilmiyordum. Güneş tepemde dudaklarım çatlamış su su diye düşünüyordum. Öyle ki su diyecek gücüm bile yoktu. Çocuğun biri bir kasede su getirdi, tam kafamı kaseye doğru uzatırken suyu yere fırlattı ve herkes kahkahaya boğuldu.


insanlar alaycı gözler ile bana bakıyor ben ise onları dikkatle süzmeye çalışıyorum. Herkes beni işaret ederek kahkahaya boğulurken içlerinden bir kadın var ve beni dikkatle izliyor. Suratında ne alaycı bir ifade ne de bir gülümseme. Öylece beni izliyor. Her neyse içlerinden yetkili olduğunu düşündüğüm biri geldi ve kalabalığı dağıtmaya başladı. Kalabalık yavaş yavaş dağılırken kumral ama mavi yeşil gözlü kadın son bir kez daha bana bakıp gitmişti. Benim de dikkatim artık ondan başka kimsenin üzerinde değildi.

@36 ayrıntı olayı şöyle. Benim tedavim yapılıyor, doktor beni çocukluğuma kadar zütürerek olayın iç yüzünü açığa çıkarmaya çalışıyor. Ancak ben birden daha eskilere dalıyorum, ve olayları anlatmaya başlıyorum. Onun için ayrıntı ve hipnoz süresi uzun tutuluyor. Zaten hikayenin başlarında da doktor bana demişti uzun sürebilir diye. Belirtmiştim onu.

Kadın yavaş yavaş ilerlemişti. kendi barakasına doğru giderken arkasından bir çocukta koşa koşa ona doğru ilerliyordu, tahminen 8 10 yaşlarındaydı. Kadın ona doğru dönerek birşeyler söylüyordu, ancak uzakta olduğu için ve dillerini bilmediğim için ne dediğini anlamam imkansızdı. Çocuk usulca kafa salladı ve kadın çocuğun elinden tutarak kendi derme çatma barakalarına doğru yol aldı. Güneş artık henüz tamamen tepemdeydi ve ortalığı kavuracak bir sıcaklık veriyordu.

Ben ise hala bana ne olacağının farkında bile değildim. Sadece bazı şeyleri tahmin ediyordum. Ya bana böyle güneş altında işkence edip kemiklerim kırılana dek linç edeceklerdi ya da beni işlerinde köle olarak çalıştıracaklardı. Bunun inancıydaydım ben. Zaman ağır ağır ilerliyordu ve ben hala susuzluktan kuruyor gibiydim. Daha fazla dayanamamış ve salıvermiştim kendimi. Ansızın güneşte çatlamış dudaklarımda bir ıslaklık hissederek ve irkilerek ağır ağır gözlerimi açtım. Karşımda gördüğüm durum ile şok geçirmiştim. Öğlen vakti gördüğüm çocuk elinde bir tas su ve bir bez ile üzerime dudaklarıma su damlatıyor idi. Birşey diyemedim. Uyandığımda karanlık çökmüştü ve bana usulca sus işareti yaptı. Ben de onaylamak için başımı aşağı yukarı salladım

Tamamen kendime geldiğimde elindeki tas ile suyu bana içirmeye çalıştı. Yarısı dökülen sudan azıcık içebildim sadece. Ama yine de bu bana yetmişti. Susuzluktan ölmekten iyiydi. Suyu içirdiğinde elinde biraz sıksan ufalanacak dereceye gelmiş ekmek parçası vardı. Bana uzattı ancak ellerimin bağlı olduğunu anladı. Başımı uzattığımda bir parça ısırmıştım ve daha fazla istemiyorum anlamında başımı iki yana salladım. Sanırım anlamış olacak ki ekmeği çekti ve biraz kirlenmiş o minicik yüzü ile yeşil gözleri ile bana tatlı tatlı gülümsemişti. Ben de ona gülümsedim ve çocuk sanki mutlu olmuş gibi bir yüz ifadesi ile kalktı ve kendi barakalarına doğru yol almaya başladı.

Artık gece çökmüştü ve etrafta derin bir sessizlik vardı. Sadece ortalıkta nöbetçilerin sesleri vardı. Biraz ötede ise yanan bir ateş ve etrafında toplanmış silahlarını kuşanmış 12 13 kişi vardı. Yüksek ses ile birbirleri ile tartışıyorlardı. Tartıştıklarını anlayabilmiştim ancak ne hakkında olduğu konusunda hiç bir fikrim yoktu. Biraz yüksek ses ile birbirilerine bağırdıktan kısa bir süre sonra hepsi teker teker dağılıp kendi kaldıkları yerlere doğru çekildiler.

Vakit gelmişti. Sabahın ilk ışıkları yüzüme vuruyordu artık, bugün birşeyler olacağından emindim, sonumu bekliyordum adeta. Dün bana gülümseyen çocuk da yoktu artık, o kadın da...

Nöbetçilerin koşuşmalarını gördüm. Panik, telaş,endişe içerisindeydiler. Derken ansızın iri yapılı uzun boylu üzerinde son derece alımlı bir zırh kuşanmış birinin bana doğru ilerlediğini gördüm. Bana yaklaştıkça boğazımı keseceklerini, çarmıha gereceklerini, bile düşünmüştüm. Nihayet yanıma gelmişti. Öyle bir açıda tam karşımda durmuştu ki karşıdan yüzüme vuran güneş arkasında kalmıştı. Kafamı kaldırdım ve suratına baktım. Suratında ciddi bir tavır vardı. Diğer askerler ise arkasında bayağı uzakta bekliyorlardı ancak anladığım kadarı ile çok çekiniyorlardı bu adamdan.

Birşeyler söylememi bekliyordu ancak dilleri hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Onlar ise bu durumu bilmiyordu, bana yüksek ve ciddi bir ses tonu ile birşeyler söyledi. Bağırıp çağırıyordu ancak ne dediğini bilmiyordum. Ne derse tepki bile vermiyordum. Sadece boş boş yüzüne bakıyordum. Konuştuğumun dilin adını söyledim, yanılmıyorsam ne kastettiğimi anlamış olacak ki arkasına dönüp birşeyler söyledi bağırarak, birinin koşarak köyün içerisinde telaşla birşeyler aradığını gördüm. Sonra gördüm ki dün gördüğüm kadın o adamın yanına doğru hızlı koşar adımlar ile ilerliyordu.


@70 hocam bunu ilk kez görüyorum emin olabilirsin, ama bunu yer imlerine ekliyorum sonra bakacağım tamamen tüm içeriğe.

Kadın yanıma yaklaştı ve şu konuşma geçti aramızda

+Merhaba. Bu köyümüzün komutanı Ve senin kim olduğunu ne olduğunu bilmek istiyor.

- Dilimi nereden biliyorsun diye sordum.

+Ben de senin gibiyim ancak anlatamam şu an bu durumu. Belki başka gün...  Ancak şimdi kim olduğunu söylemelisin bana

O sırada Komutan olduğunu öğrendiğim kişi homurdanarak kadına bağırarak birşeyler söyledi. Kadın bana doğru dönerek:

+Adını ve kim olduğunu söylemelisin hemen

-Adım Ragor ve kuzeydeki köylerden biriyim. Orada yaşıyordum. Ancak bir gün yine köyde çalışırken bunlar geldi ve köyümüzü, çocuklarımızı, bebeklerimizi, kadınlarımızı herşeyi kılıçtan geçirdi.

Kadın adama dönerek birşeyler anlattı konuşmaları biraz uzun sürdü. Komutan olan kişi bana bakarak kafa salladı ve arkasını dönüp gitti. Daha sonra öğlen vaktine kadar hiç kimse yanıma bile gelmedi. Öğlen vakti geldiğinde yanıma bir asker geldi elinde bir kapta sıcak birşeyler ve yanında biraz kuru ekmek parçası getirdi.


Birşeyler olmuştu. Ancak ne olduğunu bilmiyordum, kadın ile adam arasındaki konuşma bu kadar uzun sürmemeliydi. Kadın ona birşeyler anlatmıştı ancak ne? Hiç bir fikrim yoktu.

Yanıma gelen asker ellerimi çözerek yemek yememi işaret etti. Ancak eli her an kılıcındaydı. Ters bir hareketimde bana zarar vereceğinden emindim. Bunu bildiğim için aksi bir harekette bulunmadım. Çok acıkmıştım, sadece yemeği yemek ile meşgul oldum. Yemek sırasında askere

-Dilimi biliyor musun? Dilimi biliyor musun? Bana ne yapacaksınız? Sizler kimsiniz diye sorular soruyordum ancak hiç bir cevap alamıyordum.

Yemeği yedikten sonra asker kolumdan tutarak beni ayağı kaldırdı. Sendelemiştim ilk başta, uzunca bir süreydi oturur vaziyette olduğum için ayaklarım, bacaklarım her yerim uyuşmuştu. Kendimi biraz toparladıktan sonra asker kollarımı arkadan bağladı ve kolumdan sıkı bir şekilde tutarak bir barakaya doğru zütürdü. Ancak bu baraka diğerlerinden daha iyi görünüyordu. Daha gösterişli ve alımlıydı, genişçe bir kapısı vardı. Bunu sabah konuştuğum o kişinin barakası olduğunu anlamıştım. Ne olacaktı diye içim içimi yiyordu.

Bekle işareti yaptı bana asker. Kapıyı çaldı ve içeriden sert ve tok bir şekilde bir ses geldi. Bu ses sabahki komutanın sesiydi. Asker kapıyı açıp içeri gir diye işaret etti. Ellerimi açacağını düşünerek ellerimi gösterdim asker kaşlarını çatarak sert bir şekilde bana sert bir ses tonu ile birşeyler söyledi. Açmayacağını anladım ve içeriye girdim. Karşımda komutan ve komutanın oturduğu yerin önünde dilimi bilen kadın ayakta duruyordu.

Kadın bana komutan seninle konuşmak istiyor dedi. Ne konuşacakmış benimle diye cevap verdim. Bilmiyorum dedi. Komutan araya girdi ve birşeyler söyledi. Kadın bana komutan sen neden onların arasına katıldın, o insanların arasında ne işin vardı bunca zaman diye soruyor dedi. Ben ise ne demek istiyorsun ben onlardan biriyim nasıl böyle bir düşünce içine girebilirim sizler kendi insanlarınızı terkedebilir misiniz dedim. Komutan ile kadın biraz diyaloga girdiler ve kadın bana döndü ve senin hakkında daha iyi şeyler anlattım, senin asıl kim olduğunu bilmiyor ve bu durumu ona farkettirme lütfen dedi.

Ne dediğini anlamamıştım ancak iyi birşeyler olmasına o kadar ihtiyacım vardı ki hiç bu durumu pek fazla sorgulamadım. Nasıl olsa eğer işler yolunda giderse daha sonra bu durumu anlayabilme şansım ve zamanım olacağını aklımdan geçirmiştim. Kadın ve komutan birkaç dakika kendi aralarında konuştular ve kadın çıktı odadan. Komutanın karşısında ben tek başıma kalmıştım. Birkaç dakika sessizlik oldu. Komutan yüzüme bakıyor ancak hiçbirşey söylemiyordu. Birden bana doğru bakar halde yüksek bir ses ile birşeyler söyledi ve aniden kapı açıldı. Az önceki asker içeri girdi ve kolumdan tutarak beni kullanılmayan bir yığınağa zütürdü. Eski yıkık dökük bir yerdi, kapıyı açıp beni içeriye soktuktan sonra ellerimi çözdü ve ayağıma bir pranga geçirip direğe bağladı.

Ancak ellerimi bağlamadı. Aslında sevinmiştim biraz. Çünkü elleri oynatamamak bir ayağın direğe bağlı olmaktan daha kötü bir durumdur diye düşünmüştüm. Sonunda ellerim serbestti. Asker dışarı çıktı ve kapıyı üzerime dıştan sürgüledi. Dışarıda yanına gelen askere birşeyler söyledi. Sanırım başıma bir de nöbetçi dikmişti ve gitmişti. En azından öyle tahmin ediyorum. Ben hala uyuşan bacaklarımın ve kollarımın etkisinde kalmıştım. Oynatmaya ve kendime gelmeye çalışıyordum. Dinç kalmam gerektiğini çok iyi biliyordum.

Zaman aslında ilerlemek bilmiyordu benim için bu yığınak içerisinde. Çünkü içeride durum çok farklı bir hal almıştı. En azından dışarıda iken bu yabancı insanların çocuklarını kadınlarını askerlerini erkeklerini gözlemliyordum, köpekleri gözlemliyordum ve zaman bir şekilde mutlaka ilerliyordu ancak bu şekilde zaman geçmiyordu. Benim hala aklımda köyüm vardı. Öldürülen kadınların yalvar yakar hallerini, erkeklerin nasıl onurlu bir şekilde köyünü korumaya çalıştıklarını, çocukların bu mahşer görünümü vaziyetinde nasıl korku içinde kalıp bir o yana bir bu yana koşuşturduklarını ve öldüklerini. Köyümün nasıl yakıldığını. Hiçbiri gözümün önünden gitmiyordu ve sesleri kulaklarımın içinde yankılanıyordu.

Artık zihnimdeki o sesler beni gittikçe rahatsız etmeye başlıyordu. Ayağımdaki pranga izin verdiği sürece yığınağın içerisinde dolaşıp duruyordum.

Yorulmuştum dolanmaktan. Oturdum bir köşeye ve gözlerimi kapattım. Olanları düşündüm tekrar. Ben ne yapacaktım, elbette bu durum böyle gitmeyecekti. Yapmalıydım birşeyler. Kaçmayı düşünüyordum ancak uygun bir zamanı beklemek en mantıklı fikirdi. ayrıca yanımda sağımda solumda pranganın kilidini açacak ya da zincirini kesecek hiçbir şey de yoktu. Beklemek en iyisiydi. Uygun zamanı kollamak en iyi fikirdi. Tüm bunları düşünürken uyuya kalmışım. Derken yığınağın o sert ve gıcırtılı sürgüsünün açılması ve kapının kulakları rahatsız edici bir sürtünme sesi ile açıldığını duyarak uyandım. Karşımda o kadın vardı. Kapının hemen ardında ise nöbet bekleyen asker vardı.

Kadın içeri girdi ve kapıyı aralıklı bir şekilde kalacak durumda kapattı. Tamamen kapatmamıştı.
Korkusundan mı yoksa başka bir nedenden dolayı mı bunu kestiremiyordum. Elinde yiyecek birşeyler vardı ve bana doğru yaklaştı. Her ne kadar dilimi biliyor olsa da bana biraz çekingen davranarak yaklaştı. Bunları farkettim ve kadına benden çekinmene gerek yok, dilimi biliyorsun ve burada zarar verebileceğim en son insan sensin dedim.

Bana bugün ve dün konuştuklarınızı anlatır mısın ne dedin o adama dedim. Açıklayacağım şeyler mutlaka bir sır olarak aramızda kalmalı dedi. Dahaklar sözü verir misin aramızda kalacağına dedi?

Kanım donmuştu, bu kadın dahaklar sözünü nerden biliyordu. Dilimizi nerden biliyordu. Şüphelenmeye başlamıştım iyiden iyiye. Be kadın sen dahaklar sözü nedir nerden bilirsin dedim.

Anlatmak için şimdi çok uzun sürem yok ancak geniş bir zamanda daha geniş anlatacağım dedi. Ve başladı anlatmaya bir kısmı.

"Ben yıllar önce küçükken saldırganlar köyümüzü yağmaladı, insanlarımızı öldürdü. O sırada annem ve ben gizlenmiştik. Daha sonra senin sabah gördüğün o komutan bizi gördü gizlendiğimiz yerde. Tabi o sıra sadece rütbesiz bir askerdi. Annem yalvararak benim canımı alıyorsunuz ancak onu öldürmeyin lütfen diyordu. ayaklarına kapanmıştı resmen. Bir annenin feryadını anlamış olacak ki beni kucağına alıp başka bir yere sakladı. Tam o sırada başka bir asker girdi içeri ve napıyorsun burada öldür çabuk onu diye bağırdı. Beni saklayan asker mecburen annemi öldürmek zorunda kaldı.

Herşey yerle bir olmuştu. Daha sonra o asker geldi. Beni sakladığı yerden çıkardı ve yanına aldı. Sonrasını hatırlamadığım bir şekilde bu köye getirmişti. Köye geldiğimizde beni hemen evine bıraktı. Akşam geri geldiğinde karısına birşeyler anlatıyordu. Karısı ise başka bir şekilde bağırarak çağırarak cevap veriyordu. Aradan biraz zaman geçince ikisi de geldiler ve yanıma oturdular. Bana anlatmaya başladı dilini. Masayı işaret ederek kendi dilindeki ismini söyledi. Oturağı işaret ederek kendi dilindeki ismini söyledi ve bu böyle günlerce aylarca devam etti. Derken dillerini anlayabilecek ve konuşabilecek seviyede olduğumu anladıkları gün beni karşılarına alıp anlatmaya başladı adam.

Dilini hiçbir şekilde konuşmayacaksın. ismini cismini geldiğin yeri asla hatırlamayacaksın gibisinden direktifler veriyordu. Ben ise küçük bir kız çocuğunun mantığı ile tüm hepsine evet tamam cevaplarını vermiştim. ve böyle yaşamaya başladım. Daha sonraki birkaç yıl içerisinde bu adamın benim yaşlarımda bir kız çocuğu olduğunu ve hastalıktan dolayı öldüğünü anladım. Çok seviyormuş kendisini ve üzüntüsüne belki biraz engel olur diye beni kız çocuğu olarak sahiplenmeye karar vermiş. Zaman böyle akıp geçti, burada yaşamaya başladım. Ama hiçbir zaman kendi aslımı unutmadım. Ancak şimdiki ailem ise bana hiç bir şekilde geçmişimi hatırlatmadı ve sanki buralıymışım onlardanmışım gibi davrandılar bana. Belkide unutmuşlardı aslımı.

... ve öylece yanlarında büyüdüm dedi. Şok olmuştum. Demek bizden birisin dedim. Kısık sesle evet dedi. Yemeğimi bitirdiğimi görünce de tası alıp gitmeye yeltenirken "bir daha seni ne zaman göreceğim" diye  sordum. Bilmem? dedi. Ben yemeği yedikten sonra olayı gözümde canlandırmaya çalışmıştım. Demek o adam, o ciddi tavır takınan sert adam bu kadının manevi babası idi. Ama neden hiç bir baba gibi davranmamıştı ki. Yoksa eskiler mi aklına gelmişti. Kadının geçmişi mi aklına gelmişti diye düşünmüştüm. Yine de aklıma pek birşey gelmiyordu.

Henüz sorumun cevabını bile alamamıştım. Bana neden birşey yapılmadı henüz. Neden bekletiliyordum en ufak bir fikrim yoktu. Kadın manevi babasına ne demişti bilmiyordum. Anlatmaya pek zamanı yoktu. Sadece bir sonraki gelişini dört gözle bekliyordum.

Ben kendi içimde düşünceye dalarken dışarıda bir iki bağırış sesi duydum. Ansızın bağrışlara sert bir ses ile yanıt geldi ve ortalıkta derin bir sessizlik oldu. Olayın ne olduğunu bilmiyordum ancak bir kadın ağlama sesi de geliyordu. içim ürperdi bir anda. Acaba tanıştığım kadın mıydı? Hayır o değilmiş diye bir oh geçirdim. Sesi farklıydı çünkü. Muhtemelen iki ev(aile) arasında bir anlaşmazlık çıkmış tam o sırada da komutan dışarıda iken bunları görmüş ve bağırmıştı. Bu sonucu çıkarmıştım.

...  ben yine kendi düşüncelerim içerisinde boğuşuyorken dışarıda küçük çocukların sesini de işitiyordum ayrıca. Onlar yaşamayı bu kadar hak ediyorken neden bizim çocuklarımız ölümü hakediyordu diye kendi içimde bir vicdan muhasebesi yapıyor idim. Nöbetçilerin sesleri geliyordu, insanların, kadınların sesleri geliyordu. Onlar yaşamı hak ediyor iken neden bizimkiler ölümü hak etmişti. Kafayı yiyecektim. Arada bir sinirden çıldırma noktasına geliyorsam da kendimi dizginlemek sakin kalmak zorunda olduğumu biliyordum.

Vakit geçmişti. Zaman iyice ilerlemiş ve derin bir sessizlik vardı ortada. Bugün de kötü bir durum gelmemişti başıma. Aslında bu halime sevinmeli miydim, üzülmeli miydim bilmiyordum. Adeta iki kişiliğe bürünmüş bir insan haline dönmüştüm. Tutarsızlık içerisindeki düşüncelerle başbaşa kalmıştım. Uyumak istedim ve öyle de oldu. uyumuştum...

Sabah büyük bir şok geçirerek uyanmıştım. Üzerime aniden kaynar derecede su döküldüğünü hissederek uyandım. Başımda birkaç asker vardı ve bana bakıp gülerek alay ediyorlar kahkaha atıyorlardı.

Hatta içlerinden biri artık kendini iyice aşmış bacaklarıma göğsüme doğru tekme atmaya yeltendi. içlerinden birkaçı ona engel olup birşeyler söyledi ve adam birden bire durdu. Suratıma pis bir ifade ile bakıp bana tükürmek ile yetindi. Arkalarında onlardan rütbece üst düzeyde olduğunu düşündüğüm bir adam onlara bağırdı ve hepsi dışarı çıktı. rütbeli Adam yüzüme bile bakmadan kapıyı kapattı ve dışarı çıktı. Ben ise hala üzerime dökülen sıcak suyun sızısı ile can çekişiyor gibiydim adeta. Bu olay ile birlikte bugün birşey yapacaklar galiba düşüncesi oluşmuştu kafamda.

Aradan biraz zaman geçince kapının sürgüsü yine itici bir ses ile çekildi. Ve kapı açıldı. Kapı tam yerine oturtulmadığı için açılırken yere sürtünüyor ve o da iğrenç bir toz bulutu çıkarıyordu içeride. Zaten içerisi yeterince hava ve güneş almadığı için bu durumdan dolayı kötü oluyordum ben. Bir asker beni kolumdan tutup kalk dedi. Kalktım, önce kollarımı arkadan bağladı, daha sonra ayağımdaki prangayı çözüp onu takip etmemi istedi. Dediği gibi yaptım. Biz yine o gösterişli baraka(Kulübe)nin oraya doğru ilerliyorduk. Sabahın erken vakitlerinde bana yapılanlar dolayısı ile acaba infazım mı verilecek diye düşünüyordum.

Barakanın önüne geldik, asker dur dedi. Kapıya sertçe vurarak bekledi. içerideki sesin onayını bekliyordu. içeriden onay gelince kapı açıldı. Ve asker içeri girmemi söyledi. içeriye girdim. Komutan ve kadın oradaydı. Tam asker kapıyı kapatacakken komutan birşeyler söyledi, asker kılıcını çekip bana doğru geldi. Tamam demiştim. Burada savunmasız bir şekilde öldürecekler beni. En azından bana bir kılıç versinler ben de dövüşerek bir asker gibi onurlu bir şekilde öleyim düşüncesi kafamdan geçti.

Bana doğru kılıcını çekerek gelirken ben de bu düşünceler içerisinde boğuşuyorken birden bire ellerimin serbest kaldığını hissettim. Kollarım iki yana düşmüştü. Bir rahatlama hissettim şoku atlatmaya çalışıp baktığımda ellerimdeki ip çözülmüştü. Asker ipi kesmişti. Ellerim artık serbest kalmıştı. Acaba bu benim için bir fırsat olabilir miydi. Ama hayır, ben bunu yaparsam dışarıda yüzlerce asker yüzlerce köylü vardı. Ben bunların hepsini nasıl alt edebilirdim. Vazgeçirdi bu düşünce beni. Asker ipleri çözdükten hemen sonra çıktı dışarı. Kadın bana doğru dönerek "o seninle konuşmak istiyor" dedi.

komutan aslında biraz canı sıkkın görünüyordu, neden olabilirdi acaba diye düşünmüştüm. Acaba kadının bana anlattıkları şeyleri komutan tekrar hatırlamış mıydı bu düşünce mi onu rahatsız etmişti diye düşünüyordum. Çünkü o koskoca yerleşim alanında dilimi bilen tek kişi tesadüf eseri o kadındı ve bu da komutanı rahatsız etmiş olabilirdi. Komutan bana doğru dönerek birşeyler söyledi ve kadın tercüme etti.

Komutan seni öldürmeyeceğini söylüyor, ancak karşılığında birşeyler yapmanı istiyor dedi. Ben ise asla böyle insanlara bana aileme köyüme bu kıyımı yapanlara yardım etmeyeceğimi belirttim. Komutan beni anlamış olacak ki yerinden kalktı ve yanıma doğru yaklaştı. elini omzuma sertçe koyup birşeyler söyledi ve kadın tercüme etti. Komutan diyor ki yardım konusunda farklı bir şey düşünme. Köyümüzde kalacaksın, ancak sana belli görevler verilecek ve bunları yerine getireceksin, sana kalabileceğin bir yer ve yiyecek de verilecek dedi. Ancak yapacağın işler pis şeyler değil. Köyde erkeklere yardım edeceksin dedi.

Daha sonra odadan çıktı ve kadın ile başbaşa kaldım. Bana neler olduğunu söyle dedim, ne konuştun ilk gün neden bana birşey yapmadılar dedim.

Kadın başlattı anlatmaya:

Bundan yıllar önce burada da bir isyan çıkmış ve halk birbiri ile savaşmış, Senin de çocukken buralardan biri olduğunu söyledim. isyan sırasında kaçan halktan birinin çocuğu olduğunu ve kaçtıkları yerde büyüdüğünü oranın dili oranın kültürü ile yetiştiğini söyledim.

Konuşmasını kestim. Sen neden böyle birşey yaptın, ben onlardan biri değilim dedim.
Kadının gözlerinden bir yaş damlası aktı, sen de benim halkımdan birisin gerçekte. Ben halkımdan çok kişinin öldürüldüğünü gördüm, buna da katlanamam dedi. Kalktı ve yanağıma bir öpücük kondurdu, ben ise hiç bir tepki vermeden bakakaldım öylece. O sırada asker içeri girmişti ve onu takip etmemi söyledi. Beni bir barakanın önüne zütürdü, kadın da yanımdaydı ve tercüme edecekti muhtemelen.

Barakanın önüne geldiğimizde kadın asker ile konuştuktan sonra bana bu senin barakan dedi, ve biraz da gülümseyerek şanslısın aslında, benim kaldığım yere yakınmış baksana. Çok uzak değil dedi. Hiç birşey demeden başımı salladım sadece. Az ileride bir ahır vardı ve burada evcil hayvanları vardı. asker onu işaret ederek birşeyler anlattı. kadın bundan sonra buradaki hayvanlara bakacakmışsın. öyle emir gelmiş dedi. Aslında benim için bir fırsat diye düşündüm. Çünkü burada eskisi gibi gücümü toparladığımda güvenlerini kazandığımda rahatlıkla kaçabilecek ve sonra da gelip hepsinden tüm o olanların hesabını sorabilirim düşüncesi oluşmuştu kafamda.

Kadın yapacağım işleri de bana söyledikten sonra gitti. Tek başıma kalmıştım aslında. Tüm insanlar bana biraz çekince biraz endişe biraz korku ile bakıyorlardı. Zarar vereceğimi düşünüyorlardı sanki, haklı olarak tabii...

Ben bana yapılan işlere biraz baktıktan sonra o işi yapmaya başladım. Benim için bir antrenman niteliği taşıyacaktı belki de. Eski asker ruhuma geri dönecektim. işleri yapmaya başladım. GÜnler geçiyordu artık. ben tamamen işlerime yoğunlaşmıştım, sabah ahıra gider hayvanlara bakar öğlen ve akşam vakitlerinde evime dönerdim. Böylece aylar geçti aradan. Ben iyiden iyiye toparlamıştım kendimi.

Bir gün akşam vakti ortalıkta pek ses yoktu. Yemeğimi yemiş sonrasında kendi yatağıma uzanmış bir halde düşünceler içerisindeyken kapının hafifçe çalındığını duydum, ürpermiştim önce. Çünkü bu saatte kimse pek dışarıda kalmaz ve gelip gitmeler olmazdı. Elime sertçe bir cisim alıp kapının ardından biraz düşük bir ses tonu ile kim var orada diye seslendim. Bir kadın sesi geldi fısıltılı bir şekilde. Kapıyı açmak ile açmamak arasında tereddütte idim. Biraz da duygularıma hakim olamadığımdan dolayı kapıyı açtım. Karşımda "Elissa"yı gördüm. Elissa bana hep yardım eden o güzel yeşil gözlü kadının adı idi. Elissa içeri girdi, ben de kapının dışına çıkıp gizlice etrafta kimse olup olmadığına baktım. kimse yoktu ya da en azından ben öyle düşünmüştüm. Kapıyı yavaşça kapattım ve ben de içeri girdim. Elissa oturmuştu, hoşgeldin Bir problem mi var diye sordum. Hayır dedi. Bir sorun yok, seni merak ettim birkaç gündür seni pek göremedim dedi. Gördüğün gibiyim işte daha iyi olmaya çalışıyorum, toparlanmaya çalışıyorum dedim. insanlar artık eskisi gibi bana yabani biriymiş gözü ile bakmıyorlar dedim. Hem dilinizi de öğrendim sayılır, daha rahat iletişim kurabiliyorum dedim. Biraz konuştuk muhabbet ettik, muhabbetten zamanın nasıl geçtiğini de bilmiyordum. Bayağı ilerlemişti galiba, Elissa benim artık gitmem gerek, kimsenin bu durumdan haberdar olmasını ikimiz de istemeyiz dedi.

Aslında mutlu olmuştum elissanın böylesine bir misafirliğine. Çünkü elissayı görünce içimde daha farklı daha güzel şeyler olmaya başlıyordu. Kendimi uzun bir zamandır mutlu hissetmiyorken elissayı gördüğüm anlar sanki dünyanın en mutlu adamı benmiş gibi hissediyordum. Acaba aşık mı oluyordum bilmiyordum. Çok farklı bir histi.

Aradan günler geçtikçe ben işime gidip geliyordum, akşamları birşeyler yedikten bazen elissa beni ziyarete geliyor onunla sohbet ediyor konuşuyorduk.

Bir gün yine yatağımda uzanırken kapının çaldığını duydum ve elissa olduğunu düşünerek büyük bir sevinçle kapıyı açtım, karşımda duran kişiyi görünce şoka uğramıştım. Karşımda bir asker vardı. Acaba birşeyler ters mi gitmişti. Bir iki kelimeyi tekrar ederek " ne ne ol ne oldu?" dedim. bana nöbetçilerin birkaçı etrafta bir bağrışma sesi duymuş, bir bilgin varmı senin de diye sordu. Hayır diyerek cevapladım. Hiç birşey demeden arkasını dönüp gitti. Rahatlamıştım, bir sorun yoktu.

O gece elissa gelmemişti. aslında bir bakıma iyi olmuştu gelmemesi kendisi açısından ve benim açımdan. Çünkü böylesine bir ortamda sıkıntı çıkması ihtimali yüksekti. Sabah olduğunda ben tekrar işimin başına geçtim. Hayvanlara bakıyor, tarlaya gidiyor kalan işlerimi hallediyordum. Akşam vakti yaklaştığında evime doğru ağır ağır ilerliyordum. Evimin kapısına vardığımda evimin kapısında işaret olarak sabah evden çıkarken bıraktığım taş diziliminin değişmiş olduğunu gördüm. Bunu ben evden çıkarken acaba biri benim evime girip de bulunduğum yeri karıştırıyor mu öğrenmek için yapıyordum. Biraz temkinli yaklaştım kapıya ve yavaşça kapıyı açarak içeri girdim. Elissayı karşımda gördüğümde gözlerim parlamıştı, o karşımdaydı. Yüzümde bir gülümseme oluştu ve ona sarıldım. Sımsıkı sarıldım. Öylesine güzel bir duyguydu ki sanki o an bulutlar üzerinde yürüyordum. Neredeyse 1 yıla yakın bir süre olmuş olacak ki ben bir insan ile bu kadar yakın bir halde bulunmamıştım. Bırakmak istemiyordum aslında ama onu da çok sıkmak istemiyordum. Elissanın başını kaldırdım ve yüzünü iki elimin arasına aldım. Hem saçlarını okşuyor düzeltiyor hem de yemyeşil gözlerinin içine o doyumsuz güzelliğine bakıyordum. Elissa birşeyler söylemek istediyse de izin vermedim ve sus dedim. Sonra elissanın dudaklarına bir öpücük kondurdum. Öpüşmeye başlamıştık...  

Deli gibi öpüşüyorduk, sanki cinsel açlığa maruz bırakılmış bir sapık edası ile öpüşüyordum. ELinden tuttum ve yatağa doğru ilerledim. Yatağa uzandı. ben de onun üzerine. Öpüşmeye devam ediyorduk. Bu arada bir elimle omzundaki elbiseyi sıyırdım. Omzuna öpücükler kondurmaya başladım, diğer omzunu da sıyırdım ve ona da öpücükler kondurmaya başladım. Elbisesini karnına kadar aşağı doğru sıyırdım ve göğüsleri karşımdaydı. Öpüyordum onları. öpüyor ısırıyordum. O da kendinden geçmişti, ben ise hafiften titriyor gibiydim; ancak heyecandan titriyordum. Çünkü çok uzun zaman olmuştu böylesine güzel şeyler yaşamayalı...

Daha sonra elbiselerimizi ikimiz de tamamen çıkarmıştık. ikimiz de çıplaktık ve vücutlarımız birbirine temas ediyordu. Çok hoş bir sıcaklık vardı aramızda. Aşağı indim. daha aşağı daha aşağı ve en aşağı...  

... hafif serin havada bile tenlerimizin birbirine değmesi ile adeta yanıyor gibiydik. Elissa da sanki hayatında hiç kimse ile birlikte olmamış gibiydi. Adeta bir aç gibi beni bekliyordu...

Tüm gece boyunca seviştik ve birlikte olduk. Gecenin sonlarına doğru elissa gitmesi gerektiğini söyledi. Kimsenin bu durumu bilmemesi gerekirdi. Böyle günler aylar geçti. Neredeyse 1 yılı geçmişti burada kaldığım süre. Son günlerde ortalık biraz karışık gibiydi. Kulaktan kulağa bir söylenti vardı. Bir savaş planı vardı etrafta. Kimse ne olduğunu net olarak bilmiyordu ama bu söylentinin gerçekleşebileceği büyük bir olasılıktı. Günün birinde ben tarlada çalışırken bir askerin bana doğru koşarak geldiğini farkettim.

Aslında sanki olabilecekleri tahmin ediyor gibiydim ama yine de kesin olarak bir kanıya varamadım. Asker biraz uzakta kalmış bir şekilde bana seslendi. Güneş tam gözüme vuruyor askeri net olarak görmüyordum. Ellerim ile alnıma siper yapıp ne oldu, problem nedir dedim. Komutanımız seni çağırıyor dedi.


Henüz buradaki işlerim bitmedi diye cevapladım. Hemen gelmen gerektiğini söylüyor dedi. Elimdeki işi bıraktım ve oraya doğru ilerlemeye başladım. Köyün içerisinden geçerken köylüler arasında büyük bir telaş hali olduğunu görüyordum. Kadınlar birbirleri ile birşeyler konuşuyorlardı. Erkekler ise birşeyler yapma telaşındaydılar. Demirciler artık daha yoğun çalışmaya başlamıştı, bunun bir savaş hazırlığı olduğunu çok iyi biliyordum.

Ağır ağır komutanın kaldığı yere doğru ilerledim ve kapısına vardım. Kapı açıktı içeride komutan ve diğer rütbeliler vardı. Kapıda bana beklemem gerektiği işaretini yaptı. Bekledim diğer rütbeliler ile birşeyler konuştuktan sonra Rütbelilerin hepsi odadan çıktı ve çıkanların suratında endişe ifadesi hakimdi. Adeta birer put'a dönüşmüşlerdi.

içeri girdiğimde komutan ise çok sinirli ve kızgın olarak görünüyordu. Beni çağırmışsınız dedim. Geç içeri dedi ve kapıda nöbet tutan askere kapıyı kapatmasını eliyle işaret etti. Asker başıyla onaylayarak kapıyı kapattı. içeride şimdi ben ve komutan yalnızdık. Sana nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyorum ancak konuşmak zorunda olduğumu da biliyorum dedi.
Evet seni dinliyorum dedim.

Savaş hazırlığı içerisinde olduğumuzu muhtemelen farketmişsindir dedi.
Evet dedim. Ancak kim için ne için bu hazırlıklar. Yani kiminle savaşacaksınız dedim.
Savaşacaksınız kelimesi biraz garip geliyor aslında. Ben de aslında bu konuyu seninle konuşmak için çağırdım seni dedi.
Tamam seni dinliyordum dedim.

Aramızdaki konuşmalar aynen şöyle geçmişti:

+Aramıza katılmanı istiyorum...
-Neden? Bir de aranıza mı katılacağım tüm yaptıklarınızdan sonra?
+Dur sözümü bitirmemi bekle.
-iyi söyle
+Yaptıklarımız konusunda bizim de elimizden gelen herhangi bir şey yoktu. Biz öyle emir almıştık kraldan.
-Ve sen de şimdi buna inanmamı bekliyorsun öyle mi?
+Bak bu konuda inanmalısın bana. Eğer ben emir vermiş olsaydım o gün de orada seni öldürtmez miydim?
-Kusura bakma ben onurumu şerefimi sizin için satamam

+Hemen kestirip atma, bu konuda yardımına ihtiyacımız var. Eskiden büyük bir asker olduğunu biliyorum. iyi bir rütbe alabileceğini de duymuştum ancak olanlardan dolayı olmadın işte.
-Eskiden çok iyi bir asker olsam dahi asla sizinle olmak istediğimi net bir dille belirtiyorum size.
+Ama kim ile olduğunu bilmiyorsun henüz.
-Ne fark eder? Katledeceksiniz yine masum insanları...





(Derin bir sessizlik)

+Savaşacağımız kişiler masum kişiler değil buna emin olabilirsin. Ve şunu da söylemeliyim ki biz sadece savunma amacı güdeceğiz. Çünkü bize saldırıp bizi yapmalayacaklar duyumu var ortada.
-Yani sizin gibi insanlar öyle mi?

(Komutan sinirlenmeye başladı biraz.)

+Çocuklar ölecek, kadınlar ölecek ve sen buna nasıl izin verebilirsin?
-Sizler bizimkileri öldürürken öyle düşündünüz mü acaba?
+Seni temin ederim ki emri biz vermedik. Kendi kafamıza göre gelmedik.

-Bu konuyu biraz düşünmem gerek...
+Yalnız zamanımız yok. Bu konuyu kurmaylarım ile görüştüm. Onların da onayını almak zor oldu. Senin bize ihanet edeceği fikri var kafalarında. Ve seni yanımdaki yetkililerden biri olarak tayin etmeyi düşünüyorum. Senin geçmişini öğrendim ve biliyorum.
-Düşünmem gerek, 1 2 saat olsa dahi bu konuyu kendi kendime mukayese etme gerek.
+Peki...  birkaç saat sonra birini gönderirim yanına.

Çıktım odadan. kendi kaldığım yere doğru ilerledim. ELissayı düşünmüyordum o an. O an sadece bir savaşı daha düşünüyordum. Yine kadınlar yine çocuklar yine ihtiyarlar ve masum insanlar ölecek mi acaba diye düşünüyordum. Peki ya ben?

Ben nasıl yardım edebilirdim ki bunlara. Bu halkımı katleden insanlara...
Bu düşünceler içerisinde barakaya nasıl geldiğimin farkında bile olmamışım. Kapıyı açtım. içeri girdim. yatağıma uzandım ve olması gerekenleri en mantıklı bir biçimde düşünmeye çalıştım.

Elissa gelse dahi onu geri göndermeyi düşünüyordum. Sadece yalnız kalıp düşünmem gerekliydi. Neyse ki elissa gelmemişti ve kendi düşüncelerim içinde boğulmaya başladım. Önce kendi insanlarımı düşündüm. Acaba emri vermedikleri hakkında doğru mu söylüyordu yoksa beni aldatıp savaşa mı sokmak istiyordu tam emin değildim. Ancak tüm bunlara rağmen neden beni yakınında kurmaylarından biri yapmak istiyordu böyle bir durumda acaba doğru muydu. ikilemlere düşmüştüm. Bana verilen süre içerisinde düşünüp taşınıp şu an yapabileceğim en mantıklı şeyin buradaki insanları korumam gerektiğini anlamıştım. Benim onlar gibi olmamam gerekiyordu. Komutanın yanına gitmek için yatağımdan doğruldum, yatağımın kenarında

"acaba doğru bir karar mı veriyorum" diye içimden bir ses hissettim. Daha sonra en mantıklı kararın bu olacağını düşünmüştüm. Çünkü sonuçta burada da masum insanlar vardı ve korunmaya ihtiyaçları vardı.

Komutanın benim askeri tecrübem, zekamdan faydalanmak istediği apaçık belliydi. Komutanın yanına gittim ve kabul ettiğimi belirttim. Ancak savunma amaçlı birşey olmadığını anlarsam kesinlikle bunun karşılığını ödersiniz dedim.
Elbette dedi, detaylı bir toplantı yapacağız dedi. Kurmaylarım ile seni tanıştırmak ve bu durumu onlara anlatmak istiyorum dedi. Daha sonra dışarıdaki askere seslendi asker hemen kapıyı açıp buyrun efendim dedi. Komutan yan bölümde duran kurayları çağırmasını söyledi. Asker onaylayark kurmayları çağırmaya gitti. Kapı kapandıktan sonra ortada derin bir sessizlik vardı. Ne ben ne o konuşmamıştık. Kısa bir süre sonra kapı çalındı ve komutan gel dedi. Kurmaylar birer birer içeri girdi.

Kurmaylar içeri girip oturdular yerlerine. Biraz sevimsiz tavırlarla bakıyorlardı bana. Sonuçta onlardan biri değildim ve esaret döneminden komutanın baş yardımcılarından biri olarak atanmıştım. bu da haliyle onları rahatsız ediyordu. Detaylar konuşulmaya başlandı. Savaş vaktinde kimin neler yapacağı anlatıldı. Ben onları dinliyor ve pek birşey söylemiyordum. Sadece dinliyordum. Komutan bir ara bana bakarak senin bir fikrin yok mu dedi? Elbette var dedim. Eğer savunma yapacaksanız mutlaka buna uygun düzenekler buna uygun zeminler hazırlamak gerekir dedim.

Ben sadece savaşırım aksi durumda dedim. Sizler sadece planlarınızı hazırlayınız ve size bu konuda müdahil olmak istemiyorum daha fazla dedim. Toplantı gece geç saate kadar devam etti. Bittikten sonra kaldığımız yerlere çekildik. 3 gün sonra savaş günüydü ve benim gözümde hiç uyku yoktu. Düşünüyordum o günü.

@154 reel hayata geri döneceğim panpa ancak şöyle bilimsel bir gerçek var. Uyku veya halisünasyon dönemindeyken gerçek hayatta hissettiğin 5 10 dakika sanal hayatta yılları bulabiliyor. Bundan dolayı durumlar ince ayrıntıları ile hissedilebiliyor ve yaşanılabiliyor.

Artık işleri bırakmıştım Ve kendimi savaşa hazırlıyordum. Elissa arada bir uğruyor beni izliyor biraz konuştuktan sonra gidiyordu. Artık son güne gelmiştim. 1 gün kalmıştı. Bana oradaki en iyi atlardan biri tahsis edilmiş, en iyi bir şekilde kılıç imal edilmiş, çok özenle seçilmiş imal edilmiş bir zırh verilmişti. Sadece onlar ile ilgileniyordum.

Son gecemi elissa ile geçirdim. Elissaya kendimden çocukluluğumdan bahsettim, o da bana hayatından bahsetti. Ben köyümdeki güzellikleri anlatıyordum...  yanyana uzanmıştık sadece gözlerinin içine bakıyordum. Ona birşey açıklayacağımı söyledim. Nedir dedi.


Seni çok seviyorum elissa dedim. 1 yıllık sürede sana bu kelimeyi yüzüne karşı söyleyemedim ama şimdi söylemek istiyorum dedim. ve eklemek istediğim bir nokta var dedim. nedir dedi. Hemen şimdi evlen benimle dedim. Tanrının huzurunda birbirimizin huzurunda evlenelim dedim.

Ama nasıl olur dedi. Kalk dedim, zırhımı ve silahlarımı kuşandım. Önünde diz çöktüm.

"Elissa tanrının huzurunda; benim ile son gecemiz olsa bile, ve bunun dışında eğer ki oradan sağlam olarak döndüğümde bana ömrümün sonuna dek hayatımda eşlik etmek ister misin dedim.
Durdu gözlerimin içine baktı. Yanaklarından bir damla yaş süzülmüştü ama gülümsüyordu.
O da önümde diz çöktü ve tanrının huzurunda seninle her zaman eş olmayı kabul ediyorum dedi.
Kalktık ikimiz de ayağı ve birbirimize sarıldık. Artık dışarı çıkma vakti ve askerlerin yanına gitme vakti gelmişti.

Kapıdan çıkmadan evvel bir kez daha ona sıkıca sarıldım. Ve ona güzel günlerin bizi beklediğini fısıldadım. Senin için geri geleceğim dedim. Ancak olur da gelemezsem beni unutma dedim ve çıktım kapıdan. Askerlerin toplandığı yere doğru atımı sürmeye başladım. Sabaha karşıydı. Güneşin ışıkları henüz yeni yeni ışımaya başlamıştı. Hava aydınlık ile karanlık arasındaydı henüz.

Onların yanına gittiğimde ortalık henüz düzenli bir durumda değildi. Kurmaylar ve komutan henüz ortalıkta olmadığından kimsede bir düzen yoktu. Beni gördüklerinde uğultu biraz kesilmişti. Çünkü üzerimde zırhtan ve bindiğim attan atın süslemesinden benim kim yetkili biri olduğumu farketmişlerdi. Kafamdaki koruyucu siper başlıktan dolayı henüz kim olduğumu bilmiyordı. Yaklaşık 1000 kişi kadar vardı. Önlerinde durdum ve ben de beklemeye başladım. Çok geçmemişti ki büyük komutan ve kurmaylar beraberinde geldiler. Onlar da gelince tamamen derin bir sessizlik hakim oldu.

Komutan ordunun ön tarafına geldi ve beni görünce kafası ile selam verdi. Ben de onaylar anlamında selam verdim. Diğer kurmaylarla da aynı hareketlerde bulunduk. Komutan orduya doğru dönerek bir konuşma yaptı. Moral motive amaçlı bir konuşma yaptı ve sonuna da bugün aramızda yeni, cesur, kuvvetli ve efsanevi bir komutan olduğunu da ekledi ve beni gösterdi. Tanıttı beni askerler arasında önce kısa bir uğultu oluştu ancak komutan buna izin vermeden hemen etkili bir konuşma yaptı. Askerler de kabullenmiş gibi durdular. Ya da ben öyle hissettim. Artık güneş tamamen doğmuş gibiydi. Ve o vakit gelip çatmıştı. ilerledik. savaş meydanına kadar ilerledik.

Meydana gelince diğerlerinin de orada hazır bulunduğunu gördük. Askerler arasında önce derin bir uğultu oluştu. Bunun en bariz sebebi karşı tarafın sayılarının bizden oldukça üstün olmasıydı. Eğer ki bu durumda yenilirsek sağ kalanlardan hepimiz esir düşecek, yerleşim yerlerimiz yağmalanacaktı. Ganimetlerimiz onlara kalacaktı. Yerleşim yerimize çok uzak değildik. Sonuçta orayı savunacaktık. Karşı taraf askerleri biraz ürkütmüştü çünkü bizim sayımız yaklaşık 1000 kişi civarında iken onların sayısı 2000 kişi civarındaydı.

Onlara doğru dönerek bir konuşma yaptım. Ve böylesine bir durumda korkmamamız gerektiğini korkaklığın yenilgiyi getireceğinden emin olmaları gerektiğini söyledim. Eğer korkacak olan varsa şimdiden defolsun gitsin dedim. Yalnız burada kalacak olanlar gerçek cesareti ile yüzyıllar sonra dahi olsa anılacaktır. Korkaklar ise belki bir kaç gün sonra unutulacaktır dedim. Benden sonra komutan devreye girdi ve motive edici bir konuşma yaptı. Konuşma bittikten sonra karşı taraftan bir bayrak sallandı ve bu savaşta ilk önce iki tane büyük askerin dövüşmesi olacaktı. Bu bir güç gösterisi olacak ve bizim açımızdan iyi bir sonuç olabilirdi. Motive olabilirdi bizim askerlerimiz.

Onlardan biri ortaya doğru ilerledi ve beklemeye başladı. Biz ise birbirimize bakıyorduk. Aslında ben gitmek istiyordum ancak bunu komutanların seçtiğini çok iyi biliyordum eski tecrübelerimden. Bir ara biri ön plana çıktı ve ben gideceğim dedi ancak komutan bunu kabul etmedi. Ben komutana bakıyordum o sıra.

Komutan beni farketti hayır olmaz dedi. Ancak bunun olması gerektiğini kesin bir dille ısrar ettim ve yapacağımı yapmak istediğimi söyledim. Çünkü buna ihtiyacım olduğunu, bana geride geçmişte kalan özgüvenimin geri gelmesi için böylesine bir mücadelenin şart olduğunu söyledim. Önce reddediyordu ancak ısrarlarıma daha fazla karşı gelmek istememiş olacak ki sen gidiyorsun dedi. Önce askerlere sonra komutana sonra da diğer yardımcılara baktım. Atımdan inip yürüyerek oraya doğru yürümeye başladım. Komutan bana atını al dedi. ata gerek yok dedim. Ben böyle daha iyiyim şu an dedim. Pekala dedi. Orta meydana yürüdüm ve aramızda biraz mesafe vardı. Ben oraya vardığımda karşımdaki düşman askeri atını ordusuna doğru çevirerek birşeyler bağırdı. Ordusu kahkaha attı.

Adamın elinde mızrak benim ise elimde kılıcım vardı. Bana doğru dönerek mızrağını ileride tutmuş bir şekilde atını dört nala sürdü. Ben ise yerimde bekliyordum. Bir ölüm sessizliği vardı ortada. Biri ölecekti. Ama ben karşıdakinin ölmesi gerektiğini düşünüyordum. Bana doğru yaklaştı. Tam bana yaklaştığında mızrağın elinde durduğu ters tarafa kendimi attım ve yanımdan geçen atın bacaklarına vurduğum kılıç darbesi ile at yere düştü üzerindeki ile beraber. Kalkmasını bekledim. Kalktı ve bana doğru yöneldi. Elindeki mızrak yoktu artık yere düştüğünden. Hemen belindeki kılıcı çekip bana doğru geldi. Dövüşmeye başladık.

Eskisi gibi olmadığımın bir an farkına vardım. ilk başta biraz tökezledim. Ancak toparladım kendimi ve yeniden çetin bir dövüş geçti aramızda. Benim boyumda ve benim yapımdaydı hemen hemen. ikimizde denk sayılırdık aslında. Tam bana doğru kılıç uzattığında yukarıdan aşağıya doğru savurduğum darbe ile elindekini düşürdü. Artık silahsızdı, ve rahat sayılırdı benim için. Tam o sırada durup yüzüme baktı. Gözlerine korku hakim olmuştu. O anki sinir ile o adamın köyümü yağmalayan o pislik insanlardan biri olduğunu düşündüm ve iki elimle solumdan sağıma doğru kılıcımı boynuna denk gecelecek bir şekilde çektim ve o an adamın boynundan kafası ile gövdesi ayrıldı. Boğazından kan fışkırıyordu.

Ben kendi ordumun bulunduğu tarafa doğru ilerledim ve savaş işaretinin verilmesini bekledim. Atıma bindim beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra savaş işareti verildi. Savaş başladı. iki tarafta birbirine doğru koşuyor kin ve nefret duyguları ile birlikte ilerliyorlardı. Her iki taraf birbirine değdiğinde çetin geçeceği belliydi. Artık savaş başlamış ve insanlar birbirlerini öldürüyordu. Ben de içlerine girmiştim. Ansızın atım tökezleyip düştü. Ben de onunla beraber düştüm. Düştüğüm anca bana doğru gelen bir kılıç aniden durdu. Arkasından bizim askerlerden biri beni korumuş onu öldürmüştü. Ayağı kalkıp savaşa devam ettim.

Biraz çetin geçen savaşta zaman bayağı ilerlemiş bizden de onlardan da kayıplar çok verilmişti. Ama bizdeki kayıplar daha fazlaydı. Derken ansızın arkadan gelen bir haberi duyunca şok olmuştuk. Kapana düşmüştük. Askerler durumu hissedince geri kaçmaya başladılar. Köylerin bulunduğu yerlerin yakınlarında askerlerin olduğunu söylediler. iki taraftan saldırılmış birileri bizi oyalarken diğerleri de arkadan önce köylere sonra bize saldıracaklardı. Askerler köylere doğru kaçmaya başladı. Köye yakın yerlerde köyün içinde bağrışma sesleri çığlık sesleri geliyordu.

Köye vardığımızda kötü bir tablo ile karşılaşmıştık. Hem önümüzde hem arkamızda düşmanlarımız vardı ve insanlarımız çocuklarımız katledilmiş, köylerimiz yakılmıştı. Aklımda elissa vardı. Ne olmuştu acaba ona diye düşünmekten alamıyordum. Onun evine doğru koşarken gözlerimden yaşlar süzülmüştü gördüğüm manzara karşısında. Elissa ve manevi annesi, yani komutanın karısı da öldürülmüştü. Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi bir anda. Yere düşecek gibi oldum ama sinirim ve stresim dışında öfkem kinim buna engel oldu. Kendimi toparlayıp deli divane gibi aralarında savaşmak hepsini öldürmek istedim.

Bir çok askerimiz de öldürülmüştü kurulan tuzaktan ve pusudan dolayı. Artık az sayıdaydık. Önümüzden arkamızdan sağımızdan solumuzdan her yerden geliyorlardı. Okçuların okları yanımıza sağımıza solumuza düşüyordu. Çığlıkları duyuyordum. Ağlama seslerini duyuyordum. Yanan evleri barakaları kulübeleri görüyordum. Sanki zaman yavaşlamış da yavaş yavaş gözümün önünden geçiyor gibiydi. Askerimiz iyice azalmıştı. Belki de yüz kişi kalmıştık bilmiyordum. Onlarca askerin bana doğru koştuğunu gördüm. Alt edemeyecektim biliyordum. Ancak yine onurlu bir şekilde gerçek asker gibi ölecektim. Onlar yaklaştıkça ben kılıcımı savuruyordum. Artık gücüm de tükenmişti. Miğferimi kafamdan çıkarıp attım ve öyle devam edecektim.

Gelen birkaç askeri öldürebilmiştim ancak bunlar da beni tamamen güçsüzleştirmişti. Sonra bir ara komutan ile göz göze geldim ve onun da sırtına birden fazla ok saplanmış o da yere düşmüştü. Bir ara sırtımda bi anda bir sızı hissettim Ve ok saplandığını anladım. Bu tamamen beni bitirmiş gibiydi. sadece kılıcımı sallayabiliyordum başka tepki veremiyordum. Yanıma gelen askerlerden biri kılıcı tam karnıma sapladı. Bunu hissetmiştim. Sadece gözlerinin içine baktım. Kolum, omzum, göğsüm, bacaklarım, sırtım ve karnım...  hepsi yaralı bölgelerimdi. Yavaş yavaş yere düştüm yüzüstü. Yere düştüğümde etrafımdaki sesleri henüz duyabiliyordum. çığlıklar korku dolu bakışlar. Sonra bir kılıcın daha sırtıma saplandığını hissettim ve sonrasında artık herşey kararmıştı.

@184 Hayır panpa tuzağa düşürülmüştük. daha öncekini dersen o zaman ben kralın ordusundaydım. Ancak ailemin bulunduğu yere ziyarete gitmiştim. Bu sırada da köy baskın yemiş ve bazıları esir alınmış bazıları öldürülmüştü.

Hakan bey uyanın artık diye bir ses duydum ve kendime geldim.

Karşımda pgibologlar vardı. Gözlerimi açmıştım ancak zihnimde uğultular değişik değişik sesler beni meşgul ediyordu. Tam olarak bir tepki veremiyordum. Çünkü bilinç altımda yatan bu olay beni gerçekte de çok etkilemiş ve beni çok sarsmıştı.

Olgun olan ve beni hipnotize eden kadın bana sert bir tokat atıp kendime gelmemi sağladı. Kendime geldiğimde neler oluyor? Ne oldu? diye sordum. Bana tüm olanları ses kaydına aldığını herşeyi anlattığını söyledi ve sorununun nedenini aslında anladık dedi.

Neymiş benim sorunum diye sordum. Neden dolayı benim tüm hayatım alt üst oldu? geceleri zihnimi sarsan zihnimi meşgul eden sesler ile bedenimi acı ile saran durumlar ile karşılaşıyorum dedim. Sana bu durumu anlatacağım dedi ve bu gün gözlem altında kalmam gerektiğini söyledi.

@189 panpa kavmin adını araştıracağım daha sonra. Ben de merak ettim.

Eğer ki yine aynı sorun ile karşılaşırsam doktor ve hemşireler bana bu gün yardım edecekler ve belki de beni sakinleştiriciler ile uyku iğneleri ile uyutacaklarını söyledi. Pekala dedim. Saate baktım saat sabaha karşı 03:06'yı gösteriyordu. Kafam öyle allak bullak olmuştu ki buraya saat kaçta geldiğimi bile hatırlamıyordum o sırada. Sadece bilinçaltımda rastladığım o olayın etkisindeydim hâlâ. Poliklinikte bana tahsis edilen odaya geçtim ve uyumak istedim biraz. Uzandım ve uyumak için gözlerimi kapattım. Biraz uyumuşum sonra birden bir kabus ile, başımın dayanılmaz bir acısı ile ve vücudumun ağrıları ile bağırarak uyandım.

odaya hemşireler çok geçmeden geldi ve beni sakinleştirecek iğne vurduklarını hatırlıyordum. Sonrasını hatırlamıyorum. Belki bir boşluktaydım gibi.

Uyandığımda saat 3 4 civarı gibiymiş. Doktorlar öyle söyledi. Birkaç pgibolog ile birlikte aile dostumuz bekir bey de vardı. Pgibolog olanları dün bütün gece araştırdığını birkaç doktor arkadaşı ile daha konuştuğunu söyledi. Benim durumumu Kanada'dan bir arkadaşı ile daha görüştüğünü söyledi. Kanada'da da böyle bir olay olduğunu öğrenmiş. Üzerinde bayağı tartışılmış ve bu olayın bir geri yaşamdan bir sonraki yaşama atlayış olayı olduğunu söylemişler. Doktor arkadaşına sesin tamdıbını da dinletince olan acıların ve kafamdaki seslerin geçmişte yaşadığım o darbelerden o olaylardan dolayı bilinçaltıma işlediğini ve bilincimin aniden devreye geçip onları bana hatırlatma çabasından dolayı meydana geldiğini söylediler.

Bekir bey şaşırmış gibi görünüyordu bu duruma. Biraz telaşlı gibi göründü. Çünkü beni koruyup kollayan bir insandı. Ailemi küçükken bir trafik kazasında kaybettiğim için aile dostu olarak tek bir yakınım o idi. Bundan dolayı üzülmüş gibiydi biraz. Biraz da korkmuş gibiydi. 1 2 gün benim üzerime doktorlar hep bir araştırma yaptılar ve sonuç ortaya çıkmıştı.

-Evet ben geçmişten bir sonraki yaşama atlamıştım.

Bu durum beni de biraz korku içerisine sürüklemişti çünkü ben acaba bu durumda hep böyle mi yaşayacaktım. Acı içinde...

Doktora bunları sorduğumda şu an en güzel durumun bir klinik olacağını söyledi benim için. ilk başlarda kabullenmesem de sonra onaylamıştım. Çünkü acıları düşündükçe bana verilecek sakinleştiricilerin iyi geleceğini düşündüm.

Ertesi gün kliniğe gittim. Etraftakileri görünce içimi gerçekten garip bir hüzün kaplıyordu. Ben de mi onlar gibi deliydim? Ben de mi kafayı yemiştim diye düşünmekten alamamıştım kendimi.

Klinikte günleri geçirmeye başlamıştım. Kimse ile konuşmuyor sadece kendi yalnızlığım ile günümü geçiriyordum. Bazen geceleri acı ile uyandığımda hasta bakıcılarının hemşirelerin sakinleştiricileri ile tekrar uyuyordum. Zaman böylece bayağı ilerlemişti. Yaklaşık 8 ay boyunca klinikte kaldım. Artık gece uyanmalarım pek sık değildi eskisi gibi. Doktorum arada sırada gelip beni tedavi ediyor hipnotize ediyor bana geçmişimi hipnoz ile sildirmeye çalışıyordu. Sanırım bu konuda da başarılı oluyorduk. Çünkü sonuç vermeye başlamıştı.

Kliniğe aslında alışmaya da başladım. Güzel geçiyordu aslında. Eskisi gibi sinirli stresli geçmiyordu.

... ve tam 1 yıl sonrasına geldi. O ilk gün 23 yaşıma bastığım ilk günün sonrasına. Evet bugün 24 yaşındaydım. Uyandığımda 24 yaşında biri olarak uyandım ve bir yıl önceki o yaşadığım acı ile uyanmadım. Güzel bir uyku ile uyandım. Son 2 aydır artık hiç bir sorun ile karşılaşmamıştım. Geceleri rahat uyuyor gündüzleri ise mutlu bir şekilde uyanıyor günümü de güzel bir şekilde oradakilerle sohbet ederek geçiriyordum. Ancak son 1 aydır doktorum bana uğramıyordu. Bekir bey geliyordu ona sorduğumda da bilmiyorum diyordu. Doğum günümde klinikten çıkmaya karar vermiştim. Diğer doktorlar da test sonuçlarına bakarak onay vermişti. Ben içeride eşyalarımı topluyordum. Bekir beyi arayıp o gün çıkacağımı söyledim. Mümkünse beni alabilir misin diye de ekledim.

Bekir bey beni almaya geldi, ben doktorlara ve bana o süre boyunca yardım eden herkese teşekkürlerimi iletip hepsinden helallik isteyerek çıktım oradan. Bekir bey kapıya gelmişti. Hoşgeldin abi dedim gülümseyen bir ifade ile. O da bu durumuma sevinmiş olacak hoşbuldum diyerek sarıldı bana. Hadi eskisi gibi güzel bir kahve içmeye gidelim mekanımıza olmaz mı dedi. Valla çok özlemişim abi dedim. Gittik oturduk. Kahvelerimizi beklemeye başlarken bana bir sigara uzattı. Sigarayı yaktı ve konuşmadı bir süre.

Sessizliği ben bozdum. Abi dedim. Doktorum nerede dedim? Son 1 1.5 aydır uğramıyor dedim. Ne oldu nereye gitti dedim.

Önce bir süre konuşmadı. Daha sonra sigarasından derin bir yudum çekerek; "yok artık o" dedi.

Ne? nasıl yani? Yok artık derken? Nereye gitti ki? Ne oldu ki? Bir haber de mi vermedi? diye üst üste sorular sorduğumda gel seni bir yere zütüreceğim dedi. Kalktık arabaya doğru ilerledik ve dediği yere gitmeye başladık. Yolda hiç konuşmadı benimle. Ben ne kadar soru sorsam da bana kısa cevaplar vererek geçiştirdi hep. Daha sonra bir yere geldik ve önünde durduk. Gördüğüm yere inanamadım. Biz buraya niye geldik diye sordum. Hiç birşey konuşmadan sadece kendisini takip etmemi istedi.

ilerledik, ben etrafıma anlamsızca bakıyordum. Anlamıyordum olanı biteni; ya da anlamak istemiyordum. Biraz yürüdükten sonra doktorun mezarının başına geldik. Ağlamaklı bir ses tonu ile:

"Nasıl oldu, ne zaman?" diye sordum.

Bekir abi cevapladı: Üzülmeyeceksin tamam mı söylediğimde.

Tamam dedim. Ve anlatmaya başladı.

"Seni kontrol için gelirken arabası ile büyük bir trafik kazası geçirmiş. Sana haber vermek istemedik tedavi süresi boyunca. Olumlu geçmesi gerekiyordu senin için bu süreç" dedi.


... yutkundum. birşey diyemedim. Sadece gözlerimden yaşlar akıyordu. Benim için, beni bu hale getiren güzel bir insan benim için zamanını vermek ile kalmamış hayatını da vermiş dedim boğuk bir ses ile.

Bekir bey Gidelim dedi...

Derin bir sessizlik olmuştu ortamda.Ölüleri bile belki duyabileceğim bir sessizlik ortamı vardı adeta. Konuşmadım bir süre sadece içimden haykırarak ama dışımdan sessizce ağlıyordum. Sonra usulca

"ey güzel insan. Yerin de kalbin gibi daima güzel olsun" diye fısıldadım.

Arabaya geri döndüm ve kendime bir söz verdim. Bir daha asla eskisi gibi olmayacak dedim. Selma ablam(Doktorum) istediği gibi biri olacağım geçmişi sileceğim dedim.

..aradan uzun yıllar geçti. Geçmişime dair tek bir anı, tek bir olay aklıma gelmedi. Bilincimi artık ben elime geçirmiştim. Bilincimin beni eline geçirmesine izin vermiyordum. Onun yapmak istediği insan modeline bürünmüştüm. Pgiboloji danışmanlığı üzerine eğitimler veriyor ve insanları doğru amaca doğru bir hayata yöneltmek için, ben de o güzel insanın yolundan gitmiştim...





beğendiysen paylaş panpa


0 yorum:

Yorum Gönder